20 Nisan 2007 Sayı: 2007/15(15)

  Kızıl Bayrak'tan
   İşçi sınıfı ve emekçilerin safı sermaye düzeninin tam karşısıdır!
  ABD’nin yeni Özal olma yolunda ilerleyen Erdoğan karşısında, ipleri Pentagon’un elinde bulunan ordu çaresiz!..
14 Nisan’da Ankara kırmızı-beyazdı...
1 Mayıs’ta Taksim kızıl olacak!
İstanbul’da 1 Mayıs çalışmaları...
İzmir’de 1 Mayıs çalışmalarından...
 1 Mayıs çalışmalarına polis terörü
  Bu coğrafyada yaşlı-genç demeden
Kürt öldürmek suç değil!
  Tahkim edilen 12 Eylül hukukuyla
ordu fiilen de yönetimde!
  Bağımsızlık ve egemenlik
sosyalizmle mümkündür!
A. Aydın
  Sınıf ve emekçi hareketinden...
  Yapı-Yol Sen’den iş yavaşlatma eylemleri... ...
  NATO: Bir saldırı, savaş ve iç savaş örgütü/2 - H. Fırat
  Hatice Yürekli yoldaş ölümsüzdür!
  Özgür bir gelecek için
1 Mayıs’ta alanlara!
  “GATS ve AB Uyum Sürecinde Meslekler Nereye?” Sempozyumu başarıyla gerçekleştirildi!
  Gençlik hareketinden...
  1 Mayıs’ta Taksim’e giderken:
İki miting, bir yorum - Yüksel Akkaya
  DİSK/Dev Sağlık-İş Sendikası Genel Sekreteri Arzu Çerkezoğlu ile 1 Mayıs üzerine konuştuk…
  Türk- İş’e bağlı Belediye-İş Sendikası İstanbul 2 No’lu Şube Başkanı Hasan Gülüm’le
1 Mayıs üzerine konuştuk...
  Lübnan’da iç savaş kışkırtıcıları işbaşında!
  Dünyadan...
  Filipinler Komünist Partisi’nin kurucusu Prof. Jose Maria Sison ile konuştuk...
  Saldırganlığın “dayanılmaz” sınırsızlığı! -
M. Can Yüce
  6. Bir-Kar Gençlik Kampı başarıyla gerçekleşti...
  Mücadele postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

Adı üstünde “Türk” Ceza Kanunu…

Bu coğrafyada yaşlı-genç demeden Kürt öldürmek suç değil!

Uğur Kaymaz davası sonuçlandı. 13 yaşında bir çocuğu -kaç kurşunla olduğunun hiç önemi yok- katletmek Türk Ceza Kanunu’na göre suç teşkil etmiyor. Bugün bunu öğrendik! Hele ki bu çocuk Kürt ise kaç yaşında olduğunun da önemi yok, isterse kundakta olsun! Bırakın cezayı öldürenler neredeyse kahraman ilan ediliyor.

Uğur Kaymaz Mardin Kızıltepe’de yaşayan 13 yaşında bir çocukken, bir gün evden terlikleriyle babasının kamyonunun yanına çıktığı sırada kurşunlanarak öldürüldü. Ardından terörist olduğuna dair açıklamalar yapılan Uğur, devlet terörünün kurbanı olmuştu. 13 yaşında bir çocuğun ölümünün sorumluluğunu üzerinden atmak isteyen devlet “terörist” propagandasında ısrar etti. Hatta silahlı çatışma iddialarında bile bulundu. Ama Kaymaz “ölü ele geçirildiğinde” ayağından yattığı yerin az ilerisine fırlamış terlikler devletin katliamcı yüzünün küçük birer kanıtı olarak tarihe geçti.

Sonra Kaymaz’ı katleden polisler mahkemeye verildi. Uzunca bir süreç başlamış oldu. Kaymaz ailesi ve davayı takip eden duyarlı kesimler için tam bir kaçma-kovalamaya dönüşen bu süreçte, duruşmalar güvenlik gerekçesi ile Mardin’den Eskişehir’e taşındı. Aynı süreçte ancak “mülkün” temeli olabilmiş adalet kapılarını bir kez daha topluma kapadı. Devlet terörünü aklama kurumu olarak işletilen mahkemelerden dışarıya bilgi sızmaması için duruşmaların halka açık işletilmesi mahkeme kararıyla ve sözde kamu yararı için yasaklandı.

Sermaye düzeni içeriden dışarıya bilgi sızmasını, mahkemelerde dökülen pisliklerinin kamuoyuna duyurulmasını engelleme çabasına dalmıştı ama, içeriden dışarıya leş kokuları sızıyordu. Kapıların altını tıkasalar, bütün anahtar deliklerini, pencereleri, havalandırmaları da kapasalar engelleyemedikleri bir çürüme kokusuydu bu. Dışarıda mahkemenin sonucunu bekleyen, Uğur Kaymaz’a sahip çıkanlara sıkılan biber gazını bastıran bir kokuydu. Ve o koku bugün hiç olmadığı kadar keskinleşti. Çünkü bugün Uğur Kaymaz bir kez daha devlet terörüne kurban gitti. Uğur Kaymaz’ın katili olan 4 polis beraat etti. Böylece sermaye düzeni bundan sonra yeni cinayetlerin önünü açacak tarihi bir içtihat yaratmış oldu, “Bu ülkede Kürt öldürmek suç değil! Kürt öldürmenin cezası yok ama Kürt olmanın cezasını Kürt olan ölü ya da diri çekmek zorunda!”

Uğur Kaymaz’a borçluyuz!

Dava sonucuna şaşırmamak gerekiyor. Sermaye düzeninin hukukunun uygulaması yine onun kendi iç dengelerinin ihtiyaçlarına göre değişir. Kimine uygulanır, kimine uygulanmaz. Bugün vardır, yarın yoktur. Evet, TCK’da adam öldürmek suçtur. Ama adı üstünde o “Türk” ceza kanunudur. Ve dahası sermaye düzenine göre hangi Kürt adamdan sayılır?

Bütün bu tartışmaları bir kenara bırakmak gerekiyor. Sözün bittiği yerdeyiz artık. Uğur Kaymaz’a borçluyuz. Ve borcumuzu sözlerle, ağıtlarla ödeyebilmemiz mümkün değil. Borçluyuz çünkü bir bütün olarak suçluyuz!

Suçluyuz; çünkü Uğur Kaymaz öldürülmeden önce öldürülebilme ihtimalini hepimiz biliyorduk. Adını bilmiyorduk belki, yaşını, hangi şehrin hangi kana bulanmış tepesinde yaşadığını da… Ama bu coğrafyada devlet eliyle yükseltilen şovenizmin bir gün O’nu da vuracağını biliyorduk. Engellemeye çalışmadık. Engellemek bunu ilk öğrendiğimiz anda sokağa çıkmak ve bu düzene lanet okumakla mümkün olabilirdi ancak.

Suçluyuz; çünkü bu bilgimiz çok eskilere dayanıyordu bizim. İlk bilinçli bilmemiz lise yıllarımızdı belki… Ama ilkokul sıralarında okuma yazmayı en geç öğrenen sıra arkadaşımıza öğretmenin nasıl bir muamale yaptığında öğrenmiştik aslında. Ama işte bildiklerimizi unuttuğumuz için suçluyuz!

Mahkeme sonucundan bile biz sorumluyuz! Hrant Dink’in cenazesinde “Hepimiz Ermeni’yiz” sloganını attığımız güçlülükte haykıramadığımız için Uğur’un adını sokaklarda… Sermaye düzeninin suratına “Hepimiz Kürdüz” diyerek bir tokat gibi çarpamadığımız için suçluyuz. Bir kısmımız estirilen ilk şoven rüzgarda kabuğuna çekildiği ve korktuğu için, bir kısmımız bu rüzgara kapılıp sürüklendiği için…

Ve işte bizler böylece elbirliği ile 13 yaşında bir çocuğun ölümüne neden olduk! Ölümüne göz yumduk, ölümünden sonra sustuk, sustuktan sonra unuttuk.

Sözün bittiği yerdeyiz bugün. Söylenecek çok söz var ama Uğur’a değil, birbirimize… Artık daha fazla cinayetin istemsiz suç ortağı olmak yerine, gönüllü bir mücadelenin parçası olmak zorundayız. Çünkü bizler Uğur’a koca bir yaşam borçluyuz!



Büyükanıt’ın açıklaması Kürt düşmanlığının tescilidir

Bu ülkede kurmaylar hemen her konuda ve çok sık konuşsa da, Genelkurmay’ın MGK toplantısı ardından ayrıca bir basın açıklaması yapma ihtiyacı duyması rutin dışı bir tutumdu. Büyükanıt’ın gündeme taşıdığı konular, hiç kuşkusuz MGK toplantısında da tartışma ve karar konularıydı. Ancak bu kez ayrıntıyı olabildiğince gizleyen genel ifadelerle kaleme alınmış bir MGK bildirisini yeterli görmemiş olmalılar ki, bu basın açıklamasına ihtiyaç duydular. MGK bildirisi yine aynı ayrıntısız biçimiyle yayımlandı, ayrıntılarını açıklamak Büyükanıt’a kaldı.

Gerek iç gerekse dış basında, Büyükanıt’ın söyledikleri arasından öne çıkarılan, Kuzey Irak’a operasyon meselesi oldu. Dünyada bu konunun yankı bulmasının belirli bir zemini var kuşkusuz. Ancak içerde, ABD’nin izni ve desteği olmadan bunun mümkün olmadığı biline biline (kuşkusuz bunu dünya da bilmekte, konuyu işleyen basın organlarında ABD’nin uyarılarına yer verilmektedir) ve başka pek çok iç mesele hakkında onca vahim görüş ortaya dökülmüşken, operasyon konusunun öne çıkarılması, diğerlerinin üstünü örtme niyetinden başka bir anlama gelmiyor.

Büyükanıt, andıç meselesinden darbe iddialarına, Şemdinli davasından yasal bir parti (DTP) ve yasal bir yayın organına (Gündem) kadar, çoğu Kürtlerle ilgili olmak üzere, başka herhangi bir vatandaş söylese tümü de suç unsuru oluşturan açıklamalarda bulundu. Nitekim, Diyarbakır Barosu’ndan, Şemdinli davasıyla ilgili sözleri nedeniyle hakkında suç duyurusunda bulunulacağı açıklandı. Büyükanıt, DTP’yi terör örgütüyle bağlantılı göstermekle yetinmedi, Gündem’i örgüt yayını yaptı. Ve elbette, andıçı da, darbe kurgucularını da sahiplendi. Şemdinli günlerinde bombacı katilleri sahiplenmiş biri, emekli de olsa bir kuvvet komutanını yalnız bırakacak değildi kuşkusuz.

Büyükanıt’ın Türkiye’deki Kürtlere yönelik olarak bir kez daha açığa vurduğu bu azgın kin ve düşmanlık, Irak’taki Kürtlere yönelik olanlar ve operasyon tehditlerinin aslında ve daha çok içerdekilere yönelik tehdit anlamına geldiğini gösterir. Özellikle Kürtler’in yasal haklarına ve kazanılmış mevzilerine karşı sarfedilen sözler, terörün artık büyük oranda bir bahaneden ibaret olduğunu, Kürt halkını daha çok ezmek ve sindirmek amacıyla kullanıldığını/yararlanıldığını da gösteriyor. Zaten bu konuşma, Newroz öncesinde yoğunlaştırılan ve giderek dozajı artırılan DTP ve yerel yöneticilere yönelik saldırıların ardından gelmiştir. Büyükanıt’ın açıklamaları, tümüyle yasadışı bu saldırıları sürdürme kararlılığının ifadesidir.

Yalnız, andıç ve darbe hazırlığına ilişkin iddialarla ilgili tutum da gösteriyor ki, Genelkurmay’ın hıncı ve düşmanlığı hiç de Kürtlerle sınırlı değildir. Ülkenin tüm ileri, devrimci, demokrat hareketine karşı büyük bir öfke ve hınç besledikleri açıktır. Nitekim ilk darbe, Büyükanıt’ın konuşmasından bir gün sonra, Genelkurmay emriyle yapılan ani bir baskınla bilgisayar ve belgelerine el konmak suretiyle Nokta dergisine yönelmiş bulunuyor. Bu dergiyi, bilindiği gibi ne Kürtler ne dinciler ve ne de devrimciler çıkarıyor. Fakat gene de suçu büyüktür. Askeri sırları ifşa etmiştir.

Büyükanıt’ın bu son konuşması bir kez daha göstermiştir ki, Türkiye’de ordu yönetimdeki tekelini koruma konusunda kararlıdır. Terör edebiyatını da uzunca bir zamandır bu amaca hizmet edecek biçimde kullanıyor. PKK’nin attığı hiçbir geri adım yeterli olmuyor. Kürt halkına karşı kirli savaşı sürdürerek yerlerini korumaya, önemlerini kanıtlamaya çalışıyorlar.