8 Haziran 2007 Sayı: 2007/22(22)

  Kızıl Bayrk'tan
   Devrimci mücadele çağrısını gür sesle
yükseltmenin zamanıdır!
  Polis terörüne yol veren yasa meclisten geçti…
BDSP bağımsız devrimci sosyalist adaylarını açıkladı...
“Sınır ötesi operasyon” tartışmaları
Rant kavgası nedeniyle DYP-ANAP birleşmesinin sonu geldi!
Dinar’da ortaya saçılan pislik!
  Düzen partileri söylemde bile asgari ücretin adını anmıyorlar...
  ÖSS’ye ve geleceksizliğe karşı Liselilerin Sesi yükseliyor!
  İşçi ve emekçi hareketinden...
  Ne seçim, ne meclis, ne Amerikancı-İMF’ci kokuşmuş düzen partileri!.. Çözüm işçilerin ve emekçilerin devrimci ücadelesinde!..
  BDSP’nin seçim çalışmalarından.
  G8 protestolarından...
  G8 günlüğünden...
“Direniş verimlidir!”
  Artık örgütlenme zamanı / Mumia Abu-Jamal.
  Lübnan’da çatışmalar devam ediyor!
  Seçimler ve devrimci yurtsever tavır / III - M. Can Yüce
  Mücadele postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Lübnan’da çatışmalar devam ediyor!  

Gerici çatışmanın bedelini Filistinli mülteciler ödüyor! 

Lübnan’ın Trablus kentindeki Nehr el Barid Filistin mülteci kapında üslenen Feth-el İslam adlı dinci örgüt ile Lübnan ordusu arasındaki çatışmalar, arabuluculuk girişimlerine rağmen devam ediyor. Bir kısmı Filistinli ve Lübnanlı sivillerden oluşan yüzü aşkın kişinin ölmüne, yüzlerce kişinin yaralanmasına yol açan çatışmalar ikinci haftayı geride bıraktı.

El Kaide’nin “Lübnan kolu” olarak tanımlanan dinci örgütün, “Suriye karşıtı” gerici cephenin başını çeken Saad Hariri’nin El Müstakbel Partisi ile bazı gerici Arap rejimlerinin Beyrut’taki büyükelçileri tarafından Filistin mülteci kamplarına yerleştirildiği belirtiliyor. Bilindiği gibi Saad Hariri ile gerici Arap rejimlerinin kıblesi Washington’dur. Bu açıdan bakıldığında, adı geçen dinci örgütün Filistinli mültecilerin başına musallat edilmesinde ABD emperyalizminin dolaysız olarak rol aldığı anlaşılmaktadır.

Dinsel/mezhepsel çatışmaların kışkırtılmasına müsait olan Lübnan’daki siyasi atmosferin farkında olan emperyalist/siyonist güçlerle işbirlikçilerinin “Sünni” bir örgüt olduğu için Feth el İslam’ı desteklemeleri, Suriye-Lübnan-Filistin halklarına kurulan tuzakların bir parçasıdır. Dinci örgütü Lübnan’a taşıyanın bizzat Hariri’nin partisi olduğunu ortaya koyan veriler, Amerikancı Hariri’nin Hizbullah’a karşı Filistinliler’i kullanma taktiği izlediğini gösteriyor. Lübnanlı güvenlik yetkilileri, tutuklanan örgüt militanları ile bazı televizyon ve gazeteler, Hariri ailesinin adını vererek, sözkonusu örgütün mülteci kamplarına yerleştirilmesinden silahlanmasına ve lojistik desteğe kadar doğrudan Hariri ailesi tarafın finanse edildiğini dile getiriyorlar.

Konuyla ilgili açıklamalar yapan eski Sünni milletvekillerinden Ulusal Diyalog Partisi Lideri Fuad Mahzumi de, dinci örgüt militanlarının Lübnan’a geçtiğimiz Şubat ayında getirildiklerini, önce Sayda kentinin güneyindeki Ayn el- Hilve mülteci kampına yerleştirildiklerini, oradan da Nehr el Barid kampına taşındıklarını belirtti. Örgüt militanlarının Lübnan’a taşınmasında Hariri ailesinin doğrudan rol oynadığını kaydeden Mahzumi, bu süreçteki mali koordinasyonu Refik Hariri’nin kız kardeşi ve Sayda milletvekili Bayan Behiye Hariri’nin gerçekleştirdiğini, Bayan Hariri’nin örgütün liderleriyle de temas halinde olduğunu belirtti.

Çatışmaların başlamasından bir süre sonra ateşkes talep eden örgüt militanlarına, “teslim olmak dışında bir alternatifiniz yoktur” yanıtını vererek çatışmaların bitmesini engelleyen hükümet, bu bahaneyle ABD’den askeri “yardım” almaya başladı. Bu arada gerici/dinci örgütü finanse eden Saad Hariri ile diğer “14 Martçılar”, çatışmaların başladığı gün Suriye’yi suçlayıp emperyalist/siyonist güçlere hedef göstermeye başladılar. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi ise, eski başbakanlardan Refik Hariri’nin öldürülmesiyle ilgili “uluslararası mahkeme” kurulmasına karar vererek, Hizbullah ve Suriye’yi hedef alan baskıların arttırılmasına yeni bir gerekçe sundu. Savaş çetesinin şefi Bush’un Fuad Sinyora başkanlığındaki Lübnan hükümetinin arkasında olduğunu ilan etmesi bu tabloyu tamamlıyor.

Dinci örgüt ile Lübnan ordusu arasındaki çatışma hem emperyalist/siyonist güçlerle işbirlikçilerinin işine yaramış, hem de çatışmaların ortaya çıkardığı faturanın önemli bir kısmını zaten kamplarda ağır şartlar altında yaşayan Filistinli mülteciler ödemiştir.

Belirtildiğine göre, dinci örgüt ile El Müstakbel Partisi arasında baş gösteren anlaşmazlıktan dolayı başlayan çatışmalar, hem Filistinli mültecilerin Lübnan’daki varlığını tartışma konusu etmiş, (ki onyıllardan beri ırkçı-siyonistlerin temel hedeflerinden biri Filistinli mültecileri Lübnan’dan sürmektir) hem de gerici Lübnan hükümeti ile ABD emperyalizmi arasındaki işbirliğinin daha da pekişmesine vesile olmuştur. Dahası, çatışmaların devam etmesi durumunda olayın farklı boyutlar alması ihtimali de yüksektir.

Bu örnekte de görüldüğü gibi, dinsel veya mezhepsel temeller üzerinde inşa edilen örgütler, her an emperyalist/siyonist güçlerle işbirlikçilerinin kullanabileceği bir araca dönüşebiliyor. Yazık ki, çelişkilerin giderek şiddetlendiği Ortadoğu ikliminde genç kuşaklar, bu tür gerici örgütlerin etrafında öbeklenmeye hazır durumdalar. Oysa bu genç kuşaklar hem emperyalistlerle işbirlikçilerinin ulusal/mezhepsel bakısı altında, hem de kapitalizmin dayattığı işsizlik ve koyu yoksulluk belasıyla karşı karşıyalar.

Gerçekte bu genç kuşakların yeri; emperyalist/siyonist güçlerle işbirlikçilerini bölgeden atmanın, her türlü sınıfsal, ulusal, dinsel, mezhepsel bakıya son vermenin yegâne yolu olan devrim ve sosyalizm mücadelesidir. Ancak verili durumda devrimci alternatifin zayıf olması bu gücün yanlış mecralarda akmasına neden oluyor. Ortadoğu’da devrimci-sosyalist direniş odaklarının, ezilen halkların emekçi kesimleri önüne güçlü bir taraf olarak çıkmadan bu sorunu çözmek olası görünmüyor.