Kurtuluşumuz kendi kollarımızdadır!
Bazı işçiler hep hayal kurar, “Biraz para biriktireyim küçük bir atölye açayım. Kendi işimi kurayım. Üç kuruşa köle gibi çalıştırmaktan kurtulayım”.
Kulağa ne kadar hoş geliyor değil mi? Acaba kaçımız böyle hayaller kurmuşuzdur? Belki birçoğumuz. Üstelik yanımızda çalıştıracağımız işçilere iyi davranacağımızı düşünmüşüzdür. Ücretlerini daha yüksek vermeyi, sigortalarını yapmayı, sosyal haklarını sağlamayı düşünmüşüzdür. Sonra işi büyütüp yanımızda daha çok işçi çalıştırınca sosyal hakları da olacak, bayram ve yılbaşı ikramiyeleri, çocuk parası, erzak ve kömür yardımı vs. Ne kadar güzel düşünceler değil mi?
Böyle düşünüp atölye açıp biraz zengin olanlar var. Ama şimdi ne yapıyorlar sizce? Kendimize bu soruyu hiç sorduk mu? Böyle düşünenlere en iyi yanıtı bizim iki patronumuz veriyor bence…
Bunlar Metin ve Ramazan adında iki işçidir. Yıllardır işçilik yapıyorlar ve Faz Elektrik'te çalışıyorlar. Beraber işyeri açma ve zengin olma planları yapıyorlar. Biraz para biriktirip bir yer kiralıyorlar. Yer bulduktan sonra bu defa da iş alabilmek için büyük fabrikaların kapısını çalıyorlar. Büyük bir şirket bunlara “kova sapı tellerini” veriyor. Haftada sırayla 2, 5, 10, 40 bin iş alıyorlar. Bu arada eski işlerine de devam ediyorlar. Sonra şirket bu işin tamamını bunlara veriyor. Metin ve Ramazan işçiliği bırakıp yalnızca kendi atölyelerinde çalışmaya başlıyorlar. Küçük bir atölyede el yapımı bir tel bükme makinesiyle, 60 ve 15 tonluk 2 presle ve 5 işçiyle bugün Çiğli Organize'de trilyonluk bir araziye sahip, 50 işçinin 20 civarında CNC, pres, torna, freze makinesiyle çalıştığı bir fabrikanın yılda %8 kâr eden iki patronudurlar…
İşyerinde güvenlik önlemleri diğer fabrikalara oranla kısmen daha olumlu. Güvenliğe önem veriyorlar. Hem işçi açısından hem de iş kazalarında kendi kayıpları olacağından maddi açıdan da kendilerini düşünüyorlar. İşçilikten gelme bu iki patron bugün oldukça zengin sayılırlar. İnsani olarak çok iyi insanlar. Bir ihtiyacınız olduğunda yardımcı olurlar. Her sabah gelir ve “günaydın” derler. “Hadi hadi, çabuk çalışın” diye baskı yok. Çünkü bütün işçiler işlerini yapıyorlar.
Ne kadar iyi olurlarsa olsunlar en “iyisi” dahi kendi sınıf çıkarına göre düşünür ve davranır. Açlık sınırı 600 YTL, ama ben 400 YTL alıyorum. Patronlar bu yönünü hiç düşünmezler. İşler durgun olduğu gerekçesiyle 15 günlük ücretsiz izne çıkarıldık. Ben izin kağıdını imzalamadım. Sonra patronla görüştük. Bana neden imzalamadığımı sordu. Ben işçilerin yarım ücretle geçinemeyeceklerini söyledim. Asgari ücret aldığımızı, 200 YTL ile geçinmenin mümkün olmadığını söyledim. Patronum o kadar ‘iyi' bir insan ki; bana işlerin az olduğunu, bu yüzden ücretsiz izne göndermek zorunda olduklarını söyledi. İşçiyken kendisi ücretsiz izne çıkarılsaydı ne yapardı acaba? Çiğli Organize'nin “en iyi” patronları benim patronlarım olduğuna göre, Çiğli Organize'deki diğer işçilerin halini siz düşünün…
İşyeri açma, patron olma, işçilere hakkını fazlasıyla verme hayalleri kuran varsa kendini kandırmasın. Dünyanın en iyi insanı bile olsa her patron işçileri sömürür, işçilerin hakkını yer. İnsan gibi yaşamak için en azından sendikalı olan, sigorta, ikramiye, erzak, kömür, çocuk ve aile yardımı alan, insanca yaşamaya yeten ücret alan, günde 7 saat çalışan kaç işçi var? Hangimiz bu şartlarda çalışıyoruz. Hiçbirimiz!
Hiçbir patron bize bu hakları vermez. Biz patron olsak biz de vermeyiz. Çünkü patron olmak için işçileri daha fazla sömürmek gerekir. Eğer gerçekten işçilerin iyiliğini düşünüyorsak, işçilerin kurtuluşunu düşünüyorsak, yapmamız gereken şey tüm işçilerle bir arada mücadele ederek, patronlara ve patronlar düzenine son vermektir.
Çiğli Organize'den bir metal işçisi
--------------------------------------------------------------------------------------
Bir ambar işçisinden mektup...
“Örgütlü isek herşeyiz, örgütsüzsek hiçbir şey!”
Sömürünün en yoğun yaşandığı yerlerden birisi de ambarlardır. Patronlar önce evlerimize gelerek bize önemsiyorlarmış gibi davranıyorlar. İş teklifinde bulunuyorlar. Bize öyle vaatlerde bulunuyorlar ki, gözümüz kapalı o işe koşuyoruz. İş koşulları rahat, 8 saatlik mesai, iyi bir ücret vs. diyorlar. Daha çalışmaya başlamadan önce evdeyken, sırf gözümüzü boyamak için bize para veriyorlar. Ancak işe başladıktan sonra verilen para karşılığından daha fazla çalışmamızı istemeye başlıyorlar. Bir süre çalıştıktan sonra alacaklı duruma geçtiğimiz halde paramızı ödemeyerek daha fazla çalıştırmaya zorluyorlar. Keyfi davranıyorlar. 8 saat yerine 14 saat çalıştırıyorlar. Alacağımız ücretin % 60'ı içerde tutulurken bize % 40'ını veriyorlar.
Evimizde bize önemli insanlarmışız gibi davranan asalak patronlar ve onların uşakları çavuşlar, işyerinde bize birer hayvanmışız gibi davranıp robot gibi çalışmamızı istiyorlar. Sağa sola bakmak, sohbet etmek, yorulunca dinlenmek yasak! Çavuşlar tarafından yapılan hakaret ve küfürler diz boyu. Hiçbir sigorta ve sağlık güvencesi olmayan işyerinde, en ufak bir iş kazasında bile tedavimiz üstlenilmiyor. Böyle durumlarda bize birer eşyaymışız gibi muamele ederek bir sağlık kuruluşunun kapısının önüne bırakıyorlar ve hiçbir masrafımızı karşılamadan gidiyorlar.
Aslında bu koşullarla karşılaşan sadece bizler değiliz. Ülkemizde birçok işçi ve emekçi bu ve buna benzer sorunlarla karşı karşıya. Patronların ve uşaklarının karşısında birleşmekten ve ortak hareket etmekten başka çıkar yolumuz yok. Aksi takdirde baskı ve zorbalığa dayalı bu düzenleri gün geçtikçe daha da azgınlaşarak karşımıza çıkacak. Unutmayalım ki, örgütlü isek herşeyiz, örgütsüzsek hiçbir şey!
Antakya'dan bir ambar işçisi
-----------------------------------------------------------------------------------
Emperyalist vampirler ve yükselen direniş güneşi
Emperyalist savaş Irak'ta, Filistin'de sürüyor. Şimdi Lübnan'da devam ediyor. Bir yandan yıkılan kentler, yokedilen hayatlar diğer yandan zulme, barbarlığa ve sefalete maruz kalanlar.
Vahşetin, zulmün, barbarlığın iyi bir tarafı olamaz. Buna kılıf uydurmaya, bunu haklı göstermeye çalışanlar kendi çıkarları uğruna gözü dönmüş kudurgan, cani emperyalist ülkeler ve işbirlikçi uşaklarıdır. Tüm bunlar emperyalistlerin halkları köleleştirme planlarıdır.
Bir film düşünün; bir tarafta halkları katleden, çocukları, kadınları öldürenler, diğer tarafta bu zulme karşı direnenler... Bu filmi izlerken iyi ve kötü tarafı net bir şekilde görürüz ve buna tepkimizi kızarak gösteririz. Alın size gerçek bir savaş. Yanı başımızda insanlar vahşice katlediliyor, barbarca işkencelere maruz kalıyor, tecavüze uğruyorlar. ABD emperyalizmi ve İsrail siyonizminin saldırganlığı devam ederken buna seyirci kalmak savaşı bir adım daha öteye götürmez mi? Tarafsız olmak bu vahşi kıyımı daha da derinleştirmez mi? Direnen halkların kardeşçe yaşamasını istemek; onlar açlık, susuzluk, hastalık ve ilaçsızlıkla baş etmeye çalışırken onların yanında olmak, emperyalizme ve işbirlikçilerine karşı mücadeleyi yükseltmek en acil görevimiz değil mi?
Kardeşçe, özgürce yaşamak için ABD emperyalizmine, İsrail siyonizmine ve işbirlikçi uşaklarına dur diyelim. Emperyalist saldırganlığa karşı direnen Ortadoğu halklarının direnişini sahiplenelim, bulunduğumuz her alanda direnişi büyütelim.
Ve o güneş doğarken
Büyürken her geçen gün
Ağzı kanlı emperyalist vampirler
O parlayan direniş güneşinin
Işığında kaybolacaklar
B. Rojda |