27 Nisan 2007 Sayı: 2007/16(16)

  Kızıl Bayrak'tan
   Emperyalist saldırganlığa ve savaşa, kapitalist sömürüye ve köleliğe, faşist baskı ve teröre karşı,
1 Mayıs’ta mücadele alanlarına!
  Kontrgerilladan hesap sormak için 1 Mayıs’ta Taksim’e!
“Taksim’i kazanmak zincirleri kırmaktır!”
Sermaye patronlarının dikensiz “Gül”ü!
Abdullah Gül tercihi “uygar Batı”nın gerçek yüzünü ortaya seriyor!
 İşçiler 1 Mayıs pikniğinde buluştu!
  Coşkulu 1 Mayıs etkinliği
  “1 Mayıs’ta 1 Mayıs alanına, Taksim’e!”
  Neden 1977 1 Mayıs’ının 30. yılında Taksim?
Yüksel Akkaya
  Eğitim emekçilerinin eylemlerinden...
  NATO: Bir saldırı, savaş ve iç savaş örgütü/3 - H. Fırat
  Hatice Yürekli anmaları...
  İşçi-emekçi hareketinden...
  Tecrit duvarları Bağdat’ta!!
  Siyonist rejimin savaş makinesi
yine ölüm saçıyor..
  Dünyadan...
  Irak merkezli Ortadoğu kaynıyor - Abu Şehmuz Demir…
  Yaşasın 1 Mayıs!
  Tümtis Genel Sekreteri Gürel Yılmaz’la 1 Mayıs üzerine konuştuk...
  Güvencesiz çalışmaya, geleceksiz yaşamaya karşı 1 Mayıs’ta iş bırakarak alanlara çıkalım!
  Bültenlerden...
  Mücadele postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

Emperyalizme, şovenizme ve faşizme karşı

1 Mayıs’ta alanlara!

Türkiye işçi sınıfı, ‘77 1 Mayıs’ında Taksim Meydanı’na yüzbinlerle akışıyla, ama sadece sayısallığıyla değil, bu akışı fabrika taburları halinde, bir ordu disiplini içinde gerçekleştirişiyle ve önceleyen haftalarda yoğunlaştırılan tüm tehdit ve saldırılara rağmen bunu yapmış olmakla, sınıf hareketinin o süreçte yaşadığı yükselişi göstermişti.

Ama elbette bu, 1 Mayıs’tan çok önce, artan grev, gösteri ve diğer toplumsal hareketlerde açıkça görülüyordu. Zaten, sermaye devletinin kanlı elini Taksim’e uzatmasının altında da, yükselen bu sınıf hareketi, bu yükselişin gücüyle bir bir koparıp aldığı hakları, sınıf hareketinin yükselişine paralel güçlenen devrimci hareket gerçekliği duruyordu.

Tıpkı bugün İstanbul Valisi’nin yaptığı gibi, ‘77’de de, günler öncesinden tehdit yağdırmaya başlamıştı yetkililer. Yine tıpkı bugün yaptıkları gibi, gösteriye katılımı engellemeye, azaltmaya yönelik türlü saldırılara, yalan-dolana başvurdular. Onlar da bu yöntemlerle sonuç alamayacaklarını biliyordu ki, aynı zamanda o kanlı kontrgerilla operasyonunu hazırladılar. Gözdağıyla yıldıramadıkları kitleler alanı doldurduğunda, eli kanlı katilleri otellerin pencerelerinden, binaların çatılarından kurşun yağdırmaya başladı.

Bugün, bu kanlı operasyonun 30. yılında işçi sınıfı, 30 yıldır sadece kendine yasaklı kılınan Taksim alanına yeniden çıkmaya hazırlanıyor. Bunu yine yöneticilerin tehditleri, polis-jandarma-mahkeme üçlüsünün saldırıları altında gerçekleştiriyor. Sorunu sadece 30 yıl önce dökülen kanın hesabını sormak değil elbette. Asıl, bu 30 yıl boyunca, kimi zaman küme küme, kimi zaman parça parça gaspedilen hakların hesabını sormak gerekiyor. Kanlı 1 Mayıslarla, kanlı-kansız darbelerle, namluların gölgesi, dipçiklerin darbesi altında gaspedilmiş olan haklarını... Yıllar şovenizmle geriletilen/gericileştirilen kitlelerin, kapatılan-yasaklanan örgütlerin, satın alınan-düşürülen-düşkünleştirilen örgüt yönetimlerinin hesabını...

Hala, ‘yasak!’ diye tutturan devlete, ‘biz bu yasağı tanımıyoruz’ deniliyor. Bir yer, bir meydan sadece işçi sınıfına yasak olamaz, deniliyor. Herkese serbest sadece işçiye yasağı açıklayamıyor, ‘yasak!’ demeyi sürdürüyorlar. Afiş yapmayı, bildiri dağıtmayı engelleyebilirlerse, kimse Mayıs’ın 1’inde 1 Mayıs kutlandığını duyamayacak, bilemeyecek sanıyorlar herhalde. Vali ‘izinsiz gösteri için koruma önlemi almayız’ deyince, işçilerin, ‘polis koruması olmadan mitinge gitmem’ diyerek vazgeçeceğini ya da...

DİSK’le Türk-İş arasında ‘alan tartışmasına kilitlenmek’ üzerinden süren tartışma, aslında sermaye devletiyle işçi sınıfı arasında süren, ve çok daha derin anlamlar taşıyan bir inatlaşmaya dönüşmüş bulunuyor. İşçi sınıfı Taksim’i neden önemsediğini açıkça anlatıyor. Afişleri, bildirileriyle bilmeyenlere duyurmaya çalışıyor. Devletse kendi cephesinden öneminden hiç söz etmediği gibi, işçi sınıfının açıklamalarını da engellemeye çalışıyor. Bilenler dışında başka kimseler duymasın istiyor.

Bu 1 Mayıs’ta Taksim, geçmişten çok gelecek için bir anlam ifade edecekse, Taksim yasağını çiğnemek, işçi sınıfı ve emekçi kitlelere, Kürt halkına ve azınlıklara yönelik yaşama hakkı yasağının çiğnenebilmesini getirecekse, Taksim’e çıkan yollarda sadece işçilerin değil, her ulustan ve azınlıktan emekçilerin de ayak izleri kalmalıdır.


“Birlik, mücadele ve dayanışma” için Taksim’e!.. 

Birlik ve mücadelenin önündeki tüm barikatları yıkmaya!..

Türkiye işçi sınıfını birleştiren, kaynaştıran sayılı olaylardan biridir ‘77 1 Mayıs’ı. Gerçi adı kanlı 1 Mayıs kalmış, gerçi o tarihe kontrgerilla cumhuriyetinin alçak bir operasyonu damgasını vurmuş, ancak bu kirli harekat dahi o mitingin görkemine gölge düşürememiştir.

İstanbul işçisi ta işgal döneminin 1 Mayıs kutlamalarından günümüze, pek çok ünlü greve, direnişe imzasını attı. Gamaklar, Kaveller, Demir Dökümler, Paşabahçeler unutulmadı, unutulmayacak da. Fakat bunların her biri, ne denli görkemli olurlarsa olsunlar, fabrikalar, işletmeler bazında bir büyüklük ifade ediyordu. Kocaeli’ne kadar uzanan bir havza halinde sınıfı birleştiren ve harekete geçiren iki büyük olay, birkaç muhteşem gün var ki, sınıfın birliği ve mücadelesi dendiğinde onlar akla gelir; 15-16 Haziran ve ‘77 1 Mayısı…

Bugün yine Taksim diyoruz. 30 yıl değil 300 yıl da geçse unutmadığımızı, unutmayacağımızı, döktükleri kanın hesabını isteyeceğimizi söylüyoruz. Ama asıl, sınıfın birliğini yeniden kurmak, mücadelesini yeniden yükseltmek için yönümüzü Taksim’e çevirmiş bulunuyoruz. Çünkü asla unutulmaması gereken bir gerçek var; dökülen kanların da, çalınan/yağmalanan alınterinin de hesabı ancak işçilerin birliği ve mücadelesiyle sorulabilir.

Türk-İş’in bütün bir tarihi -tıpkı kuruluş amacı gibi- sınıfı bölmek, parçalamak, satmak şeklinde özetlenebilir. Şimdi yine kullanmaya kalkan olmasın diye açıklamak gerekiyor; bu tanımlanan ihanet tarihi, hiç kuşkusuz, üyeleriyle birlikte örgütün değil, tepesindeki yönetici ihanet şebekesinin tarihidir. Türk devleti genelde açık savaşı tercih etmekle birlikte, sınırlı da olsa Türk-İş türünden Truva atları kullandığı da olmuştur. Devlet eliyle Amerikalar’a gönderilip sarı sendikacılık okulunda eğitilen ilk yöneticileri, onların eğittiği ardılları izlemek suretiyle, sermaye devletine ve düzenine karşı görevlerini -kaleyi içten fetih görevini- sürdüregeldiler.

Ancak Türk-İş, elbette görev icrasında istikrarlı bir başarı kaydedebilmiş değildir. 15-16 Haziran gibi, ‘77 1 Mayıs’ı gibi, sınıfın birliğini engelleyemediği büyük günler de yaşandı bu ülkede. Bir mücadeleyi zaferle sonuçlandırma adına, hakları söke söke alma adına ne başarıldıysa ya Türk-İş’siz, ya da Türk-İş’e rağmen başarıldı bugüne dek. Türk-İş’in etkin olduğu hemen her mücadelenin sonu ise bozgundan, dahil olduğu her eylemin sonu da bozgunculuktan ibarettir. Demek bundan böyle de sınıfın birleşik mücadelesi Türk-İş’e rağmen, onun bozgunculuğu engellenerek, o etkisiz hale getirilerek kurulabilecektir.

Bugün yine, 1 Mayıs gibi işçi sınıfının çok önemli bir gününde, üstelik içeriği de “birlik, dayanışma, mücadele” olan bir günde, Türk-İş, tarihsel rolünü icra etmek üzere, İstanbul’da ikinci bir kutlama için kolları sıvamış bulunuyor. Kendisine çağrı yapılmış, Taksim kararı ve gerekçesi açıklanmışken, en azından bir kısım üyesini Taksim’den uzak tutmakla görevlendirildiği açıktır. Şimdi Türk-İş üyelerine, tek tek işçi üyelere de değil, Türk-İş’e üye sendikalara düşen, Türk-İş’in sermaye düzeni ve devletinden aldığı bu görevi, sınıfın bölünmesi/zayıflatılması görevini engellemektir.

İşçi sınıfının içinde bulunduğu durum ortadadır. Sermaye düzeni, dünya çapında bir plan dahilinde ve güçlerini dünya çapında birleştirmiş vaziyette saldırıya geçmiş durumdadır. Tüm dünyada proletaryanın 150 yıllık kazanımlarını ortadan kaldırmaya, işçi sınıfını uysal köleler haline getirmeye çalışmaktadır. Sınıf zaten çeşitli yöntemlerle parçalanmış, örgütsüzleştirilmiş, örgütleri ya yasaklanmış, ya düşürülmüş, ya satın alınmıştır.

Küllerinden yeniden doğmanın, yeniden bir sınıf olarak ayağa kalkmanın ve varlık göstermenin bir tek yolu vardır; birleşmek ve mücadele etmek!

Bunun önündeki tüm engelleri aşarak işe bir yerinden başlamak gerekiyor. 1 Mayıs’tan başlamak gerekiyor. Birlik, mücadele ve dayanışma günü 1 Mayıs’ta Taksim’e çıkmaktan...