21Ocak 2006 Sayı: 2006/02 (02)
  Kızıl Bayrak'tan
  Çok yönlü bir hazırlıkla karşılanması gereken bir dönemecin eşiğindeyiz
  Ordu kontrgerilla olarak inkar ettiğini Özel Harp Dairesi olarak savunuyor
  Devlet için kurşun atan Ağca serbest bırakıldı
  Kuş gribi yayılıyor...
İnsan ölümleri umurlarında değil
Neler anlatır kısa hikayeler... Suçlu kim!
  Devlet hastanelerinin alacakları silindi
TEKEL’de tasfiyeye karşı direniş!
  Tekel işçileriyle konuştuk... “Bedel ödemeden kazanamayız!
  Avrupa Birliği, sosyal güvenlik ve işçi
sınıfı: Dünden bugüne / Yüksel Akkaya
  2005 yılında sınıf hareketi-1: Alınan yenilgiler, büyüyen ihanet ve filizlenen çıkış arayışları (Orta sayfa)
  Kurultaylara çağrı
  Ümraniye İşçi Kurultayı
Sonuç Bildirgesi
  Amerikan İşbirlikçileri İran Cumhurbaşkanı’nın Ankara’ya gelmesini
engelleyecek formül arıyor.
  Alman emperyalizmi de emperyalist savaşın suç ortağı!
  Filistin genel seçimleri 25 Ocak’ta yapılıyor
  Kanlı tiranlar geçici,
direnen halklar kalıcıdır!
  Berlin’de kitlesel Rosa Luxemburg ve
Karl Liebknecht anması
  Devrim Okulu 13-17 Aralık tarihlerinde gerçekleştirildi...
  Bültenlerden...
  Yeni bir dünya hedeflenmeden
yeni bir kültür yaratılamaz!
  Devrimci veDemokratik Yapılar Arası Diyalog ve Çözüm Platformu’nun
açıklaması
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

Neler anlatır kısa hikayeler...

Suçlu kim!

16 yaşındaydı daha... Nüfus cüzdanında 12 yazılı. Yani kısacık yaşamının dörtte birini hiç yaşamamış görünüyordu Fatma... Köyde, tek gözlü bir evde kalıyorlardı. Baba, kardeşler, üvey ana... Bütün dünyasıydı evi. Evi, evinin önündeki dar alan, o alanda baktığı hayvancıkları, belki işe koşulduğu tarla... Okula gitmemişti. Gitmemiş miydi, gidememiş miydi, gönderilmemiş miydi? Bunun bugün bir önemi yok. Fatma artık yaşamıyor.

Baktığı, her sabah beslediği, pisliklerini her gün temizlediği ördekleri hastalandı Fatma'nın bir gün. Baba kesecekti onları, kesecek, yiyeceklerdi. Fatma ördekleri ölmeden önce onlara dokundu, okşadı... Sonra hastalandı Fatma. Ağır bir soğuk algınlığı mı, bakımından sorumlu olduğu hayvanların ölümünden duyduğu acıdan mı? Apar topar değil, Fatma elden ayaktan kesilince sağlık ocağına yollandılar ailece.

Sağlık ocağı çözüm değildi. Hangi sağlık ocağı çözüm üretir ki? Baba istemiyor hastaneye gitmeyi, yeşil kartı yok, parası yok... İzlediği kesin, haberlerde parası olmadığından hastanede rehin tutulanları... Ama doktorlar kuş gribi diyor. Yüzyılımızın vebası... Farelerden sonra kuşlara kesildi ölümlerin faturası...

Sonra baba ikna edildi. Çünkü Fatma'nın durumu ağırlaştı. Baba ikna edildi ama bütün Türkiye'ye cani olarak lanse edildi bir kere. Yani Fatma'nın katili kuşlar ve baba! Sonra? Sonra Fatma'nın ölüm haberi geldi. Gazetelerde hastane köşesinde çekilmiş, hüzünlü ve solgun bir fotoğrafla...

Gazetelerde her gün yerli yersiz ölüm haberleri, bazen haberi olmayan ölüm ilanları yeralır. Cinayet, trafik kazaları, ihmal, intihar... Çoğu kez hüznü doğuran ölümün kendisi değildir de ölenin hikayesidir. Fatma'nın ölümünün üzen yanı işte O'nun kısacık hikayesinden ileri geliyor, öfkelendiren yanı ise bu ölümün altından yine aynı insan öğütücüsü düzen çıkıyor.

Günlerdir toplumun her kesiminde ciddi boyutlara varan bir korku salgını başlamış durumda. Herkes kuş gribine yakalanma endişesi ile yumurtalardan, tavuk etinden, dahası her türlü kanatlı hayvandan uzak durmaya çalışıyor. Bu arada Çernobil'den tanıdığımız görüntülerle de karşılaşıyoruz. Kuş gribi endişesinin ekonomik faturası ortaya çıkınca televizyonlarda bu kez de tavuk eti yiyen yetkililer, “yiyin yiyin bir şey olmaz” diyerek boy gösteriyor. Geçimini tavukçuluktan sağlayan insanlar çaresizlik içerisinde kıvranırken, hükümet büyük işletmeleri kurtarma derdine düşmüş durumda. Gazetelerde markalı olanların yenebileceği söyleniyor. Sonra Fatma ölüyor ve hepsi bir ağızdan babayı suçluyor. Ülkede kanatlı ne kadar hayvan varsa katledilmesi için fetvalar çıkartılıyor.

Fatma'nın babacığı ağlıyor kızının cenazesinde. Suçlu mu o, yoksa mağdur mu? Çocuğunu daha iyi şartlarda yetiştiremediği için mi suçlu? Daha iyi şartlar vardı da o mu reddetmişti yoksa? Yeşil kart bütün cüzdanı dolulara dağıtılırken, yeşil kart sahibi olmasını sağlayacak bir torpili, verecek rüşveti olmadığı için mi suçluydu? Yoksa yokluklar içinde doyurmaya çalıştığı canlarına hastalanan ördekleri yedirdiği için mi? Ne yapsındı peki? Et alacak parası vardı da o mu almamıştı? Ona cahil ve cani sıfatını yapıştıran bir sürü cinayetin faili medya bu soruların yanıtlarını aramış mıydı? Baba, kızının ölümünden sonra, medyanın kendisine armağan ettiği vicdan azabıyla nasıl uyku uyuyacak, intihar ederse sorumlusu kim olacaktı?

Fatma üzgün ve solgun bir yüz ifadesiyle berbat kokan hastanenin içinde bir bankın üstünde oturuyor. Babasının başına toplanmış bir grup bağırıp çağırıyor. Fatma hasta, anlamıyor. Hayatları boyunca hastanede kuyruk beklemek zorunda kalmamış, ilaç yazdırdığında acaba devlet parasını ödeyecek mi sorusunu hiç sormamış, parasızlıktan doktora gidemediği hiç olmamış bir grup insan babasının yüzüne vuruyor cahilliğini, sefaletini... Acımadan oracıkta öldürüyorlar adamcağızı.

Fatma 16 yaşındaydı daha. Zaten ölümcül bir yarayla gelmişti hayata. Türkiye'nin ezilen, sömürülen milyonlarından biri olarak dünyaya gelmişti. Bu yara hayatı boyunca hep zorladı onu. Gün yüzü görmedi denir ya, yaşamının her evresinde doğumdan gelen yarası karşısında bir engel olarak dikildi. Çocukluğunu yaşamasının engeli, ilk gençliğini yaşamasının engeli, bugün artık topyekûn hayatta olmasının engeli hep o doğduğu gün çoktan içini kemirmeye başlamış hastalıktı, yaraydı.

Fatma öldü. Ve Türkiye'de her gün yüzlerce Fatma ölüyor, öldürülüyor. Düzen cephesinden Fatmalar'ın ölümü istatistiklere bile geçmiyor bazen. Bazen iki satıra konu ediliyor. Kimi zamanda vicdan aklamasına dönüştürülüyor. Ama her gün yüzlerce Fatma çeşitli sebeplerle ölüyor, öldürülüyor. Kiminin ölümünün faturası tinerci çocuklara kesiliyor, kimininki serseri kurşunu atan bir magandaya, bazen de böyle bulaşıcı bir hastalık sorumlu oluyor... Ama nedense ölen hep Fatmalar oluyor.

Bu cinayetlerin ortak yanı işleniş biçimi değil, Fatmalar'ın yaşı, görüntüsü değil. Ama onların doğuştan taşıdıkları yara ve bu yarayı her geçen gün derinleştiren düzenin kendisi seri cinayetlere bir açıklık getiriyor.

Fatma artık hayal kurmuyor, Fatma artık türkü söylemiyor, Fatma artık yaşamıyor. Ve biz öfkeli olmak zorundayız... Çünkü Fatmalar erken ölmeyi haketmiyor. Çünkü onları öldüren basit bir ihmal, bir salgın hastalık, ahlakı bozulmuş bir insan, sarhoş bir serseri değil... Katil açık ki ihmallere zemin yaratan, hastalıkların ortaya çıkmasına yolaçan, insanlara ahlaksızlık, alkoliklik, serserilik, dolandırıcılık, hırsızlıktan başka seçenek bırakmamak için gece gündüz oturduğu yerden açlık, sefalet ve yoksulluk üreten düzen.

Bugün dünyanın başına çöreklenmiş, insanları tek tek öldüren kara veba kapitalizmin kendisi. Kuşları yakarak, tavukları canlı canlı toprağa gömerek, ihmalkar diye babaları suçlayarak ne salgın durdurulabilir, ne gerçek gizlenebilir. Fatmalar'ın intikamını almak için salgının gerçek kaynağını yakmak zorundayız! Kapitalizmin saltanatı sürdükçe ölümler durmayacak ve bu zehrin tek panzehiri doğduğu gün ölüm fermanı yazılmış olanların öfkelerinden üretilecek!

-----------------------------------------------------------------------------------------

Kuş gribi ve kapitalist kâr düzeni!

Aylardır konuşulan ve önlem alınmayan kuş gribi sonunda 4 çocuğun ölümü, onlarca insanda hastalığın tespit edilmesi ve virüsün geniş bir bölgeye yayılması noktasına geldi. Önlem almak için insanların ölümünü bekleyen yetkililer şimdi de halkı sakin olmaya çağırıyorlar. Öncesinde Çin, Endonezya, Vietnam gibi ülkelerde görülmüş ve Dünya Sağlık Örgütü tarafından uyarı yapılmış olmasına ve ülkenin çeşitli yerlerindeki kanatlı hayvanlarda virüs yüzünden ölümler yaşandığı tespit edilmesine rağmen, devlet 10 günlük kritik süreçte beklemeyi tercih etti.

Ağrı'nın Doğubeyazıt ilçesinde ortaya çıkan ve aynı aileden üç çocuğun ölümüne sebep olan hastalık aslında çıplak bir gerçeği gözler önüne sermektedir. Hastalandığında tavuklarının ölmesine izin veremeyecek denli yoksul olanlar, kendi hayatlarını tehlikeye atmak pahasına bu hayvanları kesip yiyebilmektedir.

Öte yandan, “etleri yiyebilirsiniz” açıklamasını yapan yetkililer daha en başından mecliste öğlen yemeği mönülerinden kanatlı hayvan etini çıkarttırmıştır. Bu, Çernobil'den sonra “çayları içebilirsiniz” diyen, okullarda fındıkları devlet yardımı diye dağıtarak çocukların sağlığını tehlikeye atan zihniyettir.

Devletin insan sağlığına verdiği önem bu süreçte tekrar su yüzüne çıkmıştır. İlk olarak 27 Aralık'ta Iğdır'da vaka tespit edilmiş, fakat geçen 10 günlük süre içinde hiçbir adım atılmamıştır. Doğubeyazıt'taki hastalık vakasının “kuş gribi değil, zatüre” olduğu şeklinde yanlış bir açıklama yapmakla kalınmamış, bu yönde insanları uyaran kişiler “işgüzar” olmakla suçlanmıştır. Türkiye kuş gribi virüsünün tespit edildiği ülkeler içinde, hastalığın hayvandan insana en hızlı bulaştığı ülke olma rekoru kırmış durumdadır. Sermaye devleti önlem almak yerine kapitalist ekonominin çıkarlarını gözetme peşine düşmüştür.

Gazetelere yansıyan haberler de bu durumu ortaya koymaktadır, “2004 yılında ‘elektrik faturasının yüksek geldiği' gerekçesiyle dağıtılan Manisa Enstitüsü'nün, aşı üretimine son vermemiş olsaydı, ekim ortasında Manyas'ta kuş gribine yakalanan kanatlıdan üreteceği virüsle Van'daki son kuş gribi vakasının önüne geçmesinin mümkün olduğu ortaya çıktı. ‘Manisa Tavuk Hastalıkları ve Aşı Üretim Enstitüsü' , Tarım ve Köyişleri Bakanlığı'nın isteğiyle ‘kuş gribi aşısını geliştirmek için çalışmalarını sürdürdüğü bir dönemde' dağıtıldı. ‘Sadece hayvanlar değil insanlar için de aşı üretebilecek özellikte' olan enstitü, dünyada 8-10 benzer aşı üretim merkezinden birisiydi” (Cumhuriyet, 7 Ocak 2006).

Elbette bu tür uygulamalar yeni değildir. Kâr etmediği gerekçesiyle kapatılan sağlık kurumları, halk sağlığı birimleri, sağlık ocakları ve diğerleri sağlıkta özelleştirme adımlarının birer parçasıdır. Her türlü insani ihtiyaçtan uzaklaşmış bu kâr düzeni giderek daha fazla ölüm ve yıkım üretmektedir.