24 Aralık 2005 Sayı: 2005/50 (50)
  Kızıl Bayrak'tan
  Emperyalist saldırganlığa karşı
komşu halklarla dayanışmayı
yükseltelim!
  17 Aralık eyleminin gösterdikleri
  Çelebi’nin gerçek yüzü ortaya çıktı
  Asgari ücretteki 30 milyonluk artış bir
kavga çağrısıdır
TÜSİAD patronlarının arsızlığı
Sevda Aydın yalnız değildir!
  Katliamcı polisler ödüllendirildi; Uğur’u unutturamayacaklar!
  19 Aralık katliamını protesto eylemlerinden...
  Şemdinli eylemleri...
Katil devlet hesap verecek!
  Ümraniye İşçi Kurultayı’nda Kurultay
Hazırlık Komiteleri
adına sunulan tebliğ
  Ortadoğu’da gelişmeler ve sermaye
düzeninin büyüyen açmazları /Orta sayfa
  Orhan Pamuk sevdası ve emperyalist
dünyanın ikiyüzlülüğü
  Orhan Pamuk: Burjuva demokratların yeni misyoneri
  Hedef genişleten
NATO dünya halklarını tehdit ediyor
  Hong Kong; Emekçiler emperyalist-kapitalist yağmaya karşı ayakta!
  Filistin halkı iradesini
emperyalist/siyonist zorbalara teslim
etmiyor
  Alman burjuvazisi polis devletine yönelik
adımlara hız veriyor
  “Emek” Partisi nereye?
  19 Aralık katliamı ve direnişi
  Ekim Gençliği’nden
  Basından...
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

Paranoyak Bir Gözlemci ve Konjonktür

  Türkiye’yi, “dışarıdan”, gelişmeleri, günlük yaşamın gürültüsünün üstüne çıkan, en sivri olgulardan hareketle anlamaya çalışan “yabancı” bir gözlemci şöyle diyebilir: “Çok tehlikeli bir konjonktür gelişiyor. Kısa dönemde bir erken seçime, orta dönemde bölgesel bir savaşa taraf olmaya açılan iki olasılık söz konusu.” Ben böyle bir gözlemci olmadığım için, “Bunlar çok yüzeysel, paranoya eğilimli bir aklın ürünleri” diye düşünürüm. Ama o gözlemci şöyle devam edebilir: Gelişmekte olan konjonktürün en önemli özelliğini, ekonomik, siyasi ve jeopolitik kriz eğilimlerinin kesişmeye başlamış olması oluşturuyor.

Eğilimler kesişiyor

Örneğin, ekonominin dengelerinin sürdürülemez bir noktaya doğru koştuğunu, dolayısıyla kriz eğilimlerinin gelişmekte olduğunu bir süredir birçok ekonomist (Erinç Yeldan’ın kulakları çınlasın) vurguluyor. Vurguladıkça da medya, “iflah olmaz kötümserler, her şey iyi giderken sabotaj yapanlar, ülkeyi dışarıya jurnalleyen hainler” olarak niteleyen yazılarla bunların üzerlerini örtüyor, “gösteri toplumunun” imaj-renk cümbüşü içinde görünmez kılıyordu.

Geçen haftalarda ne olduysa, kim ne koku aldıysa ve daha ne kadar sürer bilinmez ama, durum değişti; medyanın “saygın” , “iyimser” , “soğukkanlı” kategorisine sokarak önde tuttuğu, kimi ana akım (siz neo-liberal diye okuyunuz) ekonomistler ağız değiştirdiler. Artık durumun (cari açık, tüketici borçları, döviz kuru) sürdürülemez olduğu, “arz-yanlı” bir kriz (stagflasyon) olasılığı, hükümetin manevra alanının giderek daraldığı, işsizliğin arttığı, tarımın çökmekte olduğu ortalıkta tartışılmaya; Polly Anna neo-liberallerinin sesleri seyrelmeye başladı. Bu duruma ters tek gelişme Moodys’in Türkiye’nin kredi notunu yükseltmiş olmasıydı. Ama, “konjonktürün” gerçeği de, bu sözde-çelişkide yatıyor olabilirdi.

Bu yabancı gözlemci, ekonomik kriz eğilimleri güçlenirken hükümetin de yönetme kapasitesini yitirmeye başladığını düşündüren “tuhaf” hareketler yapmaya başladığını da saptayabilir. Gözlemci, aslında bu “tuhaf” hareketler, AİHM’nin türban kararıyla başlamıştı diye düşünür, sonra, Van Üniversitesi Rektörü olayları.. derken “kimlik sorunu” tartışması, içki yasağı, kırmızı sokaklar girişimi geldi. Ama geçen yıldan farklı olarak, medyadaki, “Ne kadar iyi yapıyorsunuz efendim”ci yazarlarda da bir “tuhaflık” vardı. Bekir Coşkun’un deyişiyle “döneklik mevsimi” başlamıştı adeta. “Yaşam tarzıma dokunma” , “Nasıl olsa Avrupa’ya giriyoruz” aşireti hükümetten desteğini çekiyor muydu? “Kanaat önderlerinin” çanları, şimdi AKP hükümeti için mi çalıyordu?

Tam bu sırada, AKP hükümetinin uluslararası desteklerinin kurumaya başlaması da ilginçti. Medyanın “kanaat önderleri” ABD’nin, Irak’ta Türkiye’nin derin ve yaygın desteğine gereksinimi olduğunu vurguluyorlar, ancak ABD dış politika seçkinlerinin, genelde ılımlı İslam projesinden, özellikle hükümetin “tuhaf” hareketlerinden ve AKP’den soğumaya başladıklarını anlatıyorlardı. Bu seçkinler, artık açıkça, AKP karşıtı güçlerle yakınlaşma noktaları arıyor, AKP’yi değiştirmek istiyorlardı. Özetle, Türkiye’nin önüne Irak bağlamında çok ciddi sorunlar gelmeye başlarken hükümet iç ve dış desteklerini yitirmeye başlamış görünüyordu.

Dışarıdan bakan gözlemci, artık, AKP’nin, Hegel’in “kendi üstüne dönen yadsıma” dediği, çıkmaz duruma düşmeye başladığını düşünmektedir. Şöyle ki, medyada, toplumsal desteklerinde ve dışarıdaki dostlarında görülen ani hava değişikliği, AKP liderliğine, hem yakın bir gelecekte geniş çaplı bir krizle karşı karşıya kalma olasılığının arttığını, hem de bir “komplo” karşısında olduğunu söylemiyor mu? Ya bu kriz gelecek genel seçimlerden önce patlak verirse? O zaman “gösteri toplumunda” oluşmaya başlayan “zamanın ruhu” AKP’yi paramparça ederek kurtlara atmaz mı?

Öyleyse, ya AKP liderliği bu “komployu” bozmak için bir kriz patlak vermeden önce seçime gidecek ya da “komplo teorisini” yadsıyacak; paniğe kapılmayacak, erken seçime giderek risk almak yerine dostlarını yeniden kazanmaya, “söylenenleri” yapmaya, dengeleri korumaya çalışacak. Ama, bu kez de genel seçimlere zamanında ama, bir krizin yıkıntıları üzerinde gitmeyi göze alacak. Her iki şıkta da sonuç değişmeyecek . Değişmeyecek ama, AKP’nin yerine ne gelecek, bu “seçenek” ne zaman ortaya çıka(rıla)cak?

Orta dönemde...

Gözlemcimiz, hızlanan diplomatik trafikten, Türkiye’deki “ABD’nin sesi” yazarların yorumlarından, ABD’nin yeni Türkiye Büyükelçisi’nin göreve başlamasıyla birlikte ülkeye gelen FBI ve CIA başkanlarının yaptıkları toplantılardan basına sızan bilgilerden, orta dönemde jeopolitik bir krizin mayalanmakta olduğunu da düşünebilir. Öyle ya, sızan haberlere göre ABD, İran’a ve Suriye’ye yapacağı operasyonlar için Türkiye’den yardım istemiş, “İran, ABD ile olan ilişkilerimizi bozmaya değecek ülke değildir” diye düşünen devlet büyükleri de bu yardımı vermeyi kabul etmişler. ABD, İskenderun Limanı’nda yakıt depolamaya başlamış. Bu sırada ABD çizgisini savunan yazarlar, Türkiye’nin 1 Mart tezkeresiyle ne kadar yanlış yaptığının artık anlaşıldığını, stratejik ortağı ABD’yi bu kez yalnız bırakmaması gerektiğini, Irak’a daha derin bir biçimde müdahil olması gerektiğini anlatıyorlar. Gazetelerde, “İran’ın Türkiye’ye rejim ihraç etmekten hiç vazgeçmediğine, solun önde gelen isimlerine yönelik suikastlarda parmağı olduğuna” ilişkin haberler yeniden görünmeye başlıyor.

Gözlemcimiz, “ABD, hangi uzun dönemli hedefe bağlı olarak Türkiye için hâlâ stratejik ortaktır” sorusuna cevap aramak yerine, ABD’nin olası bir İran operasyonunun etkileri üzerinde düşünmeye devam edecektir. Çünkü, neo-liberal ekonomik politikaları benimsemeye başlayan, ABD/İsrail ve Avrupa’yla uzlaşma isteği sergileyen Suriye’ye karşılık, İran’da sürekli Batı’yı kışkırtan bir devlet başkanı var. Üstelik, Irak seçimleri Şiiler’in, İran’ın Irak’ta zaten var olan etkisini güçlendirecek gibi görünüyor. Bu yüzden, nükleer bir güç olmaya doğru ilerleyen İran’ın jeopolitik avantajlarının kırılması ABD ve İsrail için büyük önem kazanıyor.

Belli ki, İran operasyonu, ilk aşamada, Türkiye’deki üslerden ve hava sahası üzerinden bir hava saldırısı olarak gerçekleşecek (o da gerçekleşirse). Şimdi, Türkiye buna izin vereceğini açıklayarak İran’a karşı “gerçek ve güncel” bir tehdit olma konumuna yükselmiyor mu? ABD İran’ı vurduğunda, eğer İran, elindeki füzelerle saldırının hinterlandına doğru bir misilleme yaparsa, Türkiye bir adım daha atarak İran’la savaş durumuna geçmek zorunda kalmayacak mı? Böylece bölge jeopolitiğinin, 500 yıllık menteşesi, Türkiye-İran sınırı çatırdamaya başlamayacak mı? Bin yedi yüz yıl önce, imparatorluk sürecine bir “uç beyi” olarak başlayanlar, şimdi ABD imparatorluğunun “uçbeyi” mi olmaya soyunuyorlar?

Tabii, bunlar yabancı bir gözlemcinin, dışardan, yüzeysel, hatta biraz da paranoyak yorumları. Söz paranoyadan açılmışken: Sakın, Moodys’in, Türkiye’nin kredi notunu yükseltmesi, krizi geciktirmeye, Türkiye’nin, biraz daha borçlanmasını kolaylaştırarak daha da ağırlaştırmaya , gelecek taleplere direnmeyi iyice olanaksızlaştırmaya yönelik, bir “ekonomik tetikçilik” olmasın?

Ergin Yıldızoğlu

Cumhuriyet/19 Aralık 2005

-------------------------------------------------------------------------------------------

Sağlık Kurultayı yapıldı

17-18 Aralık tarihlerinde AKP’nin İMF ve Dünya Bankası’nın dayattığı sağlık politikası ve emekçilere etkisini temel alan Sağlık Kurultayı Ankara’da gerçekleştirildi. Kurultay’ın temel gündemleri “sağlıkta dönüşüm” adı altında uygulanmak istenen sağlıkta özelleştirme, Genel Sağlık Sigortası, performansa dayalı ücretlendirme, esnek istihdam biçimleriydi. Kurultay’da bu çerçevede sunumlar yapıldı. Ayrıca son olarak Adana’da gerçekleştirilen, sözleşmeli sağlık personelinin örgütlenme deneyimi anlatıldı. Deneyim ilgiyle karşılandı.

Katılımın düşük olduğu Kurultay, ileriye dönük herhangi bir program çıkarılmadan sona erdi. Bu haliyle Kurultay önden hazırlığı yapılmamış, sağlık emekçilerine maledilmemiş, sorunun çözümüne dair tartışmaların yapılmadığı bir platform oldu.

Kurultay’da Sosyalist Kamu Emekçileri imzalı bir metin dağıtıldı.

Sosyalist Kamu Emekçileri/Ankara

------------------------------------------------------------------------------------------

On yıl önce on yıl sonra...

Tek kurtuluş örgütlü mücadelede!

İLGP olarak düzenlediğimiz etkinlik sonrası bir çalışma takvimi çıkardık. Liselilere düzeni teşhir etmek ve kurtuluş yolunu gösterebilmek için bir bilinçlendirme çalışması planladık. Bu kapsamda son on yılda yaşanan olayların aktarıldığı bir metin ve gelecek on yıldan ne beklediklerini soran bir anket hazırladık. Anketi İstanbul genelinde yaygınca yapmaya çalıştık. Anket çalışmasına gelen yanıtlarda liseli gençliğin büyük bir bölümünün geleceksizlik kaygısı taşıdığına işaret ediyordu. Ve bizim için çok değerli olan başka bir sonuç ise, bu dünyanın değişebileceğine olan inancın birçok arkadaşımız tarafından dile getirilmesiydi. Anket çalışmamızın finali olarak kurguladığımız yerel toplantılar ise 14-16 Aralık tarihlerinde üç bölgede yaptık. Gaziosmanpaşa, Sefaköy-Esenyurt ve Anadolu Yakası merkezli toplantılarda Erdal Eren’in örnek devrimci kimliğine dair anlatımlar yapıldı. Erdal Eren’i birçok liseli arkadaşımız bu anlatımlar üzerinden yeni tanımış oldular.

Anket sonuçlarının değerlendirilmesi üzerinden yapılan canlı tartışmalarla liseli gençliğin bugün yaşadığı en yakıcı sorunları  ve bu sorunlara karşı ortaya koyabileceğimiz mücadele hatlarını tartıştık. 24 Aralık’ta yapılacak etkinliğe çağrıyla toplantılarımızı tamamladık. Arkadaşlarımızın 24 Aralık’taki etkinliği büyük bir heyecanla beklediklerini görmek bizi sevindirdi. Son haftamızda davetiye dağıtımı ve takvim satışlarıyla etkinliğe hazırlanıyoruz.

İLGP