20 Nisan 2007 Sayı: 2007/15(15)

  Kızıl Bayrak'tan
   İşçi sınıfı ve emekçilerin safı sermaye düzeninin tam karşısıdır!
  ABD’nin yeni Özal olma yolunda ilerleyen Erdoğan karşısında, ipleri Pentagon’un elinde bulunan ordu çaresiz!..
14 Nisan’da Ankara kırmızı-beyazdı...
1 Mayıs’ta Taksim kızıl olacak!
İstanbul’da 1 Mayıs çalışmaları...
İzmir’de 1 Mayıs çalışmalarından...
 1 Mayıs çalışmalarına polis terörü
  Bu coğrafyada yaşlı-genç demeden
Kürt öldürmek suç değil!
  Tahkim edilen 12 Eylül hukukuyla
ordu fiilen de yönetimde!
  Bağımsızlık ve egemenlik
sosyalizmle mümkündür!
A. Aydın
  Sınıf ve emekçi hareketinden...
  Yapı-Yol Sen’den iş yavaşlatma eylemleri... ...
  NATO: Bir saldırı, savaş ve iç savaş örgütü/2 - H. Fırat
  Hatice Yürekli yoldaş ölümsüzdür!
  Özgür bir gelecek için
1 Mayıs’ta alanlara!
  “GATS ve AB Uyum Sürecinde Meslekler Nereye?” Sempozyumu başarıyla gerçekleştirildi!
  Gençlik hareketinden...
  1 Mayıs’ta Taksim’e giderken:
İki miting, bir yorum - Yüksel Akkaya
  DİSK/Dev Sağlık-İş Sendikası Genel Sekreteri Arzu Çerkezoğlu ile 1 Mayıs üzerine konuştuk…
  Türk- İş’e bağlı Belediye-İş Sendikası İstanbul 2 No’lu Şube Başkanı Hasan Gülüm’le
1 Mayıs üzerine konuştuk...
  Lübnan’da iç savaş kışkırtıcıları işbaşında!
  Dünyadan...
  Filipinler Komünist Partisi’nin kurucusu Prof. Jose Maria Sison ile konuştuk...
  Saldırganlığın “dayanılmaz” sınırsızlığı! -
M. Can Yüce
  6. Bir-Kar Gençlik Kampı başarıyla gerçekleşti...
  Mücadele postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

1 Mayıs’ta Taksim’e giderken: İki miting, bir yorum

Yüksel Akkaya

Son dönemde yaşadığımız iki “miting”in önemli dersler ve deneyimler içerdiğini düşünmek yanlış olmasa gerek. Mitinglerden ilki Hrant Dink cinayeti ile ilgili. Pek çok insanın elli bin kişi katılsa iyi olur dediği bu “miting” yabancı ajanslara göre ikiyüz binden fazla insanın katıldığı bir mitingi idi. Bu mitinge katılanlar en soldan en merkeze kadar olan insanlardı. Sadece solcular olsa idi, sayıları en radikal eylem ve 1 Mayıslar’da olduğu gibi elli bin civarında olurdu. Bu durumda Hrant Dink’in cenaze törenlerine katılanları, yabancı ajansların verileri ile ikiyüz binden fazla olarak kabul edeceksek, solculardan geriye kalan yüz elli bine bir “adres” biçmemiz gerekiyor. Cinayet gecesi, Agos’un önüne yürüyenler içindeki “orta sınıf” temsilcileri bize bir çok şey anlatmış olabilir mi? Hrant Dink cinayetinin protestosuna katılan “kalabalık” 12 Eylül sonrasının meydana çıkmama/çıkamama korkusunu yenmiş bir kalabalık idi. Bu nedenle önemsenmesi gerekiyor.

Ankara’daki 14 Nisan mitingine katılıma yönelik dile getirilen sayılar değişmektedir. Biz yine yabancı ajansları veri alarak üçyüz bin civarında bir katılım olduğunu düşünelim (ince matematiksel hesaplarla sayıyı en fazla yüzbin civarında tutan dostlarımızın görüşünü de bir kenara not ederek). H. Dink’in cenazesine katılanların temsil ettiği bir kitlenin önemli bir bölümü Ankara’daki 14 Nisan mitingine katılır mıydı? Ya da soruyu tersine çevirerek sormak gerekirse, Ankara’da 14 Nisan mitingine katılanların önemli bir bölümü İstanbul’da yaşasa idi H. Dink’in cenaze törenine katılır mıydı? İki soru bize, H. Dink cenazesinde olduğu gibi, Ankara’da da orta sınıfın bir parça 12 Eylül travmasını atlatarak sokağa çıkma cesaretini gösterdiğini sorgulatabilir. Kuşkusuz, her iki mitingin düzenleyicilerinin ve amacının farklı olduğunu da gözardı etmeksizin. Ancak, bunca farklılığa rağmen katılımcıların önemli oranda aynı ortak paydayı oluşturması mutlaka sorgulanmalıdır. Zira 14 Nisan Ankara mitingi Ertuğrul Özkök’ü “ürkütmüş” durumda. Oysa, H. Dink cenazesine olan yüksek katılım ilkin sevindirmiş, sonra kaygıya büründürmüştü. Gerçi, E. Özkök aynı tavrını Ankara mitinginde de sergiliyor: hem sahipleniyor, hem ürküyor. İki mitingi anlamada, bu durumda, E. Özkök bizim için turnosol kağıdı işlevi görüyor. Güzel. Sermaye cephesini en has temsilcisinin gözü ile iki mitingi anlamaya, yorumlamaya çalışmak önemli ipuçları verse de yeterli olmayabilir. Biz şimdilik anlamak ve yorumlamak konusunda E. Özkök’ten yararlanmaya devam edelim:

“Sadece Nişantaşı değilmiş”, başlığı E. Özkök’ün 15 Nisan tarihli yazısının başlığı. Kuşkusuz, bir Ankaralı gözü ile yazıp, “Sadece Çankaya değilmiş” demesi gerekirdi, ancak kendisi İstanbul kafalı düşündüğü için böyle demiş. Bu kadarcık kusur ile yetinse diyeceğimiz olmayacak da, hazret sınır tanımayıp bizi tahrik ediyor ve şöyle devam ediyor:

“Mitingde atılan sloganların bir bölümüyle yüzde yüz mutabıkım.

Ama yapılan konuşmalarda dile getirilen görüşlerin yüzde 80’iyle kesinlikle mutabık değilim.

Ben Avrupa Birliği’nden yanayım.

Konuşmacılar, karşıydı.

Ben küreselleşmenin, Türkiye gibi ülkelerin yararına olduğuna eminim.

Konuşmacılar, küreselleşmeye çok öfkeliydi.

Ben özelleştirmeden yanayım.

Konuşmacılar, özelleştirmeye karşıydı. Ben yabancılara konut, arsa satılmasına karşı değilim, konuşmacılar fena halde karşıydı.

Ben ABD’nin bazı uygulamalarına kızıyorum, ama Amerika düşmanı değilim.

Konuşmacılar hem Amerika hem Avrupa düşmanı havadaydı.

Konuşmacıların büyük bölümü işadamlarına, medyaya kızıyordu.

Ama en sevdikleri yazarların, yine bu medyada yazdıklarını dile getirmiyorlardı.

Mutabık olduğum noktaya gelince... Laiklik konusundaki hassasiyette ben de onlarla aynı kamptayım.

Öyleyse, yapılan konuşmaların yüzde 80’ine karşı olduğum bir mitingi neden yararlı buluyorum?”

Evet, E. Özkök böyle diyor. O zaman, sermaye cephesinin en has temsilcisi olan bir kişi bunları söylüyorsa, bizim de bir takım sorular sorup, yanıt aramamız gerekiyor.

Soruları, 1 Mayıs ve Taksim’deki gösteri üzerine kurgulamak yararlı olacak. H. Dink’in cenazesine katılan, Ankara’daki 14 Nisan Mitingine katılan kalabalık 1 Mayıs’ı önemser mi? Önemserse neden, önemsemezse neden? H. Dink’in cenazesinde ve 14 Nisan mitinginde yollara dökülenler 1 Mayıs kutlamalarına niye gelmez? 1 Mayıs kutlamaları, tam da hitap edeceği bazı kesimleri ve onların dışındaki “daha cüretkar!” orta sınıfı, bir haklar manzumesi temelinde, bir toplumsal muhalefetin parçası olarak niye aynı meydanlarda buluşturamaz? Bir toplumsal muhalefet ve mücadelede kimler müttefiktir, kimler birer müttefik olarak dönüştürülmeye adaydır? Halk dediğimiz kitle kimlerden oluşur? Halk denilen kitlenin önemli bir kesime ile arasına mesafe koyan bir solun toplumsal muhalefet ve mücadelesi ne kadar başarılı olur? Son soru, kendi ordusunu oluşturamamış bir muhalefet, orduyu karşısına alıp, yok sayarak iktidar olabilir mi? Bu anlamda Nikaragua ve Venezüella sol için neyi ifade eder?

14 Nisan Ankara mitingi, büyük ölçüde, darbeci emekli bir generalin başkanı olduğu bir dernek tarafından örgütlendi. Ancak, mitinge katılanlar ve sonuçları başlangıç amacı ve hedefini bir miktar aştı. Tıpkı, H. Dink’in cenaze töreninde olduğu gibi. Bu iki miting bize, kitlelerin ne zaman nasıl davranacağının sürprizlere açık olduğunu gösteriyor. Zira, her iki miting için de elli bin civarındaki bir katılım “iyi” bir sayı olarak kabul ediliyordu. Ancak, her ikisi de bu sayıyı “sürpriz” bir oranda aşmış olarak kabul ediliyor. Bu durumda her iki mitingin “sihrini” anlayarak, Taksim’deki 1 Mayıs kutlamaları için ne yapılmalı ve nasıl yapılmalı sorularına daha anlamlı yanıt aramak da devrimci bir gereklilik ve zorunluluk oluyor. Önümüzdeki 30 yıl öncesinin kana bulanmış, ama görkeminden de çok şey kaybetmemiş 1977 1 Mayıs deneyimi de dururken, bu 1 Mayıs’ı görkemli kılmamak için nedenlerimiz daha az olmalıdır. “Taksim yasağı” bir tahrik olmalı, böylece bir korku yerine bir cesareti körüklemelidir. Sorun, bunu anlatabilmek ve meşruiyetini göstermekte geçiyor. 1 Mayıs 2007’de bunu ne kadar başarabildiğimiz, ve bir önceki mitinglerden ne kadar ders çıkardığımızı da görmüş olacağız. Öfke ve umut, bir güven ile kucaklaşmışsa sorun olmayacaktır.