10 Kasım 2006 Sayı: 2006/44 (44)
  Kızıl Bayrak'tan
   İstanbul İşçi Kurultayı öncü işçileri göreve çağırıyor!
  Ecevit’in ölümü işçi ve emekçilerin bilincine yönelik bir saldırıya dönüştürüldü…
  Azılı bir devrim düşmanı, azılı bir Kürt düşmanı ve sinsi bir emekçi düşmanı!..
  Ecevit’in zor ölümü!
Ecevit’in misyonu ve sendikacıların gözyaşları
YÖK protestolarından.
6 Kasım’da yansıyanlar…
 Burjuva ideolojik egemenliğe karşı mücadele ve sınıf hareketi (Orta Sayfa)
  “Sınıfa Karşı Sınıf Kurultayı” çalışmalarından…
  Sınıf bilinçli işçiler Kurultay’a çağırıyor!..
  Vi-Ko Elektrik’te sendikal örgütlenmeye patron saldırısı
  UNO patronu işçilerin sendikalaşma talebine saldırıyor!
  ODTÜ’de soruşturma terörü: Baskılar bizi yıldıramaz!
  Nikaragua halkı Amerikan tehditlerine boyun eğmedi!
  ABD-İsrail ikilisi Lübnan’da iç çatışmaları kışkırtıyor
  Siyonistlerden Beyt Hanun’da Nazi uygulamaları!
  Irak hezimeti neo-faşist çetenin birliğini parçaladı
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

Ecevit’in ölümü işçi ve emekçilerin bilincine yönelik bir saldırıya dönüştürüldü…

İşçi sınıfı Ecevit’i hep eli kanlı bir sınıf düşmanı olarak hatırlamalıdır!

3 Kasım ‘02 seçimleriyle siyasi ömrünü tamamlayan Ecevit’in biyolojik ömrü de nihayet sona erdi.

Ecevit’in hayatı, bir siyasi mevta haline gelmeden önce, kurulu düzene büyük hizmetler vererek geçti. Biyolojik açıdan bunadığı bir dönemde ise bu hizmetlerini en ileri noktaya ulaştırmıştı. Fakat bu nokta siyaseten düşüşünün de başlangıcını oluşturdu. Türkiye tarihinin en büyük ekonomik krizlerinden birinin faturasını halka ödetmek gibi bir “başarıya” imza attıktan sonra koalisyon ortaklarıyla birlikte aynı kaderi paylaşması kaçınılmazdı. Burjuva düzenin geleneksel “nöbet değişimi”nin sırası gelmişti. Fatura hükümetteki partilere kesilerek kurulu düzenin devam etmesi sağlanacaktı. Ama faturanın kabarıklığı ölçüsünde düzenin yerleşik teamülleri Ecevit’e çok görüldü. Biyolojik nedenlerle yaşadığı hastalık malzeme haline getirilerek alabildiğine aşağılandı. Kendisiyle alay edilerek horlandı ve nihayet ipi çekildi.

Düzen cephesi bu has memuruna büyük bir “vefasızlık” göstermişti. Fakat Ecevit bu durumu sineye çekti ve siyasi hırsıyla birlikte biyolojik olarak ömrünün son günlerini yaşadığına aldırmadan sahnede kalmaya çalıştı. Hatta yakınları onun ölümünü dahi bu uğurda kullanmaktan çekinmediler. Bundan dolayı öldüğü hastaneye yatırıldığı günden bu yana Ecevit siyasi bir kampanyanın malzemesi olarak kullanılmak istendi. Fakat tıbbi ölümü uzadıkça bu kampanya yarım kaldı.

Sonunda beklenen ölümü gerçekleşti ve düzen cephesi Ecevit’in biyolojik ölümünü etkili bir siyasi malzeme olarak kullanmak için elinden gelen herşeyi yapıyor. Bir bütün olarak ağlıyor ve onun ne denli büyük bir devlet ve “halk adamı” olduğu yönünde yoğun bir propaganda örgütlüyor. Bir bakıma, daha önce ayaklar altına alınan itibarı Ecevit’e iade ediliyor. Ama asıl olarak hayatı boyunca her bakımdan yararlandıkları Ecevit’in ölüsünden de yararlanabilecekleri kadar yararlanmaya, cenazesini toplumsal bir uzlaşı ve duygu birliği yaratacak bir olay haline getirmeye çalışıyorlar.

Düzenin Ecevit’in ölümünü kullanarak ulaşmaya çalıştığı birkaç sonuç var. Bunlardan ilki, Ecevit üzerinden toplumsal gerilim ve çatışmaların üzerini örtecek bir atmosferi sağlamaktır. İkincisi ise, Ecevit’in hayatı ve kimliği üzerinden toplumsal hafızayı bulandırmak ve bilinçleri çarpıtmaktır. Bu sonuncusu özellikle işçi sınıfı ve emekçi halk üzerinde önemli ve kalıcı hasarlar yarattığı ölçüde son derece önemlidir. Öyle ki, Ecevit’in siyasi yaşamı böylesi bir sonucun elde edilmesi bakımından son derece işlevseldir. Zira Ecevit işçi ve emekçiler açısından geçmişte “Karaoğlan” olarak anılacak denli bir kahramanlık mertebesi kazanmıştı. Kendisinden beklentileri karşılayamamasına rağmen uzun yıllar hep böyle de kaldı. Fakat hayatının son döneminde bir kez daha düzene hizmet şansı verildiğinde durum artık tümden değişti. Ecevit artık halkın gözünde Cumhuriyet tarihinin en büyük ekonomik krizinin sorumlusu ve İMF’nin soysuz bir uşağı haline geldi. Artık Karaoğlanlık da burjuvazi üzerinde ağır bir yüke dönüştüğü ölçüde, politik tercihlerdeki değişimden dolayı, “Kıbrıs fatihliği” de unutulmaya yüz tutmuştu. Ecevit’in toplumsal hafızadaki yeri emekçi düşmanı ve sermaye uşağı bir zavallı olmaktan öteye geçemedi.

Fakat işte düzen cephesi ölümü üzerine yarattığı cereyanla birlikte işçi ve emekçilerin hafızalarındaki bu Ecevit gerçeğini karartmaya ve tarihi yeniden yazmaya çalışmaktadır. Sanılmasın ki bunun tek sonucu Ecevit’e vefa borçlarını ödemektir. Esasında bu yolda kazanılan başarı ölçüsünde temize çıkarılan düzen olmaktadır. Bugüne kadar görülmemiş biçimde sahiplenilerek devlet mezarlığına gömülecek olan Ecevit, sermaye uşağı emekçi düşmanı olarak değil işçi ve emekçi dostu, halkın çıkarlarının yılmaz savaşçısı olarak resmedilmekte, böylece bir yerde devlet temize çıkarılmakta ve halkla devlet arasındaki gerilimler yumuşatılmaya çalışılmaktadır. Demek ki, devletin kötü yöneticileri kadar Ecevit gibi adamları da vardır. Mesele de doğru adamı seçmek ve ipleri teslim etmektir vb. Yaratılan cereyan ile yaygınlaştırılmaya ve pekiştirilmeye çalışılan düşünce budur.

Düzenin böyle davranması son derece doğaldır. Zira böyle yaparak hem tarihi kendi lehine yeniden yazmakta, hem de işçi ve emekçilerin düzenden bağımsız yollar aramasına engel olmaktadır. Dolayısıyla tavırları sınıf çıkarlarının bir sonucudur. Fakat, kendileriyle aynı noktada buluşan bazılarının tavırları, başka türlü iddiaları ve konumları nedeniyle doğal karşılanamaz. Zira bunlar işçi sınıfı ve emekçileri temsil etme iddiasındadırlar ve bazıları böyle bir temsil yaftasını taşımaktadırlar.

Bahse konu bu unsurların başında DİSK yönetimi gelmektedir. DİSK yönetimi, Ecevit’in ölümü üzerine “İşçi sınıfı Ecevit’i unutmayacak!” başlıklı bir açıklama yaparak Ecevit’in yaptıklarıyla işçi sınıfına büyük hizmetlerde bulunduğunu ve bundan dolayı işçi sınıfının Ecevit’i unutmayacağını iddia ediyor. DİSK yönetimi bu tavrıyla uzun süredir sık sık örneklerini verdiği sınıf işbirlikçiliği çizgisini derinleştirdiğini gösteriyor. Bu tavır büyük bir ihanetin ve suç ortaklığının ifadesidir. Sadece yakın dönemin değil, bir tarihin yadsınması ve özel olarak da DİSK’in kendisini yadsımak anlamına gelmektedir.

İşçi sınıfı ve emekçilerin nazarında Karaoğlan efsanesi büyük bir yanılsamadan başka bir şey değildir. Zira, Ecevit’e mal edilen grevli-toplu sözleşmeli sendika hakkı Ecevit’in çalışma bakanı olduğu bir sırada yasalaşsa da, Sovyetler’e karşı ileri bir karakol haline getirilmiş bir ülkede sınıf mücadelesini yumuşatma ihtiyacının bir ürünüydü. Yani Ecevit olmasa da grevli toplu sözleşme hakkını yasallaştıracak biri olacaktı; zira daha da geciktirilmesi halinde işçi sınıfının bu hakkı koparıp alması işten değildi. Ecevit de zaten ilgili yasanın mecliste görüşülmesi sırasında yaptığı konuşmada, biz vermezsek nasıl olsa onlar alacak demeye getiriyordu.

Grevli toplu sözleşmeli sendika hakkını içeren yasanın aynı zamanda, Ecevit’in devlet partisi CHP’nin toplumsal muhalefeti yedekleyecek bir donanım kazanmak amacıyla gündeme getirdiği “ortanın solu” açılımıyla örtüşmekteydi. Yasa iddiayı inandırıcı kıldı ve Karaoğlan hikayesinin oluşmasına zemin hazırladı. Yine de bu hikayenin toplumsal bir taban bulması için belli bir zamanın geçmesi gerekti. Toplumsal mücadelenin gelişmesi ölçüsünde Ecevit, bağımsız bir ideolojik-politik önderlikten yoksun toplumsal mücadelenin rüzgarıyla yelkenlerini şişirdi ve yüzde 40’lık oy oranıyla büyük bir seçim başarısı kazandı. Her ne kadar kısa sürede Ecevit’in toplumsal mücadelenin ihtiyacına yanıt veremeyeceği ortaya çıkmışsa da, Ecevit ve CHP’sinin peşinden gidilerek kaybedilen zaman düzen açısından büyük bir kazanım ve 12 Eylül yenilgisinin koşullarını hazırlayan önemli bir etken olmuştur.

Fakat böylesi bir yanılsamanın ürünü olan Karaoğlan efsanesi devam etti. İşçiler uzun yıllar boyunca onu hep “işçi dostu” olarak gördüler ve en azından sempatiyle yaklaştılar. Ta ki ‘99’da başlayıp ‘02’de sona eren başbakanlık dönemine kadar. Bu dönem Karoğlan efsanesinin sonu oldu. O artık işçi düşmanı, sermaye ve İMF uşağı olarak görülmekte ve böyle anılmaktaydı. Doğrusu işçi sınıfının sırtından önemli bir yükün kaldırılması bakımından son derece yararlı bir gelişmeydi bu.

İşte şimdi, Karaoğlan efsanesinin yeniden canlandırılması yoluyla bu yükün işçi sınıfının sırtına yeniden bindirilmesi çabası içindeler. Dolayısıyla bu, işçi sınıfının bilincine yapılmış bir saldırıdır. DİSK yönetimi de, işçi sınıfı adına ve devrimcilik kisvesi altında yaptığı ölçüde, bu saldırının en önemli odağı durumundadır. Ama yalnız değildir. İddiası ve taşıdığı isim dolayısıyla DİSK’e özel bir vurgu yaptık, fakat onun tutumunu paylaşan birçok sendika ve kurum vardır.

Sonuç olarak, işçi sınıfının çıkarlarına yabancı ve sermaye işbirlikçisi bir konumda duran sendika bürokratlarının ve ortaklarının Ecevit seviciliği işçi sınıfı ve emekçilere yönelik kapsamlı bir psikolojik savaşın parçasıdır. İşçi sınıfı ve emekçiler, bilinçleri bulandırılarak düzene bağlanmaktadır. Oysa işçi sınıfı açısından Ecevit, soysuz bir sermaye ve emperyalizm uşağı, aynı zamanda onlarca devrimcinin katlinden sorumlu eli kanlı bir katildir. Evet, işçi sınıfı Ecevit’i unutmamalı, fakat hep böyle hatırlamalıdır.

Devrimciler ve ilerici sınıf güçleri, düzenin ve onun soysuz uşaklarının elbirliğiyle yürüttükleri bir işçi düşmanından kahraman yaratma çabasına ket vurmalı, Ecevit’i hak ettiği biçimde işçi sınıfı tarihine, işçi sınıfına karşı büyük suçlar işlemiş olan bir sermaye uşağı olarak kaydedilmelidir.