10 Kasım 2006 Sayı: 2006/44 (44)
  Kızıl Bayrak'tan
   İstanbul İşçi Kurultayı öncü işçileri göreve çağırıyor!
  Ecevit’in ölümü işçi ve emekçilerin bilincine yönelik bir saldırıya dönüştürüldü…
  Azılı bir devrim düşmanı, azılı bir Kürt düşmanı ve sinsi bir emekçi düşmanı!..
  Ecevit’in zor ölümü!
Ecevit’in misyonu ve sendikacıların gözyaşları
YÖK protestolarından.
6 Kasım’da yansıyanlar…
 Burjuva ideolojik egemenliğe karşı mücadele ve sınıf hareketi (Orta Sayfa)
  “Sınıfa Karşı Sınıf Kurultayı” çalışmalarından…
  Sınıf bilinçli işçiler Kurultay’a çağırıyor!..
  Vi-Ko Elektrik’te sendikal örgütlenmeye patron saldırısı
  UNO patronu işçilerin sendikalaşma talebine saldırıyor!
  ODTÜ’de soruşturma terörü: Baskılar bizi yıldıramaz!
  Nikaragua halkı Amerikan tehditlerine boyun eğmedi!
  ABD-İsrail ikilisi Lübnan’da iç çatışmaları kışkırtıyor
  Siyonistlerden Beyt Hanun’da Nazi uygulamaları!
  Irak hezimeti neo-faşist çetenin birliğini parçaladı
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

Ecevit’in zor ölümü!

5 Kasım Pazar günü TV kanalları Bülent Ecevit’in ölüm haberiyle yayınlarını kesti. O saatten itibaren -özel ve devlet- hemen bütün televizyon kanallarında bir Ecevit güzellemesidir gidiyor. Düzen ve devlet cephesinde bu övgü furyası öyle abartıldı ki, iş, Cumhuriyet’in 83 yıllık tarihinde bir ilke imza atmaya kadar vardırıldı. Ecevit devlet mezarlığına gömülecek. Fakat bunun için O’na özel bir yasa çıkarmaları gerekiyor. Çünkü bu güne dek sadece 3 cumhurbaşkanı ve Kurtuluş Savaşı’na katılan 61 komutan “layık” görülmüş devlet mezarlığına gömülmeye. Şimdi bu liyakate, tek başına -eski bir başbakan olarak- Ecevit’in cenazesi ulaşmış bulunuyor.

Şimdi devlet ve düzen cephesinde, dün son başbakanlığı döneminde, yaşlılık ve hastalığının yarattığı problemlerle utanmazca alay etmeye kalkanlar dahil, bir ağıttır gidiyor. Ağız birliği etmişçesine ne kadar büyük bir devlet adamını kaybettiklerinden bahsediyorlar. Övgünün en abartılıları da, dün O’nun adını komüniste çıkarmaya kalkan, asılsız ithamlarla yıpratmaya çalışan faşist cenahtan geliyor. Ağar’ından Yazıcıoğlu’na, Kenan Evren’inden Büyükanıt’na ne kadar ünlü faşist, kontracı varsa, sosyal-demokratlardan fazla ve önce ah vah ediyorlar.

Ancak devlet ve düzen cephesindeki övgünün de, ağıtın da Ecevit’in siyasi kimliğiyle fazla bir ilgisi bulunmuyor. Daha çok, “dürüstlük, tutarlılık”, hatta şairlik gibi kişisel konular ön plana çıkarılıyor. En fazla -hizmet adına- Kıbrıs çıkarmasından bahsediliyor. Bir de, telaşla bu düzen korosuna katılmayı vazife bilen sendikacılar -işçi ve işveren sendikalarının başındakiler- işçi haklarına verdiği önemden ve katkılarından sözediyor. Artık işçi hakları işverenleri ne kadar ilgilendiriyorsa!?.

Ecevit’in siyasi kimliği, içeride ne denli özenle konu dışı bırakılmaya çalışılıyorsa, dışarıda o kadar öne çıkarılmaya çalışılıyor. Örneğin ABD’nin CNN televizyonu, ölüm haberini verirken, Ecevit’in “solcu” olarak başladığı siyasi kariyerini “ABD’nin bir müttefiki” olarak sürdürdüğünü, Irak savaşı sırasında ABD’ye Türkiye’deki üsleri kullanma izni verdiğini, özelleştirmelerde büyük adımlar attığını anlattı

BBC ise, “solcu” olmasına karşın son derece “milliyetçi” ve laik cumhuriyetin en önemli savunucularından biri olduğuna, Kıbrıs’ı ikiye bölen Barış Harekatı’nın onun emriyle gerçekleştirildiğine dikkat çekti. BBC ayrıca, Türkiye’yi sarsan ekonomik krizden kısmen Ecevit’in de sorumlu tutulduğunu, AK Parti’yi iktidara getiren 2002 seçimleriyle siyasi hayatının sona erdiğini de vurguladı.

Türkiye’deki Amerikan uşaklarının, ABD ile ilişkilerinde her zaman ketum davrandığı, ABD’nin ise bu ilişkileri deşifre etmeyi marifet bellediği biliniyor. Uşakların sadece kendi durumlarını gizlemekle kalmadığı, birbirlerini de kolladığı, Ecevit’in ölümü üzerine yazılıp söylenenlerle bir kez daha tescillenmiş oldu. Böylece, O’nun siyasi kimliği hakkında fikri olmayıp da doğru fikir edinmek isteyenlerin yabancı basına göz atmaları gerekecek. Tabii, adı üzerine “yabancı”lar. Burada yaşananlar konusunda, burada yaşayanlar kadar ayrıntıyı bilmelerini de bekleyemeyiz. Örneğin BBC, verdiği önemli bilgilerin yanında, önemli bir hata da yapmış haberinde. Ecevit’in siyasi hayatının 2002’de son bulduğu konusunda yanılıyor. Başbakanlık koltuğuna son oturduğunda zaten siyasi bir mevta olduğunu ya bilmiyor, ya da unutmuş görünüyor.

5 Kasım, Ecevit’in bir insan olarak öldüğü tarih olabilir. Ama o bir siyasetçi olarak çoktan ölmüş bulunuyordu. ‘70’li yıllarda, “ortanın solu” teziyle yükselen sol dalganın sırtına binerek CHP’yi hükümete taşıyan Ecevit, ‘80 darbesinin dalgayı kırmasıyla birlikte tam bir kırılma yaşamıştır. Emekçilere ithaf edilen, fakat aslında orta sınıflara hitap eden tezlerinin Türkiye’de hiçbir uygulama alan ve imkanı bulunmadığını kavraması ve düzenin neye ihtiyacı varsa onu gerçekleştirmeye hazırlanarak, yani, kendi kendini öldürerek geçirmiştir darbe sonraki yılları. Öyle ki, başbakanlık koltuğuna, koltuğuna girilerek son kez oturtulduğunda, O artık ‘70’li yılların Karaoğlan Ecevit’i değildir. Bütün o yıllar boyunca, adeta Türk siyasal yaşamına küskün, tek milletvekilli, şahsına münhasır DSP’ye kapanarak gerçekleştirdiği bu siyasal intihar, oldukça uzun ve sancılı bir ölüm olmuştur Ecevit için. Bu aynı yıllar, O’nun bir canlı olarak da yaşlanıp yıpranmasına yol açtığı için, düzen son bir kez kullanmaya karar verdiğinde, artık bacakları onu başbakanlık merdivenlerinden çıkaracak güçte bile değildir.

Fakat çıkmayan candan umut kesilmez demişler. Tüm sağlık sorunlarına ve yaşlılığına rağmen, son başbakanlığı sürecinde kapitalistler ve emperyalistler için can havliyle hizmete durduğu biliniyor. Üslerin, komşu halkların katli için ABD emperyalizmine açılması, “İMF’ye söz verdiği için” memura 5 kuruş fazla zam yapmaması, ‘99 depreminde onbinlerce can kaybını büyük bir soğukkanlılıkla Ankara’dan izlemesi, izlemekle yetinmeyip, fırsattan istifade mezarda emeklilik yasasını çıkarması… İMF-TÜSİAD yıkım programının uygulanabilmesinin, direniş odaklarının yok edilmesine bağlı olduğu itirafıyla birlikte, cezaevlerindeki devrimci tutsakların katli emrini vermesi…

O’nun sermayeye hizmetleri saymakla bitmez. Fakat bu son birkaç örnek, belki, sendikacıların şimdi arkasından sayıp döktüğü övgülerin, işçi haklarına yönelik masalların ne kadar utanmazca uydurulmuş yalanlar olduğunu anlatmaya yeterlidir.

Siyasi intiharı uzun ve zor olmuştu. Cisminin ölümü de bir o kadar uzun ve zor oldu.


Sel felaketlerinde telef olmamak için sosyalizm!

Türkiye bir kez daha sele teslim oldu. Bu kez, kayıplarla birlikte 40’ın üstünde insan ve binlerce evcil hayvan öldü. Binlerce ev ve işyeri kullanılamaz hale geldi. Dolayısıyla binlerce insan evsiz-barksız, aç-açıkta kaldı. Sadece 3 bin 685 binanın hasar gördüğü Batman’da valiliğin Kızılay’dan 10 bin battaniye, bin elektrikli soba, 10 bin çocuk bezi, 3 bin yorgan, 5 bin kişilik temizlik malzemesi, 2 bin adet çocuk maması istediği, fakat bugüne dek ulaştırılabilen malzemenin 750 battaniye ile 100 tüplü sobadan ibaret olduğu gözönüne alındığında, durumun vehameti anlaşılacaktır.

Sağlık Bakanı Akdağ’ın ifadeleriyle, sel felaketinden en çok Batman, Şırnak, Mardin, Diyarbakır, Batman ve Şanlıurfa etkilendi. Ancak bakan, şu anki mevzuatın toplu afet bölgesi ilanını gerektirmediğini söylerken, başbakan da felaketin abartıldığını açıkladı!

40’ı aşkın insan ölmüş, binlerce insan evsiz, binlerce köy elektriksiz, susuz, yolsuz kalmış. Uzmanlar sürekli olarak tehlikenin sürdüğünü açıklıyor ve salgın hastalık tehlikesinin kapıda olduğu uyarıları birbirini izliyormuş... Tüm bunlar devletlilerin umurunda bile değil. Aynı şekilde Kızılay’ın da umurunda değil. Kürdistan’ın yanısıra İstanbul, Mersin gibi büyük kentlerde sel gövdeyi götürürken, Kızılay Erdoğan’a nişan takmakla, kaç dış ülkeye ne kadar yardım götürdükleriyle övünmekle uğraşıyor.

Hükümettekiler vatandaşı suçlarken, Devlet Su İşleri’nden bir yetkili, “Güneydoğu Anadolu Projesi (GAP), dere yatakları, imar sorunu kısaca bu tablonun ortaya çıkmasında her şey etkili olmuştur” açıklaması yapıyor. Çevre katline belki de en fazla katkısı olanların başında gelen Çevre ve Orman Bakanı Osman Pepe, ‘’Dere yatağına evinizi yaparsanız, bir gün dere de sizden malını geri alacaktır’’ dese de, imar söz konusu olduğunda iş başındaki hükümetin suçu kendinden öncekilerin üzerine yıkıp kurtulma şansı bulunmuyor. Öncekilerin yaptıkları üstüne tüy diken kendileridir.

Tayyip Erdoğan bu vesileyle sisteme ilişkin bir de itirafta bulunmuş oldu. Böyle felaketlerin gelişmiş ülkelerde de yaşandığını söylerken, aslında, gelişme dediği kapitalizmin doğa katliamı yüzünden, eskiden ‘doğal’ kabul edilmesi gereken felaketlerin arttığı, dolayısıyla artık doğal kabul edilmemesi gerektiğini kabul etmiş oluyor. Bu itirafta dolaylı ifadesini bulan kabul, İstanbul’da, Mersin’de, İzmir’de vb., yaşananları anlatmaya yetecektir belki. Ancak, felaketin özellikle Kürdistan’ı vurmasında ek nedenler bulunduğu açıktır. Kapitalizmin genel tahribatına ek ve Türkiye’ye özgü olan, Kürdistan’da, onyıllar süren kirli savaş sürecinde ‘balığı yakalamak için denizi kurutmak’ mantığıyla ormanların yakılmasıdır. Sistem, sadece Kürt halkına karşı sürdürdüğü kirli savaşla değil, doğa tahribatıyla da Kürt öldürmeye devam etmektedir. Üstelik felaketin bugüne kadar kaybedilen 40’ı aşkın canla kalacağını düşünmek büyük bir hata olacaktır. Bölgeye dişe dokunacak bir yardım gitmiyor, götürülmüyor. Yağışlar ve dolayısıyla risk devam ediyor. Kış bastırıyor ve binlerce insan evsiz, aşsız, eşyasız kalmış durumda. Salgın hastalık uyarıları var. Ve kimsenin kuşkusu olmasın ki, sel felaketinin vurduğu binlerce insanın, bundan sonraki soğuktan, açlıktan, hastalıktan ölümlerine haber değeri bile biçilmeyecektir.

Bugünkü bilimsel-teknolojik gelişme aşamasında felaketin “doğal” olanını bile engellemek mümkünken, sistemden kaynaklananı hayli hayli engellenebilir. İnsanlığın, doğa tahribatını onaracak, insana, Kürt-Türk, köylü-kentli ayrımı yapmadan insanca muamele gösterecek, canını koruyacak tedbirleri alacak bir sisteme ihtiyacı var. Bu sistemse işçi sınıfının sosyalist sistemidir. Kapitalizmi, insanlığa yaşattığı yıkımlarla birlikte tarihe gömmenin zamanı gelmiştir.