10 Kasım 2006 Sayı: 2006/44 (44)
  Kızıl Bayrak'tan
   İstanbul İşçi Kurultayı öncü işçileri göreve çağırıyor!
  Ecevit’in ölümü işçi ve emekçilerin bilincine yönelik bir saldırıya dönüştürüldü…
  Azılı bir devrim düşmanı, azılı bir Kürt düşmanı ve sinsi bir emekçi düşmanı!..
  Ecevit’in zor ölümü!
Ecevit’in misyonu ve sendikacıların gözyaşları
YÖK protestolarından.
6 Kasım’da yansıyanlar…
 Burjuva ideolojik egemenliğe karşı mücadele ve sınıf hareketi (Orta Sayfa)
  “Sınıfa Karşı Sınıf Kurultayı” çalışmalarından…
  Sınıf bilinçli işçiler Kurultay’a çağırıyor!..
  Vi-Ko Elektrik’te sendikal örgütlenmeye patron saldırısı
  UNO patronu işçilerin sendikalaşma talebine saldırıyor!
  ODTÜ’de soruşturma terörü: Baskılar bizi yıldıramaz!
  Nikaragua halkı Amerikan tehditlerine boyun eğmedi!
  ABD-İsrail ikilisi Lübnan’da iç çatışmaları kışkırtıyor
  Siyonistlerden Beyt Hanun’da Nazi uygulamaları!
  Irak hezimeti neo-faşist çetenin birliğini parçaladı
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

Ecevit: Sola giden Türkiye’nin sağa kayan siyasetçisi

Yüksel Akkaya

Kürt müderrisin oğlu Mustafa Bülent Ecevit “uzun” yaşamında bugün yazılıp çizilenlerin ötesinde bir siyasetçi olarak da bilinmelidir. Ecevit’in en önemli özelliği olarak “dürüstlüğü” ve “saygılılığı” gösterilmektedir. Ne yazık ki, her ikisi de birer “şehir efsanesi” olup, gerçeği tam olarak yansıtmamaktadır. Biz bu kısa yazıda “güzide medyamızın” yazdığının tersi bir Ecevit portresi göstereceğiz.

1960’lı yıllar Türkiye’nin sola kaydığı bir dönemdir. Bu dönem, devrimci, sosyalist hareketin hızlı büyüyüşünden ürken sermaye cephesinin “taşeronu” olarak karşımıza ve “eski tüfek” İnönü’nün karşısına bir “tıfıl” oğlan çıkar. Bu “tıfıl” ve üniversite yüzü görmemiş, pek bir parlak kişiliği olmayan Ecevit, İnönü’nün CHP’sinde Genel Sekreter olur! Onca siyaset kurdunun içinde üstelik!... Belki bu bir tesadüftür. Ancak, Aynı Ecevit, daha sonra CHP’ye başkan olur, ki bu artık Ecevit’in bu hızlı yükselişinin bir tesadüf olmadığını düşündürür. Eski tüfek İnönü ve ekibi, yükselen sol dalganın karşısında sermaye cephesi için güçlü bir direnç merkezi oluşturamamaktadır. “Yeni” dönemi anlamayan bu “eski” siyasetçilere karşı, Türkiye’nin sola kayışını “yumuşatmak” gerekmektedir. Tam da bu dönemde CHP tarihinin en sol söylemi “ortanın solu” ile kendisini siyaset alanında göstermeye başlar. Bu söylem, artık Ecevit’in yükselişinin tesadüfi olmadığını, Türkiye burjuvazisinin korkularının ve kaygılarının bir sonucu olduğunu gösterir. Tarih, eğer sınıflara arası mücadeleden ibaret ise, siyasal mücadele bunun en açık cereyan ettiği alandır. Bu nedenle görüntüyü değil, özü görmek isteyenler buraya bakmak zorundadır.

“Ortanın solu” politikası, sola aç Türkiye’de önemli bir yankı bulur. Ancak, sosyalist, devrimci hareketin alanını daraltmak uğruna. TİP’in yükselişi ile tehlikeyi farkeden burjuvazi, işçi sınıfı içinde kök salan sosyalist hareket ile iyice tedirgin olmuştur. Bu nedenle, sola akan Türkiye’yi sağa çekmesi gerekmektedir. CHP’nin en radikal sol söylemi olan “ortanın solu” sosyalist, devrimci harekete kayan Türkiye’yi daha sağda tutmak isteğinden başka bir anlam taşımaz. Ecevit’in tarihsel misyonu budur ve bunda da başarılı olmuştur. Zira, İnönü’de somutlaşmış bir siyaset ile bunu yapmak mümkün değildir, yeni yüz gerekmektedir. Çalışma Bakanlığı yaptığı dönemde sendikal alanla ilgili yasaların da çıkarılmış olması Ecevit’in işini kolaylaştırıyordu. Ne var ki Anayasa’da belirlenen sınırların daha gerisinde sendikal örgütlenme ve faaliyeti ile ilgili yasalar çıkarılmış olması gözden kaçırılmakta, Ecevit bu alanda da efsane kılınmaya çalışılmaktadır.

“Ortanın solu” ile sola kayan Türkiye’yi sağa çeken Ecevit, 1970’li yıllar boyunca sosyalist ve devrimci hareket ile sürekli “kavga” halinde olmuştur. Miting alanlarında yükselen “Halkların kardeşliği!” türünden sloganlar Kürt müderrisin oğlu Mustafa Bülent Ecevit’i çok rahatsız etmiştir. Bu mitinglere katılanların hatırlayacağı gibi, Ecevit sık sık konuşmasını keserek sinirli bir şekilde bu tür sloganlara müdahale etmiştir.

DİSK nezdinde sola kayan işçi sınıfı da Ecevit’i, aynı anlama gelmek üzere burjuvaziyi, çok ürkütmüştür. Öyle olduğu için, 1970’lerin sonunda yönetimi CHP’nin egemenliği altında olan DİSK ile işbirliğinden kaçınmış, Türk-İş ile birlikte hareket etmeyi tercih etmiştir. Böyle olduğu için her seçim döneminde genel kurullarında CHP’yi destekleme kararı alan DİSK’i yok sayarak, Toplumsal Anlaşma’yı sadece Türk-İş ile yapmış, muhatabının kim olduğunu “ortanın solunu” benimseyen işçilere göstermiştir. Böyle olduğu için Abdullah Baştürk’ün her türlü birlikte çalışma isteğine sessiz kalmıştır. O Abdullah Baştürk, ki, 1980 yılına kadar Ecevit’ten umudunu kesmemiş, 12 Eylül faşizmine kadar sürekli CHP ile birlikte hareket etme isteğini açıkça dile getirmiştir.

Demokrasi kahramanı Ecevit, 12 Eylül’ü dört gözle beklemiştir. Ancak hesabında yanılmıştır. Zira, Ecevit, 12 Eylülcüler’in, ki sermaye cephesi ve uzantısı olan ordudan oluşur, işlerini bitirdikten sonra iktidarı kendisine devretmesini bekliyordu. Ancak, 12 Eylülcüler daha tutarlı davrandı, sermayenin isteği olan daha radikal, daha tutarlı bir liberali, Türkiye’yi sağa daha hızlı taşıyacak isim olan Özal’ı tercih ettiler.

12 Mart’ta CHP’nin darbecilere bakan “vermesini” “içine sindiremeyen” Ecevit, bu hareketi ile liderliği ele geçirdiğini düşünüyor olmalı ki, bu kez de yönetimi kendisine teslim etmek bir yana siyasetin dışına da atan 12 Eylülcülere karşı “tutarlı” bir demokrat kesildi ve “muhalefete” başladı. Söylediği, “sosyalist ve devrimcileri siyaset sahnesinin dışına attınız, koltuğumu geri verin”den ibarettir. Tarihe sınıfsal bakanların göreceği tek gerçek budur. Kürt müderrisin oğlu Mustafa Bülent Ecevit’in şair yanına yakışmaz bu! Öyle olduğu için, duran bir saatin günde iki kez doğruyu göstermesi gibi iki doğru yaptığı şey vardır. Bir tanesi şair vicdanını da sızlatan 12 Mart adaletsizliğidir. Bu nedenle bir af gereklidir. Ecevit, hayatının en doğru işini yapar, ancak, muhtemeldir ki bundan sonra çok pişman olur. Böyle olduğu için, daha sonra, yaklaşık olarak 30 yıl sonra çıkardığı ve kamuoyunda “Rahşan affı” olarak bilinen affın kapsamına “siyasileri” sokmamak için çırpınır. Bu nedenle bu kez bir öncekinde olduğu gibi bir “genel af” çıkarmaz. Çıkarmak bir yana, hapishanelerin en kanlı dönemi ve F tipi hapishanelerin büyük zulmü “halkçı” ve “solcu” Ecevit döneminde yaşanır. Adalet Bakanı’da Ecevit’in partisinden hikmetinde sual olunmayan bir “hukukçu”dur. Evet, “solcu”, “halkçı” Ecevit’ten geriye kalanlar bunlardır. Ne yazık ki, bunlar Ecevit’in solcu değil, burjuvazinin has adamı olduğunu gösterir.

Dürüstlüğe ve saygınlığa gelince. A. Baştürk’ün çağrılarına sessiz kalmak herhalde çok saygın ve nezaket içi bir davranış olmasa gerek. Kuşkusuz, “sayın Alparslan Türkeş katil, sayın Süleyman Demirel de hırsızdır” demek de nezaket ve saygının ötesinde bir şey olmasa gerek. “Sayın Mataracı, yaptığınız yolsuzluklardan halk rahatsız oluyor, lütfen buna bir son verin” demek de bir dürüstlük ve saygınlık olarak kabul edilemez. Kuşkusuz, pek “sayın” Fettullah Gülen efendinin “ricalarını” kırmayıp, epeyce isteğini yerine getirmek de bir saygınlık ve dürüstlük olarak kabul edilmemelidir. Son dönemlerin en büyük hırsızlarından Gülen cemaatinin müridi hain evlat Hüsamettin Özkan’ı baş tacı etmek de büyük bir siyaset ve dürüstlük dehası olmasa gerek. Hırsızlık yapanlara, “ben çalmam, ama sizin yaptıklarınıza da karışmam” demek de dürüstlük olmasa gerek. Zira, en büyük yolsuzluk ve hırsızlıklar son Ecevit hükümeti döneminde yaşanmıştır!

Evet, Ecevit DSP’sinin geldiği noktadan bakıldığında manzara-i umumiye, sola kayan Türkiye’yi sağa çekmeye çalışan bir Ecevit’in yanı sıra, katil ve hırsızlara “sayın” deme “inceliğini” gösteren bir Ecevit, hırsızlara af çıkaran ama solculara hapishaneleri birer mezara çeviren dürüst bir Ecevit görmek mümkündür. Sermayenin Ecevit’i ile solun Ecevit’i arasındaki fark bu kadar büyüktür. Böyle olduğu için bugün sermaye cephesi Ecevit’e vefa borcunu ödemektedir. Haklarıdır. O emekçilerin değil sermayenin Ecevit’idir. Biz devrimci ve sosyalistler olarak “rahmetli” Ecevit’i böyle bilmeliyiz.