10 Kasım 2006 Sayı: 2006/44 (44)
  Kızıl Bayrak'tan
   İstanbul İşçi Kurultayı öncü işçileri göreve çağırıyor!
  Ecevit’in ölümü işçi ve emekçilerin bilincine yönelik bir saldırıya dönüştürüldü…
  Azılı bir devrim düşmanı, azılı bir Kürt düşmanı ve sinsi bir emekçi düşmanı!..
  Ecevit’in zor ölümü!
Ecevit’in misyonu ve sendikacıların gözyaşları
YÖK protestolarından.
6 Kasım’da yansıyanlar…
 Burjuva ideolojik egemenliğe karşı mücadele ve sınıf hareketi (Orta Sayfa)
  “Sınıfa Karşı Sınıf Kurultayı” çalışmalarından…
  Sınıf bilinçli işçiler Kurultay’a çağırıyor!..
  Vi-Ko Elektrik’te sendikal örgütlenmeye patron saldırısı
  UNO patronu işçilerin sendikalaşma talebine saldırıyor!
  ODTÜ’de soruşturma terörü: Baskılar bizi yıldıramaz!
  Nikaragua halkı Amerikan tehditlerine boyun eğmedi!
  ABD-İsrail ikilisi Lübnan’da iç çatışmaları kışkırtıyor
  Siyonistlerden Beyt Hanun’da Nazi uygulamaları!
  Irak hezimeti neo-faşist çetenin birliğini parçaladı
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

Burjuva ideolojik egemenliğe karşı mücadele ve sınıf hareketi

Yürüttükleri savaşta sınıflar yalnızca fiziki güçleri ve silahlarıyla değil, aynı zamanda düşünce ve değerleriyle de savaşırlar. Yalnızca fiziki güçlerini değil, değerlerini, fikirlerini, inançlarını ve ideallerini de birbirlerine kabul ettirmeye ve egemen kılmaya çalışırlar. Çünkü egemenliklerini ancak bu yolla güvence altına alabilirler, kazandıkları zaferleri ve sağladıkları üstünlükleri ancak bu yolla perçinleyebilirler. Çıkarları birbiriyle uzlaşmaz olan iki ayrı sınıf, iki ayrı düşünce tarzı ve değerler dünyası demektir ve sınıf savaşımı bütün şiddetiyle burada da sürmektedir. Sömürücü sınıfların düşünsel egemenliği, sömürülen-ezilenlerin köleliği ve mücadeleden geri durması anlamına gelir.

Egemen sınıf olarak burjuvazinin ideolojik hegemonyası

İşçi sınıfının tarihsel devrimci rolünü başarıyla oynayabilmesinin önündeki en önemli engellerden birisi de, burjuvazinin işçi sınıfı üzerinde kurduğu ideolojik egemenliktir. Devrimcileşmediği koşullarda işçi sınıfının burjuva ideolojisinin egemenliği altında kalması son derece anlaşılır bir durumdur. Zira “egemen sınıfın düşünceleri, bütün çağlarda egemen düşüncelerdir de, başka bir deyişle, toplumun maddi egemen gücü olan sınıf, egemen manevi güçtür de. Maddi üretim araçlarını ellerinde bulunduran sınıf, aynı zamanda, entelektüel üretim araçlarını da emrinde bulundurur” (Marks-Engels, Alman İdeolojisi, s 83-84, 1976)

Mücadele etmesi için değil ama, girdiği sayısız mücadeleyi kazanması ve sınıfsal egemenliğini kurabilmesi için işçi sınıfının burjuvazinin ideolojik egemenliğinden kurtulması, gerici barikatları aşması zorunludur. Çünkü, üzerinde kurduğu ideolojik egemenlikle burjuvazi işçi sınıfını kendi gerici fikirleriyle zehirler, sınıfı bölüp parçalar ve işçilerin bir sınıf kimliği ve sınıf bilinci edinmesini engeller. Ve sonuçta onu, devrimci sınıf mücadelesinden uzaklaştırır. İşçi ve emekçileri kendi gerici fikirleriyle ne ölçüde zehirlerse, ne ölçüde emekçileri yanıltırsa, egemenliğini de o ölçüde güvence altına alır ve süreklileştirir.

Demek ki, işçi sınıfının burjuva ideolojik egemenliğine karşı mücadelesi, özünde sınıf bilincini ve sınıf kimliğini kazanması, mücadele birliğini sağlaması ve diğer manevi silahlarını kuşanması sorunudur. İşçi sınıfı, burjuva gerici egemenliğiyle hesaplaştığı ölçüde, geri bilincini aşar ve manevi silahlarına kavuşur. Böylece bağımsızlaşır, devrimcileşir ve kendisi için bir sınıf haline gelir.

Burjuva ideolojisini aşabilmenin nesnel dinamikleri...

Peki, bu hesaplaşmanın zemini ve koşulları nedir? Bir başka ifadeyle, tüm topluma hakim olan gerici ideolojik cendere, nereden başlayarak, nasıl kırılır? İşçi sınıfı yalnızca mücadele ederek bu ideolojik cendereyi parçalayabilir mi? Bir başka deyişle sınıf bilinci, devrimci bir sınıf kimliği yalnızca mücadeleyle kazanılabilir mi? Ya da sadece ideolojik mücadeleyle burjuva ideolojik egemenliğini alt etmek mümkün müdür? Bugünün Türkiye’sinde böyle bir hesaplaşmada işçi sınıfının önündeki öncelikli hedefler ve sınıf devrimcilerine ve öncülere düşen görevler nelerdir? Tüm bu sorunları kısaca ele alamaya çalışacağız. Ama önce tüm bu soruların gerisinde yatan temel bir belirleme yapalım.

İşçi sınıfını burjuva ideolojik egemenliğiyle hesaplaşmaya ve onu aşmaya zorlayan şey, nesnel sınıfsal çelişkilerdir. Sınıf ideolojileri bu zeminde boy verir ve bizzat sınıfsal çelişkileri gizlemek, çarpıtmak için üretilen burjuva ideolojisinin egemenliği bu nesnel zeminden başlanarak verilecek topyekun bir mücadeleyle kırılır. Bu kendiliğinden ve kısa bir sürede olmayacağı gibi, işçi sınıfı asalak burjuvaziyi yeryüzünden silmeden onun gerici ideolojik egemenliğinden de tam anlamıyla kurtulamaz. Çünkü fikirler, ideolojiler sınıflardan daha uzun ömürlüdürler ve sınıflar ortadan kalktıktan sonra da etkilerini sürdürürler. Ama hiçbir sınıf, sömürü, eşitsizlik ve adaletsizlik üzerine kurduğu ideolojik ve siyasal hakimiyetini sonsuza kadar sürdüremez. Çünkü egemen sınıfların ezilen ve sömürülenleri sonsuza kadar uyutacak, aldatacak bir sihirli formülleri yoktur.

Bir zamanlar egemen sınıflar, ezilen-sömürülen sınıflar üzerinde hakimiyet kurmak için kendilerini tanrı ilan ettiler. Bu yine de onları, ezilen ve sömürülenlerin şiddetine hedef olmaktan kurtarmadı. Ezilen yığınlar, tanrı diye tepelerine dikilenlerin saltanatlarını yere çaldılar. Tanrı katından düşüp “tanrının yer yüzündeki temsilcileri” sıfatıyla tahta oturanların saltanatlarının ömrü de uzun sürmedi. Şimdi o tahtta, tüm insanların ortak rızasını alarak oturduğunu, tüm toplumun ortak çıkarlarını, özlemlerini temsil ettiğini iddia eden burjuvazi oturuyor.

“Eşitlik, özgürlük ve kardeşlik” şiarıyla emekçilerin desteğini alıp feodalizmi tasfiye ederek ele geçirdiği iktidarıyla burjuvazi, bugün çürümüşlüğü, gericiliği, barbarlığı temsil ediyor. Çünkü sınıflar arası eşitsizlik dağları aşmıştır. Kölece çalışma karşılığında yüz milyonlarca emekçi sefalet içinde bir yaşam sürmektedir. Teknolojinin ve bilimin olağan üstü gelişmesi, üretim olanaklarının artması, milyonlarca insanı açlık ve hastalıktan ölmekten kurtarmaya yetmemektedir. Çünkü, tüm zenginliklere bir avuç asalak el koymaktadır. Barbarca savaş ve saldırılar birbirini izlemekte, her türden gericilik kol gezmektedir. Toplumsal yozlaşma ve çürüme tüm alanları kapsamaktadır. Tüm bunların nedeni burjuvazinin gerici sınıf eğemenliği ve iktidarıdır. İktidarıyla, ideolojisiyle, sefil değerleriyle o, toplumsal gelişmenin önündeki en temel engeldir.

Kendinden önceki bütün sömürücü ve gerici sınıfların ideolojik mirası ve deneyimlerinin yanı sıra, muazzam olanaklara da sahiptir. Ama bu yine de onu aynı akıbete uğramaktan kurtarmayacaktır.

Burjuva ideolojisi ve sınıf mücadelesi

Bugün için ne kadar aşılmaz ve güçlü görünürse görünsün, işçi sınıfını ne ölçüde zehirlerse zehirlesin, hamuru gericilik olan burjuva ideolojisi de, aşılmaya ve çökmeye mahkumdur. Çünkü, burjuvazinin ideolojik egemenliği, fikirlerinin doğruluğundan ya da manevi değerlerinin üstün olmasından değil, bizzat iktidarı elinde tutmasından, iktisadi ve siyasi bir güç olmasından ve bu güce dayanarak yaygın, sürekli ve kapsamlı bir propaganda yapmasından geliyor. Bu sayede basını, medyası, okulları, camileri, kışlaları, bilimi, gerici partileri, en başta devlet olmak üzere emrindeki daha onlarca kurumu aracılığıyla kendi gerici fikirlerini tüm topluma empoze ediyor. Bir an, bir saniye bile ara vermeden tüm toplumu adeta fikir bombardımanına tabi tutuyor. Böylece sefil çıkarlarını tüm toplumun çıkarları olarak sunuyor. Onun ideolojik gücünün sırrı buradadır.

Fakat ideolojik egemenliğinin zayıf noktası da buradadır. İşçilerin geri bilincinin maddi zemini olan burjuvaziye iktisadi bağımlılığı, aynı zamanda sınıfsal çelişkilerinin en şiddetli biçimde cereyan ettiği, sömürülen yığınların burjuva ideolojik egemenliğini sorgulayıp aşacakları bir zemindir. Burjuvazi ne kadar etkili propaganda aygıtlarına ve gücüne sahip olursa olsun, nesnel sınıfsal çelişkilerin üstünü örtemez. İşçi ve emekçileri mücadeleye atılmaktan, mücadele içinde bilinçlenmekten alıkoyamaz. Çünkü, gerçekler, nesnel çelişkiler durmadan sömürücü egemen sınıfların ideolojik hakimiyetinin altını oyar.

Öte taraftan burjuva ideolojisi bir tutarlılıktan, tüm toplumu ortak değerler etrafında birleştirmekten yoksundur. Sınıf savaşımının bu alanında burjuvazinin herhangi bir ilkesi ve artık ileri sürebileceği toplumsal idealleri de yoktur. Burjuvazinin Özgürlükten anladığı yalnızca bir avuç asalağın sömürme özgürlüğüdür, parası olanın özgürlüğüdür. Demokrasisi, en bağnaz en gerici sınıf egemenliğinin örtüsünden başka bir şey değildir. Burjuvazinin barış dediği yerde barbarca savaşlar; bolluk ve refah dediği yerde sefalet hüküm sürer. Çürümekte olan kapitalizm tüm bu değerleri ve idealleri, yalnızca sömürülenleri avutmak için kullandığı içi boş bir söz kalıbına indirgemiştir. Bu yüzden de o en gerici silahlarını; dini, cehaleti, şovenizmi kullanmaktan vazgeçemez. Fakat kendi sefil çıkarları ve fikirleri etrafında toplumu birleştirme çabası yanılsama, gericilik ve gerici temellerde bölünmeler yaratarak ayaklarına dolanır. Yalnızca sefil çıkarlardan, bencillikten, bireycilikten oluşan bir dünyadır onunkisi. Onun tek amacı, çıkarlarını korumak ve meşrulaştırmaktır. Bu yüzden de egemenliğine hizmet eden her şey onun için mübahtır. Demokrasiyi olduğu kadar faşizmi, bilimi olduğu kadar dinsel gericiliği, küreselleşmeyi olduğu kadar milliyetçiliği, dünyevi zevkleri olduğu kadar cenneti aynı anda kullanır. İhtiyaçları ve koşullar hangisini gerektiriyorsa ona ağırlık verir. Bir taraftan kadını ve cinselliği pazarlarken diğer taraftan, analığın kutsallığı, kadının özgürlüğü, namus üzerinden vaaz verir. Bir taraftan dev uyuşturucu pazarlarını yönetirken, diğer taraftan uyuşturucunun zararları konusunda ahkam keser. Bir taraftan laiklik konusunda mangalda kül bırakmazken, diğer taraftan dinsel gericiliği bizzat besleyip destekler, diyanet işlerine sağlık ve eğitim gibi temel hizmet alanlarından çok daha büyük bir bütçe ayırır. Kitleleri aldatmak için yaşadığı çaresizlik, onu ölmüş atalarının ruhundan medet umar hale getirir. Sonuçta tarihin çöplüğünden bulduğu malzemelerin her biriyle toplumun belli kesimleri üzerinde ancak bir süre için belli bir etki yaratır, emekçileri aldatır ve tüm toplumu bir cendere içinde tutar. Böylelikle o, yalnızca gününü kurtarmış olur.

Kuşkusuz ki, burjuvazi toplum üzerinde zehirli fikirlerini, çürümüş değerlerini hakim kılmak için yalnızca ideolojik araç, yol ve yöntemlerle, yalnızca propagandayla yetinmez. İdeolojik egemenliğini her zaman ve her yerde şiddet ve zorbalık eşliğinde dayatır. Yasalarıyla, mahkemeleriyle, kolluk kuvvetleriyle uyguladığı şiddet olmaksızın burjuvazinin ideolojik egemenliğini kurması, çürümüş fikirlerini benimsetebilmesi düşünülemez bile. Yani o ideolojik egemenliğini yalnızca ideolojik araçlarla sağlamaz-sağlayamaz. Nasıl ki işçi ve emekçilerin yükselttiği mücadeleyi ezmek için sıklıkla şiddet kullanıyorsa, aynı nedenle sınıf karşıtlarının yani, en başta işçi sınıf olmak üzere tüm emekçilerin eleştiri, özlem ve taleplerini de şiddet yoluyla engellemekte ve ezmektedir. En demokratik, en özgürlükçü geçinen kapitalist ülkelerde bile düşünce ve örgütlenme özgürlüğünü kısıtlayan-yasaklayan yasalar, fiili engellemeler bunun birinci elden kanıtıdır. Örneğin ABD’de yeni çıkan “vatanseverlik yasası”, Amerikan dış politikasını eleştirmeyi, savaş aleyhtarı fikir ve eylemlere katılmayı suç sayıyor. Tüm dünyada en fazla yasanın özel mülkiyeti korumaya ayrılması, en ağır cezaların ise özel mülkiyete ve özel mülkiyet düzenine karşı işlenen suçlara verilmesi, sermaye düzeninde özgürlüğün temelinin mülkiyet olduğunu ele veriyor. Şiddet kullanarak düşüncelerini dayatma ayrıcalığını başka kimseyle paylaşmak istemeyen burjuvaların hep bir ağızdan “düşünceler şiddet yoluyla yayılamaz-dayatılamaz” yaygarası koparması; kendilerine başka bir yol bırakılmadığı için hakkını almak üzere mücadele edenlerin “terörist” ilan edilmesi boşuna değil. Çünkü, Kürdü, Filistinlisi, Iraklısı, işçisi, yoksul köylüsü, öğrencisi terörist ilan edilip lanetlenmeden, onlara karşı uygulanacak terör meşrulaştırılamaz, yasaklar konamaz.

Tüm bunlar burjuvazinin gücünü değil güçsüzlüğünü, korkaklığını, iki yüzlülüğünü ve sefilliğini göstermektedir. Hiçbir ölçü ve sınır tanımaksızın başvurduğu şiddet, yalan ve yanılsama onun ideolojik egemenliğinin temel direkleridir. Propagandasının temel malzemesi çeşitli biçimlerde karşımıza çıkan gericiliktir. Bu yüzden de burjuva ideolojik egemenliği, kaçınılmaz olarak tüm toplumda düşünsel ve manevi yozlaşma getirmekte, sefil çıkarlarını korumak için başvurduğu kokuşmuş yol ve yöntemler tüm toplumu çürütmektedir.

Karşıt sınıflar karşıt değerler

Kuşkusuz ki, bu çürümeden tüm toplumsal kesimler kadar işçiler de payına düşeni almaktadır. Kendine güvensizlik, güçsüzlük ve çaresizlik duygusu, bireycileşme, sınıf atlama kaygıları, rekabet, kurtuluşu düzen partilerinde, uyuşturucuda, dine dönüşte arama, milliyetçi-şoven propagandanın etkisine kapılma ve bunların sonucunda sınıfa-sınıf değerlerine yabancılaşma, sermaye egemenliği altında mücadeleden uzak kalan işçi ve emekçilerin yaşadığı ideolojik yozlaşmanın yarattığı sonuçlardır. Bunlar işçi sınıfının mücadelesini fazlasıyla zaafa uğratmakta, bilincini köreltmektedir. Sınıf hareketinin durgun olduğu koşullarda, bu gerici etki daha da yakıcı boyutlar kazanmaktadır. Fakat tüm bu olumsuzluklar, tablonun yalnızca görünen yüzüdür. Görünmeyen yüzünde ise, en olumsuz koşullarda bile bu gerici kuşatmayı yaracak bir mücadele potansiyelinin yine bizzat sınıf içinde biriktiği gerçeği duruyor. Meseleye bu sınıfsal temelde ve tarihsel ölçekte bakılmalıdır.

Öncelikle, ne kadar tahripkar olursa olsun, bu çürümenin sınıf üzerindeki etkilerinin bir sınırı olduğu unutulmamalıdır. Bir ur ne kadar büyürse büyüsün, asla bir organın yerine geçemez. Sermaye bir urdur ve canlı bir bünye gibi toplumsal dinamikler de bu ura bütünüyle teslim olamaz. Sınıf değerlerinin en fazla tahrip olduğu bir dönemde bile, işçi sınıfı bir sınıf olarak taşıdığı değerleri kendiliğinden sergileyebilmekte, tıpkı bir organın kendisine musallat olan urlara tepki vermesi gibi, tepki verebilmektedir. Felaket dönemleri, zor koşullar insanların olduğu kadar sınıfların da gerçek karakterini ve taşıdıkları değerleri gözler önüne seren böylesi dönemlerdir. Tarih bu sınıfsal farklılığı gözler önüne seren sayısız örneklerle doludur. Biz bu örneklerin sadece bir kaçıyla yetineceğiz.

Çernobil’deki kazada öleceklerini bile bile bir felaketi önlemek için nükleer santrala giren ve sonuçta hayatını kaybeden 30 kadar insanın tümü de orada çalışan işçi ve teknisyenlerdi. Aralarında bir tek yönetici yoktu. Çünkü bu çürümüş ve soysuzlaşmış yöneticiler kastı o sırada kapitalizme geri dönüşün kendilerine ne kazandıracağının hesabını yapıyordu. General takımının iktidar dizginlerini ellerinde tuttuğu aynı dönemin Türkiye’sinde halk, bizzat generallerin de yürüttüğü propagandayla, radyasyonlu olduğu tespit edilen çayları içmeye ikna edilmeye çalışılıyordu.

1999’daki büyük depremde enkaz altında kalanları kurtarmak için ilk harekete geçen ve yüzlerce insanın canını kurtaranlar, sonradan medyada parlatılan AKUT ya da Kızılay, ordu ve benzeri kurumlar değil, fakat herkesten çok bizzat Zonguldak maden işçileriydi.

İkiz kulelere yönelik saldırıların hemen ardından yangını söndürmek ve insanların hayatını kurtarmak için binalara girenler CIA, FBI elemanları ya da ABD ordusu değil, New York’taki itfaiye işçileriydi. Bu yüzden 400 kadar itfaiye işçisi canından oldu. Ama tek bir devlet görevlisinin burnu dahi kanamadı. Çünkü onların görevi başka şeyleri korumaktır. Onların ne işe yaradığını, neyi kurtarmak için harekete geçtiklerini görmek için geçen yılki büyük kasırgayı hatırlayalım. Kasırga bölgesine sevk edilen binlerce silahlı ABD askerinin tek görevi, ihtiyaçları karşılanmadığı için mağazaları yağmalayan insanlara ateş etmekti; insan kurtarmak değil.

Büyük acılara ve yıkımlara yol açan savaşlar karşısında da iki sınıf tutumunu net olarak görmek mümkündür. Asalaklar böylesi dönemleri fırsat bilip kasalarını doldururken, emekçi yığınlar ya savaş cephelerinde savaşıyor ya da cephe gerisinde savaşın tüm yükünü omuzluyorlar. Sermaye sınıfı zorlu dönemlerde, toplumsal ve doğal felaketler karşısında çürümüşlüğünü bütün açıklığıyla gözler önüne sererken, işçi ve emekçiler ise kendi aralarında dayanışmanın, fedakarlığın üstün örneklerini sergiliyorlar. Böylece, yalnızca iki sınıf arasındaki farkı ortaya koymuyor, aynı zamanda ona alternatif olan değerlerin hangi sınıf tarafından temsil edildiğini de göstermiş oluyorlar. Sermaye bu değerleri zayıflatabilir, bir yere kadar dejenere edebilir ama asla bütünüyle ortadan kaldıramaz. Çünkü bu değerler işçilerin ve emekçilerin günlük yaşamları içinde yeniden ve yeniden yaratılırlar. Çünkü emekçilerin yaşamı ve yaşama kavgası bu değerlerle bir bütün oluşturur.

Bilinç sıçramasının nesnel dinamiği: Sınıf mücadelesi...

Öte yandan işçi sınıfının burjuva ideolojik egemenliğine sonsuza kadar tabi olacağını, bir sınıf tutumu geliştirmeyeceğini, karşısındaki rezilliklere seyirci kalacağını, ya da sırf burjuva ideolojik egemenliğini aşamadığı için mücadeleden geri duracağını düşünmek eşyanın tabiatına da tarihsel akışa da aykırıdır. Ezilen ve sömürülen sınıflar, egemen sınıfların ideolojik hakimiyetine rağmen, onlara karşı mücadeleden asla geri durmadılar-durmazlar. Ortaçağı kasıp kavuran sayısız köylü ayaklanmasına katılanlar ve ayaklanmanın başını çekenler, çağın egemen ideolojisi olan dinin etkisinden kurtulmuş değillerdi. Rusya’da 1905 Devrimi’nin kıvılcımını çakan büyük eylemin başını Papaz Gapon çekiyor, işçiler hesap sormak için değil çektikleri acılara ve yoksulluğa çare bulması için Çar’a dilekçe vermeye gidiyorlardı. Keza Latin Amerika’daki kiliselerin bir noktadan sonra emperyalistlere ve diktatörlere karşı tavır alması sertleşen sınıf mücadelesinin egemenlerin cephesinde çatlaklar yaratabildiğini gösteren bir örnektir. Pek çok ülkede bizzat devlet eliyle sahte sol, sosyalist, komünist partilerin kurulması da, burjuvazinin sosyalizmin içini boşaltmak için başvurduğu bin bir yol ve yöntemden yalnızca birisidir ve işçi sınıfının burjuvazi üzerinde saldığı korkunun ne kadar derin olduğuna işaret etmektedir.

Tüm bu örnekler, burjuvazinin kurduğu ideolojik egemenliğin işçi ve emekçileri mücadeleden alıkoyamaya yetmediğini, en koyu gericilik dönemlerinde bile iki sınıfın tutum ve değerlerinin her şeye rağmen farklı olduğunu göstermektedir. Ama daha fazlasını değil.

Neden daha fazlasını göstermediği sorusunun en kestirme yanıtı, bir avuç asalak burjuvanın, çürümüş değerleriyle hala iktidarda olmasıdır. Bir başka ifadeyle, işçi sınıfı üzerinde burjuva ideolojik egemenliğin büyük tahribatlar yarattığı, emekçilerin gücünü böldüğü, mücadeleyi rotasından saptırdığı temel gerçeği, çözüm bekleyen tarihsel önemde bir sorun olarak bütün yakıcılığıyla önümüzde durmaktadır.

İşçi ve emekçilerin daha fazlasını yapabilmeleri için kapitalist düzende yaşadığı acılara ve sömürüye yalnızca tepki göstermeleri, yalnızca mücadele etmeleri yetmez, acıların nereden kaynaklandığını ve nasıl ortadan kaldırılacaklarını, bu konuda ne yapmaları gerektiğini de öğrenmek, yani sınıf bilincini kazanmak, siyasallaşmak zorundadırlar. İşçi sınıfını yalnızca iktisadi mücadele vererek siyasallaşamaz. Sıkışıp kaldığı fabrikanın dört duvar arasından dünyaya bakarak değil, başını kaldırıp dünyadan fabrikasına bakarak bir siyasal bilinç kazanabilir. Yalnızca öznel deneyimlerle, yalnızca sermayeye karşı yürüttüğü iktisadi mücadelelerle sınıf bilincini kazanamaz. Bu bilinci ve bu mücadeleyi kazanması için işçi sınıfının bir sınıf olarak, kolektif çıkarları için harekete geçmesi, kolektif deneyimlerini süzmesi, tarihsel bir bilinçle hareket etmesi, devrimci sınıf ideolojini kuşanması ve devrimci bir parti öncülüğünde hareket etmesi gerekir. Çünkü, sınıf bilincini edinme, tıpkı işçileşmede olduğu gibi yalnızca ekonomik değil, aynı zamanda ideolojik ve politik bir süreçtir. Kuşkusuz, bu kaçınılmaz olarak ancak kendi sınıfsal zemininde bir mücadeleyle kazanılacak bir siyasal düzey ve bilinçtir.

İşçi sınıfını ayrı bir sınıf yapan üretimdeki konumudur. Dolayısıyla işçi sınıfının devrimci pratiği ve devrimci sınıf bilinci, bu nesnel temel üzerinde yürüttüğü mücadeleye bağlı olarak gelişir.

Sermaye işçi sınıfına bırakalım düşünecek, okuyacak, kendini eğitecek kadar bir zamanı, uyuyup dinlenecek, soluk alacak kadar bile bir fırsat ve imkan dahi bırakmamaktadır. Bu yüzden de işçi sınıfı kendisini sefalete iten koşullara karşı mücadele etmeden, maddi temelini buradan alan burjuva ideolojik egemenliğini yırtıp atamaz ve yaşadığı maddi-manevi yozlaşma ve çürümeyi ortadan kaldıramaz.

Fabrikada-işyerinde kölece çalışma koşullarına, sefalet ücretlerine boyun eğen bir sınıf, toplumsal yaşamındaki diğer dayatmalara da kolayca boyun eğer.

Fabrikada-iş yerinde patronunun karşısına çıkıp hesap sormayan bir işçi, sermayenin herhangi bir gerici uygulamasının karşısına dikilemez.

Fabrikada-işyerinde aynı sömürü çarklarının öğüttüğü makinelerin başında aynı talepler için birleşemeyen bir sınıf, yaşadığı semtteki, ülkedeki sorunlara karşı birleşip harekete geçemez.

Emeğine sahip çıkmayan, kölece çalışma koşullarının dayatılmasına karşı isyan etmeyen bir sınıf, toplumdaki diğer sorunlara, ezilen halkların mücadelesine de sahip çıkma gücünü kendinde bulamaz.

Güçsüzlük duygusu ve sınıf gücüne güvensizlik yozlaştırır. İşçi sınıfı ise gücünü üretimden alır. Üretimden gelen gücünün farkında olmayan, bu gücü harekete geçiremeyen bir sınıf, iktidarı alabilecek bir gücü de kendinde göremez.

İşçilerin sınıf kimliği edinmesi, birliğini sağlaması, sınıf çıkarlarının ve sınıf gücünün farkına varmasının zemini, bizzat kölelik koşullarında çalıştığı fabrikalardır. Dolayısıyla sermayenin gerici ideolojisinin işçi sınıfı üzerinde tahribatlarını sınırlamak, gidermek ve sınıfa karşı sınıf bilinciyle harekete geçmek burada, bu temelde vereceği mücadeleye köklü biçimde bağlıdır. Ama elbette sınıf bilincini kazanıp siyasallaşması, yani yalnızca kendi yaşadığı özel sömürü koşullarına değil, tüm toplumdaki sorunlara kendi sınıf penceresinden bakması ve tutum alması için, bağımsız bir sınıf ideolojisi etrafında kenetlenmelidir. Çünkü, işçi sınıfı ancak devrimci sınıf ideolojisine sahipse gerçek anlamda birliğini sağlayabilir, sermaye karşısında sınıf gücünü gösterir ve böylece önüne dikilen gerici ulusal, dinsel barikatları, sermayenin üretim-istihdam ve ücret politikalarıyla yaratmaya çalıştığı bölünmeyi ve sınıf içi rekabeti aşmış olur.

Devrimci sınıf pratiği ve devrimci sınıf bilinci

Burjuva ideolojik egemenliğine karşı çok yönlü bir mücadele, işçi sınıfının siyasal bir bilinç kazanması için zorunludur. Sınıfsal çelişkileri ve gerçekleri gözler önüne sermek, sermayenin çürümüş dünyasını teşhir etmek bu mücadelede büyük bir önem taşımaktadır. 24 saati burjuvazinin amansız kuşatması altında olan emekçilere yönelik etkili, yaygın ve sürekli bir propaganda ve teşhir faaliyeti yürütmenin önemi ise tartışılmazdır. Fabrika dışındaki yaşam alanlarında da işçi sınıfını kuşatan bir çalışma örgütlenmelidir.

Fakat sınıf mücadelesinden, sınıf mücadelesinin ihtiyaçlarından bağımsız özerk bir ideolojik mücadele olamaz. Burjuva ideolojisinin etkisi yalnızca propagandayla kırılamaz. Yani işçi sınıfı yalnızca ideolojik mücadeleyle, yalnızca propagandayla mücadeleye kazanılamaz.

İşçi sınıfı eylem içinde birleştir, mücadele içinde saflaşır. İhtiyaç duyduğu manevi silahları mücadele içinde kazanır. Ve ancak devrimci siyasal müdahalelerle sınıf bilincini geliştirir. Dolayısıyla, işçi sınıfına dönük siyasal faaliyet, esas olarak onun eylemli sınıf gücünü harekete geçirmeyi, bilincini geliştirmeyi hedeflemelidir.

Güncel planda, mücadele ile hak alma arasındaki kopan bağı yeniden güçlendirmek; işçi sınıfının öz savunma, dayanışma, yardımlaşma geleneğini güçlendirecek araçları geliştirmek; fabrika-işyeri zemininde ortak mücadele imkan ve olanaklarını çoğaltmak, öne çıkan görevler arasındadır.

İşçi sınıfı, kendi yaşadığı sorunların da ötesinde, içinde yaşadığı toplumda yaşanan sorunlara karşı tutum alabilecek bir olgunluktadır. Kendi içinde bölünmüş, bilinci kuşatmaya alınmış da olsa, bir takım toplumsal sorunlara karşı parçalı bir tepkisi olduğu muhakkaktır. Tüm toplumu saran yozlaşma ve çürümeden emperyalist savaşa, demokratik hak ve özgürlük mücadelesinden burjuva siyasal cephesindeki gelişmelere ve Kürt sorununa kadar her bir siyasal olgu ve gündem üzerinden onun tepkisini, bilincini geliştirecek müdahaleler mutlaka bir karşılık bulacaktır. Böylesi bir müdahale olmaksızın işçilerin geri eğilimleri kırılamayacağı gibi, ileri yanları da geliştirilemez. İşçi sınıfının geri yanlarıyla mücadele etmek göze alınmaz ve ısrarlı olunmazsa, gerçek mücadele potansiyelinin açığa çıkarılması da başarılamaz; bu potansiyel kendiliğinden açığa çıksa bile hakkıyla değerlendirilemez.

Rusya’da ne işçilerin emperyalist savaşa katılan Rus çarlığını desteklemesi ne de savaşı iç savaşa çevirmek gerektiği yönünde yaptıkları propaganda nedeniyle işçilerden dayak yemeleri, Bolşevikleri, ısrarla sınıfa yönelmekten ve devrimci sınıf politikasında ısrar etmekten alıkoymadı. Yanıldıklarını anlayan işçilerin Bolşevikleri desteklemesi, bu yüzden bir rastlantı değildi. Çünkü işçi ve emekçiler yenilgilerinden ve yanılgılarından mutlaka ders çıkarır ve mutlaka kazanmayı da öğrenirler. Yeter ki yanılgılarını, yetersizliklerini önden görebilecek, çıkarılan derslerin ışığında mücadeleyi bir adım ileriye taşıyacak bir önderliğe sahip olabilsinler.