8 Haziran 2007 Sayı: 2007/22(22)

  Kızıl Bayrk'tan
   Devrimci mücadele çağrısını gür sesle
yükseltmenin zamanıdır!
  Polis terörüne yol veren yasa meclisten geçti…
BDSP bağımsız devrimci sosyalist adaylarını açıkladı...
“Sınır ötesi operasyon” tartışmaları
Rant kavgası nedeniyle DYP-ANAP birleşmesinin sonu geldi!
Dinar’da ortaya saçılan pislik!
  Düzen partileri söylemde bile asgari ücretin adını anmıyorlar...
  ÖSS’ye ve geleceksizliğe karşı Liselilerin Sesi yükseliyor!
  İşçi ve emekçi hareketinden...
  Ne seçim, ne meclis, ne Amerikancı-İMF’ci kokuşmuş düzen partileri!.. Çözüm işçilerin ve emekçilerin devrimci ücadelesinde!..
  BDSP’nin seçim çalışmalarından.
  G8 protestolarından...
  G8 günlüğünden...
“Direniş verimlidir!”
  Artık örgütlenme zamanı / Mumia Abu-Jamal.
  Lübnan’da çatışmalar devam ediyor!
  Seçimler ve devrimci yurtsever tavır / III - M. Can Yüce
  Mücadele postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

“Sınır ötesi operasyon” tartışmaları

Güney Kürdistan’a yönelik askeri operasyon konusu tam bir komediye dönüştü. Hükümet topu Genelkurmay’a atıyor, Genelkurmay ise hükümete. Sonuçta her iki taraf da hem sorumluluktan kaçmak, hem de bu konu üzerinden rakibini sıkıştırmak istiyor. ABD’nin onay vermemesinden dolayı da kısa vadede ciddi bir sınır ötesi askeri operasyon ihtimali son derece düşük. Savaş tamtamlarının fos çıkması üzerine Genelkurmay ve burjuva medya şovenist duyguları diri tutmak için bu kez de “Kuzey Irak’ta Türk askerine silah çekildi” hikayesinden medet umma yoluna gittiler. Genelkurmay tarafından bu konuda zehir zemberek bir açıklama yapıldı. Kürdistan Bölge Yönetimi’nin değişik kademelerinden gelen özür açıklamaları burjuva medyada “nasıl da korkuttuk“ havalarında yayınlanıyor. Hükümet ile Genelkurmay Başkanı arasında süren gerilim, bu kez Kürt sorunu üzerinden sürdürülüyor, laiklik ve anti-laiklik ikilemi üzerinde süren kapışma da şimdilik sınıra kaydırılmış görünüyor.

Uzun bir süredir gündemden hiç düşmeyen Güney Kürdistan’a yönelik operasyon tartışması, Ulus’taki patlamadan hemen sonra, olay yerine giden Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt’ın, “bu tür eylemler sürecektir” buyurduktan, Güney Kürdistan’daki liderleri eylemin destekçileri olarak ilan ettikten sonra, kamuoyu adeta operasyonla yatıyor, operasyonla kalkıyor. Televizyon ekranlarının, gazete sayfalarının önemli bir bölümü, bu konuya ayrılmış durumda.

Hatırlanacağı üzere, Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt, 12 Nisan’da düzenlediği basın toplantısında kamuoyu önünde “Kuzey Irak’a askeri bir harekât düzenlenmesine ihtiyaç var mı, var! Bu faydalı olur mu, evet olur!” diyerek sürecin önünü açmıştı. Arkasından hükümetin karşı hamlesi gelmiş, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, “Eğer böyle bir ihtiyaç varsa, Genelkurmay yazılı izin başvurusunda bulunsun verelim” diyerek topu yine karşı sahaya atmıştı. Büyükanıt, “yazılı başvuruya ne gerek var” dese de, o da “yazılı talimat” istemekten kendini alıkoyamamıştı.

Yine geçtiğimiz hafta iki Amerikan F-16’sı Hakkari’de “sınır ihlali”nde bulundu. Bu, bugüne kadar yapılan 34. ihlaldir. Ama, bu olay Genelkurmay’ın internet sitesinde, “Genelkurmay’ın tepkisi” olarak yer alınca olay büyüdü. “Milli hassasiyetler” üzerine günlerce propaganda yapıldı. Bu sınır ihlalinin Türkiye’ye nasıl büyük hakaret olduğu ve mutlaka karşılık verilmesi gerektiği televizyon ekranlarının ve gazete sayfalarının önemli bir bölümünü işgal etti. “Sınır ihlal”ini dillerine dolayanlar, Türkiye’nin NATO üyeliği ve ABD’nin casus uçuşlarına ihtiyacının olmayacak kadar Türkiye’nin her sırrına vakıf olduğunu unutmuş göründüler.

Büyükanıt da kendi cephesinden şovenizmi kışkırtır bir şekilde sordu: “Evet Kuzey Irak’a gidersek; orada sadece PKK yok, Barzani de var; onunla da çatışacak mıyız? Hükümet bunu belirlemeli!”

Aynı günlerde Güney Kürdistan’da “görevli sivil timler”den birisinin bir trafik kontrolünde peşmergeler tarafından durdurulup kimlik sorulması, özür dilenmesine, “bilmeden çevirme yapılmış, kimlikler görülünce arama yapılmamıştır” denmesine rağmen aranan fırsat bulunmuştur. Hemen “peşmerge tacizi” manşetlere taşınır. Görünüşe göre, Genelkurmay ve Mehmetçik medyanın hükümetten talebi, sadece PKK’yi değil, Güney Kürdistan’daki siyasi yapıyı da hedefleyen askeri bir operasyon kararı almasıdır.

Peki, Güney Kürdistan’da gerçekten de peşmergeleri, hatta ABD’nin güçlerini de hedef alacak bir askeri harekat yapma niyeti var mıdır? “Bir askeri operasyona karar verme yetkisi Türkiye’dedir, kimseden izin beklemesi gerekmez” efelenmelerini bir yana bırakırsak, “Kuzey Irak’a bir askeri harekâtın önkoşullarından birisi ABD ile uzlaşmaktır” şeklindeki tespitler de göstermektedir ki, bugünkü siyasi konjonktürde AKP hükümetinin, Büyükanıt’ın tanımladığı gibi bir kararı çıkarması imkansız görünmektedir.

Büyükanıt’ın Kuzey Irak’ta PKK dışında Barzani ve ABD’nin olduğunu hatırlatarak, “Biz sadece PKK’ye karşı mı Kuzey Irak’a gireceğiz, yoksa Barzani ile hatta ABD ile de savaşacak mıyız? Hükümet böyle ‘hedefleri’ de gösteren bir siyasi karar çıkarmalı ki biz de askeri hazırlıkları ona göre yapalım” mealindeki sözleri, yalancı pehlivan rolünü sona erdirmekte, gerçek niyeti ortaya koymaktadır. Sözlere bakarsak, Genelkurmay, hükümetten “ABD, Barzani güçlerine karşı savaşacaksınız” kararı çıkarmasını istemektedir! Yani hiçbir şey istememektedir! Açıktır ki, hükümetten böyle bir karar çıkarmasını beklemek, ölüden gözyaşı beklemekle aynı şeydir.

Kuşkusuz ki, ABD’nin onayı olmadan bir “sınır ötesi operasyonun mümkün olmadığını en başta Büyükanıt bilmektedir. Nitekim, Washington’dan “sınır ötesi operasyon” ile ilgili gelişmelerin nasıl değerlendirildiği konusunda “ABD’nin sesi” Yasemin Çongar, Milliyet’teki köşesinde şöyle yazmaktadır:

“Bir kere, Genelkurmay Başkanı’nın bu sözleri, 12 Nisan’daki, ‘K. Irak’a operasyon yapılmalı mı? Yapılmalı. Fayda sağlar mı? Sağlar’ şeklindeki açıklamasından bir tür ‘geri adım’ sayıldı. Görüştüğüm ABD’li kaynakların çoğu, 12 Nisan’da, sınır ötesi operasyon konusunu, bunun ‘ivedi bir askeri gereklilik’ olduğunu düşündürtebilecek sözlerle gündeme sokan Büyükanıt’ın, 31 Mayıs’ta, böyle bir operasyon için frene bastığı izleniminde. Washington, Genelkurmay Başkanı’nın, ‘Barzani de, ABD de orada. Onlarla da mı savaşacağız’ sorusunun mantıksal devamını, ‘Siyasi karar çıkarsa, Barzani ve ABD ile de savaşırız’ diye okumaktan ziyade, ‘Operasyon için koşullar pek uygun değil’ diye okuyor.”

Bu değerlendirme yorum gerektirmeyecek kadar açık değil mi?

Dikkat çekici olan bir nokta da, geçmişte, katıldıkları televizyon programlarında, Güney Kürdistan’a operasyon yapılmasının zorunluluğundan bahseden, ellerinde çubuklar, harita üzerinde vurulması gerekli hedefleri, saldırı güzergahlarını gösteren emekli generallerin bir bölümü, Erdoğan’ın “gerekiyorsa operasyon için herşeyi yaparız” demesinden sonra, ortalıkta pek görünmüyor olmalarıdır. Hatta bunların bir kısmı, yapılacak operasyonun başarısızlığa mahkum olacağından dem vurmaya başladı bile.

Kuşkusuz ki, onların tüm kulakları sağırlaştıran kuru gürültülere rağmen kapsamlı bir operasyondan uzak durmalarının nedeni, hem efendileri ABD’nin böyle bir operasyona göstereceği tepkiden, hem de girilecek maceranın tam bir bataklığa dönüşmesinden duyulan korkudur.

Tüm bunlara operasyon ihtimali nedeniyle Güney Kürdistan ve Irak’la iş yapan işadamlarının tedirginliğini de eklemeliyiz. Örneğin, Türk-Irak İş Konseyi Başkanı Ercüment Aksoy, 100’e yakın üye firmanın pek çoğunun bekleme sürecine girdiğini ve diken üstünde olduğunu söylüyor. Bilindiği gibi, bölgede Türk müteahhitlerin 2006 yılında gerçekleştirdikleri işin toplam tutarı ise 1,5 milyar dolar. Müteahhitler Birliği’ne üye olan ve Güney Kürdistan ve Irak’a iş yapan şirketler arasında Kulak İnşaat, Metiş, Yüksel İnşaat, Tepe İnşaat, Makyol, Age İnşaat, Cengiz İnşaat, Yenigün İnşaat, Zafer İnşaat bulunuyor. Ancak, yine Müteahhitler Birliği‘ne üye olmayan onlarca orta ve küçük firma da Güney Kürdistan’da iş yapıyor.

Açıktır ki bugünkü siyasi konjonktürde, AKP hükümetinin, Büyükanıt’ın çizdiği çerçevede bir “sınır ötesi operasyon” kararı çıkarması mümkün değildir. Hükümet, en fazlasından ABD ve Barzani ile anlaşıp “namusu kurtarma” kabilinden sınırlı bir askeri harekat için karar çıkarabilir. Daha ötesi değil.

Peki, hal böyleyken, kapsamlı bir sınır ötesi operasyon için koşullar elverişli değilken, neden bunca gürültü koparılmaktadır? Yapılan, bir “sınır ötesi operasyon” değil, psikolojik savaş odaklı “sınır içi bir operasyon”dur. Hükümet ve Genelkurmay, psikolojik savaşın bütün unsurlarının kullanıldığı bir mücadele yürütmektedir ve mücadelenin hedefi ise, işçi sınıfı ve tüm emekçi kitlelerdir. Bu gerilim politikalarının genel amacı, geleneksel imha, inkar ve asimilasyon politikalarının devamını sağlamaktır. Kısa vadede ise, birincisi, Kürtler’in meclise girmesini önlemek veya en azından sınırlamaktır. İkincisi, AKP hükümetini basınç altında tutarak seçimlerde AKP’nin başarısını mümkün mertebe azaltmaktır.

Açıktır ki, bu iki düzen içi güç arasındaki değişik biçimlerde süren çatışma, işçi sınıfı ve emekçileri onların yedeğine sürükleme riskini içinde barındırmakta, bir askeri operasyon olmasa da sanki olmuş gibi sonuçlar elde etmek isteyen güçlerin ellerini güçlendiren bir süreç olarak yansımaktadır. Bu süreci tersine döndürmenin yolu ise, işçileri, emekçileri ve Kürt halkını birleştirecek bir mücadele ekseni yaratmaktan geçmektedir. Bu acil görev ve sorumluluk tüm devrimcilerin omuzlarındadır.

Şu bilinmelidir ki, 80 küsur yıldır Kürt halkını yok sayan, onları baskı altında tutan sömürgeci sermaye düzeninin hiçbir demagojisi, Güney Kürdistan’a yönelik saldırıyı meşrulaştıramaz. Kürt halkına yönelik operasyon ve katliam tehditlerine derhal son verilmeli, ayrı devlet kurma hakkı da dahil, Kürt halkının tüm temel ulusal hakları önkoşulsuz olarak tanınmalıdır.