08 Eylül 2006 Sayı: 2006/35 (35)
  Kızıl Bayrak'tan
   Ankara’daki işbirlikçiler halka rağmen
Amerikancı tezkere’yi çıkarttılar!Emperyalist savaş taşeronluğuna karşı mücadeleyi büyütelim!
  Tüm Amerikancılar tezkerenin kabulu
için sıraya girdi
  Sendikalar ve tezkere
  Amerikancı tezkereye karşı binlerce kişi Ankara sokaklarındaydı
  5 Eylül tezkere karşıtı eylemlerden
1 Eylül eylemlerinden
AL-CO işçileri grev kırıcıların saldırısına uğradı
Basın-İş Genel Başkanı Kamil Kartal ile röportaj; Burjuvazinin attığı adımlara yanıt üretilmelidir
   Ticari Eğitime Karşı Gençlik Koordinasyonu 2. Toplantısı Sonuç
Bildirgesi… Emperyalist saldırganlığa ve
ticari eğitime karşı birleşik devrimci
mücadeleye! / Orta sayfa
  Emperyalizmin askeri, YÖK'ün kölesi olmayacağız!
  6-7 Eylül olayları ya da linç ve yağma kültürü!
  İsrail’in misket bombaları: Lübnanlı çocuklara ölüm tuzağı!
  Meksika’da hileli seçim karşıtı eylemler sürüyor
  Karşı devrimciler Venezüella seçimlerine hazırlanıyor
  Köln ve Düsseldorf’ta 1 Eylül eylemleri
  Örgütlenmenin önündeki engelleri aşacağız!
  Gençlik ve sınıf çalışması
  Asalak patronlardan hesap soralım!
  İsrail'in Lübnan saldırısı ve sonrası gelişmeler
  Emperyalist saldırganlık insanlığı ve doğayı yokediyor
  Titanik güvertesinde şezlong kapmaca 1
  İsrail: Amerika'nın Rottweiler'ı / Uri Avnery
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

Ankara'daki işbirlikçiler halka rağmen Amerikancı tezkere'yi çıkarttılar!..

Emperyalist savaş taşeronluğuna karşı mücadeleyi büyütelim!

Günlerdir üzerinde tartışılan Lübnan'a asker gönderme tezkeresi, 5 Eylül'de bu özel gündemle toplanan mecliste AKP milletvekillerinin verdiği oylarla kabul edildi. Tezkerenin meclisten geçmesiyle birlikte özelde Türkiye'de, genelde ise Ortadoğu'da yeni bir süreç başlamış bulunuyor. Genelden başlayalım.

Lübnan'a saldırıyla önü açılan süreç, Türkiye, İsrail ve önde gelen AB devletlerinin de bir ucundan fiilen dahil oldukları genişletilmiş bir Ortadoğu savaşıdır. Genişletilmiş Ortadoğu savaşıyla, hem asıl hedefler için savaş hazırlıklarının hızlandırılmasını hem de emperyalist cephenin yeni güçlerle takviye edilmesi çabalarını kastediyoruz. Dolayısıyla tezkeresiz ya da tezkereli, az ya da çok, Lübnan'a sözde barışı tesis etmek için askeri güç gönderen ülkeler, ABD'nin GOP adıyla bölgede yürüttüğü egemenlik savaşının dolaysız bir parçası olma yolunda bir adım atmış oldular.

Avrupalı emperyalistlerin katılmasıyla genişleyen emperyalist haydutlar cephesinin BM şemsiyesi altında yürüttüğü Lübnan çıkarmasında amaç, yalnızca İsrail'in altından kalkamadığı işi (İran ve Suriye'nin Lübnan'daki kollarını budamak) tamamlamak, İsrail'in güvenliğini sağlamakla sınırlı değil. Aynı zamanda bu vesileyle daha büyük bir savaş için askeri ve lojistik yığınak yapmaktır. Nitekim, ABD'nin bölgede bulundurduğu nükleer silahlarla donatılmış savaş gücüne ek olarak, Avrupalı emperyalistlerin ağır ve uzun menzilli silahlarla yüklü savaş gemileri ve uçak gemilerini Akdeniz'e göndermesi, meselenin yalnızca Hizbullah'ı ve yalnızca Lübnan'ı kontrol altına almak olmadığını bütün açıklığıyla gözler önüne seriyor. Bir aylık barbarca saldırıları boyunca İsrail'e tek bir eleştiri yöneltmekten özenle imtina eden, üstüne üstlük İsrail'e zaman kazandırmak için BM içinde olmadık maskaralıklar yapan Avrupalı haydutlar, İsrail'in yenilmesiyle oluşan boşluğu doldurmak üzere bu kez BM Barış Gücü adı altında bölgeye çullanarak, gerçekte haydutlar arası dayanışmanın kepaze bir örneğini daha sergiliyorlar. Ama mızrak çuvala sığmayacak kadar büyük, barış oyunu ikinci kez yutturulamayacak kadar kanlıdır.

Savaş bataklığından kırıntı kapmak üzerine inşa edilen bir gelecek!

Hizbullah'ın silahsızlandırılması ve Lübnan ölçekli bir çatışmayı da aşan bir bölgesel savaş bataklığına asker gönderme tezkeresinin altına imza atan AKP hükümeti, bu kararla Türkiye'yi ABD'nin savaş arabasına bağlayan halatın düğümlerden birini atmış oldu. Tezkerenin çıkarılması, gerek Türkiye gerekse AKP için geri dönüşü kolay olmayan, akıbeti şimdiden belli bir sürecin ilk adımıdır.

Erdoğan tezkere kararıyla, Ekim başında ABD ziyareti için gerekli vizeyi almayı garantilemiş olabilir. Belki bu sayede ABD bir süre daha desteğini kendisinden esirgemeyecektir. Fakat, gecikmiş bir hizmeti yerine getirmesine mukabil verilecek bu desteğin, bir dahaki seçimleri kazanmasına, onu hükümette tutmasına yetmeyeceği gün gibi ortadadır. Zira AKP, ABD ve İsrail adına savaş taşeronluğu kararının altına imza atmakla, geleneksel oy tabanını yitirmenin yanında, yükselecek toplumsal tepkilere hedef olmayı da göze almış oldu. AKP bu noktadan sonra istese de geriye dönemez, önüne konulan yeni görevlere yüz çeviremez. Geleceğini efendisinin geleceğine bağladığı yerde, ona daha fazla hizmet etmekten başka bir çıkar yolu yoktur. Kuşkusuz ki, AKP başından beri bu çizgide hareket etmiş, hatta sosyal saldırıları yerine getirmede övgüye değer bir başarı da göstermişti. Şimdi aynı övgüyü-desteği almak için, savaş taşeronluğu konusunda da aynı başarıyı göstermek zorundadır. Emekçi kitleleri, dini duyarlılıkla savaşa karşı olan oy tabanını ve bölge halklarını karşısına almadan bu başarıyı gösteremeyeceği ortadadır.

AKP için söylediğimiz her şey tüm kurumları ve kesimleriyle sermaye iktidarı için de geçerlidir. Kuşkusuz özellikle de bu işin asıl mimarı olan ordu için. Bugün Lübnan'a gönderilen mazlum asker pozları takınan ordu kurmayları, ilerleyen süreçte perde gerisinde kalsalar bile, bu işin sorumluluğunu AKP ile paylaşmak zorunda kalacak, tepkilerin hedefi olmaktan kurtulamayacaklardır. Son günlerde çatışmalarda ölen asker yakınlarının gösterdiği tepkilerin AKP'yi olduğu kadar ordu kurmaylarını da hedef alması, savaşın sorgulanmaya başlanması, bu açıdan son derece önemli ve öğretici bir ölçüttür. Emperyalist savaş taşeronluğu koşullarında bu aynı tepkinin çok daha kapsamlı ve şiddetli olacağı açıktır.

Kuşkusuz, bu tepkilerin kendiliğinden artacağını ve büyüyeceğini görmek için beklemek gerekmiyor. Tezkerenin çıkarılması ve Lübnan'a asker gönderilmesiyle, işçi ve emekçi halklar cephesinden de yeni ve zorlu bir süreç başlamış bulunmaktadır. Ortada çıkarılmış bir savaş tezkeresi, gitgide genişleyen bir emperyalist saldırganlık ve savaş ve bu savaşa karşı yerine getirilmesi gereken görevler var. En özlü ifadesiyle bu görev, işbirlikçi uşaklarını da yanına alan emperyalist haydutların bölge halklarını yıkıma uğratacak saldırılardan alıkoymak; alıkonulamadıkları ölçüde bu savaşı onların yenilgisiyle sonuçlandırmaya bakmaktır. Bunun güncel plandaki karşılığı, emperyalist haydutlara karşı emekçi kitle seferberliğini başlatmak; kitlelere dönük propaganda ve ajitasyon çalışmasını yükseltmektir. Aradan geçen dört yıla rağmen bu temel görevin hala da hakkıyla yerine getirilmediğini belirttikten sonra güncel planda üzerinde durulması gereken birkaç noktanın altını çizmek istiyoruz.

Suç ortaklığını, savaş taşeronluğu rolünü saptırma çabalarını boşa çıkarma güncel görevi!

Sermaye iktidarı, tepkileri yatıştırmak, konunun özünü saptırmak için çok bilinçli bir şekilde asker gönderme tezkeresinin bir takım koşullara bağlandığı, Hizbullah'ın silahsızlandırılması görevini kabul etmeyecekleri vb. argümanları ileri sürmektedir. Düzenin sözde muhalefet partileri ise, “gelecek tabutlar ve şehitler” üzerinden bir propagandayı eksen alarak, işin özünün çarpıtılmasına hizmet etmektedir. Oysa, tek bir asker kaybının olmaması, bölge halklarına karşı işlenen bu suçu mazur görmeye ve göstermeye yetmez. Bu yüzden de, ilk etapta kaç asker gönderileceği, bunların nerede görev alacağı ya da hangi koşulların ileri sürüldüğü, emekçilerin değil sermayenin sorunudur. İradenin emperyalizme teslim edildiği yerde de hiçbir gerçek karşılığı yoktur.

Burada önemli olan, Türkiye'nin, Lübnan'dan başlayarak genişleyecek olan emperyalist savaş cephesi içinde yer alması, halklara karşı emperyalizmin bekçiliğine soyunmuş olmasıdır. Gönderilecek asker sayısının ve görev süresinin daha baştan kayıt altına alınmaması, yani belli bir sınır konulmaması da göstermektedir ki, işbirlikçiler bir kez bu adımı attıktan sonra attıkları adımları daha da ilerleteceklerdir. Bu da sözde ileri sürülen koşulların dikkate alınmayacağını, sayı ve sürenin emperyalistlerin ihtiyacı ve savaşın gidişatına bağlı olarak arttırılacağını göstermektedir.

Öte taraftan, altında AKP imzası olan tezkere kararı, yalnızca hükümete ait bir karar değil, bir bütün olarak sermaye iktidarının politik karar ve iradesinin bir ürünü ve ifadesidir. Bu karara ve ortak iradeye, sırf önümüzdeki seçimlerde oy toplamak kaygısıyla tezkere oylamasında hayır oyu kullanan sözde muhalefet partileri de dahildir. Bugün tezkereyi hararetle savunan Erdoğan'ın bir zamanlar muhalefetteyken Afganistan'a asker gönderilmesi gündeme geldiğinde, “karşıyız, çünkü halkımız karşı” diyerek, bugün kendisine muhalefet edenlerle aynı ikiyüzlü tutumu sergilediği unutulmamalıdır. İsrail ile en kritik anlaşmaların bugün Lübnan işgaline ve İsrail saldırganlığına karşı sert açıklamalarda bulunan Saadet Partisi'nin önceli olan RP'nin DYP ile hükümette olduğu dönemde imzalandığı da akıllardadır.

Genelkurmay eski başkanı Özkök, “Türkiye'nin stratejik konum ve çıkarlarını korumak için muhtemel bir takım kararlar alabiliriz” sözüyle, bu işin perde arkasında esas olarak kimlerin bulunduğunu gözler önüne sermişti. Medyadaki uşaklar korosu 1 Mart tezkeresinin rövanşını almak için günlerdir kalem oynattılar. AKP, kayda alınmayacak bir fire vererek, emperyalist haydutların hizmetinde kenetlendi. Dolayısıyla, dümenlerin kapsamlı bir bölgesel savaşa kırıldığı bir dönemin başında, emperyalist savaş ve saldırganlığa karşı biriken tepkilerin değerlendirilmesi için, medya ve basındaki paralı uşaklardan sahtekarca manevralarla emekçilerin kafasını karıştıran muhalefet partilerine, ordudan AKP'ye kadar kirli savaş cephesini hedef alan etkili ve gündelik bir teşhir faaliyeti yürütmek, en temel bir görev olarak önümüzde durmaktadır. Savaşın yakıcılığı ve sosyal yıkımın derinliği, kitlelere dönük bu yöndeki çabaların hiçbir biçimde boşa gitmeyeceğini göstermektedir.