24 Aralık 2005 Sayı: 2005/50 (50)
  Kızıl Bayrak'tan
  Emperyalist saldırganlığa karşı
komşu halklarla dayanışmayı
yükseltelim!
  17 Aralık eyleminin gösterdikleri
  Çelebi’nin gerçek yüzü ortaya çıktı
  Asgari ücretteki 30 milyonluk artış bir
kavga çağrısıdır
TÜSİAD patronlarının arsızlığı
Sevda Aydın yalnız değildir!
  Katliamcı polisler ödüllendirildi; Uğur’u unutturamayacaklar!
  19 Aralık katliamını protesto eylemlerinden...
  Şemdinli eylemleri...
Katil devlet hesap verecek!
  Ümraniye İşçi Kurultayı’nda Kurultay
Hazırlık Komiteleri
adına sunulan tebliğ
  Ortadoğu’da gelişmeler ve sermaye
düzeninin büyüyen açmazları /Orta sayfa
  Orhan Pamuk sevdası ve emperyalist
dünyanın ikiyüzlülüğü
  Orhan Pamuk: Burjuva demokratların yeni misyoneri
  Hedef genişleten
NATO dünya halklarını tehdit ediyor
  Hong Kong; Emekçiler emperyalist-kapitalist yağmaya karşı ayakta!
  Filistin halkı iradesini
emperyalist/siyonist zorbalara teslim
etmiyor
  Alman burjuvazisi polis devletine yönelik
adımlara hız veriyor
  “Emek” Partisi nereye?
  19 Aralık katliamı ve direnişi
  Ekim Gençliği’nden
  Basından...
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

Orhan Pamuk sevdası ve emperyalist dünyanın ikiyüzlülüğü...

AB demokrasisinin sınırları

İsmail Beşikçi’nin kitaplarını yayınlayan Yurt Yayınevi, kitaplar üzerindeki yasağın kaldırılması için mahkemeye başvurmuştu. Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen davada TMY’nin gündemde olduğu dönemde bölücülük iddiasıyla toplatılan 16 kitaptan 4’ü için yasak kaldırılırken içinde “Ortadoğu’da Devlet Terörü”, “Devletlerarası Sömürge Kürdistan”, “Kürtler’in Mecburi İskanı, Bilim Yöntemi, Türkiye’deki Uygulama 1”, “Bilim, Resmi İdeoloji, Devlet Demokrasi ve Kürt Sorunu” kitaplarının da yeraldığı 12 kitap için “terör örgütü propagandası suçu oluşturabilir” ifadesi kullanılarak yasağın devamı konusunda karar verildi. Dava 22 Kasım tarihinde görüldü. Ancak ne sermaye medyasında ne de Avrupa Birliği basınında büyük puntolarla yazıldı. Üzerinde konuşan, yazan-çizen de olmadı.

Ancak aynı günlerde aynı mesele (Kürt meselesi) üzerine söyledikleri üzerinden hakkında dava açılan Orhan Pamuk manşetlerde yerini alıyordu. İsmail Beşikçi 10 yılı aşkın bir süre yazdıklarından dolayı cezaevinde yatarken de bu denli “popüler” olmamıştı. Avrupa Birliği ülkelerinde üst düzeyde herhangi bir temsilci de sonu gelmez davalarına katılmamıştı.

Peki bu ülkede insanlar düşüncelerinden dolayı ilk kez yargılanmadıklarına göre, nedir Orhan Pamuk’u bu denli savunulur kılan?

AB’nin kitleler nezdinde kabul edilebilir görülmesinin önemli nedenlerinden biri ekonomik refah beklentisiyse, diğeri siyasi hak ve özgürlüklerin sınırlarının genişletilmesi umududur. AB’nin başını çeken ülkelerdeki sosyal saldırılar, entegrasyon sürecinde Doğu Avrupa ülkelerinin deneyimleri, Avrupa Birliği’nin yeni üyeler için hiç de refah anlamına gelmediğini yeterli açıklıkta göstermektedir. Tersine genişleme süreci yaşam koşullarının daha da kötüleşmesinin yolunu açmıştır. Fransız emekçilerinin belirgin bir tutum ve tepkiyle AB anayasasını reddetmeleri bunun en dolaysız bir teyidi de olmuştur. Ekonomik refahı arttıramayan ve polis devleti uygulamalarını yaygınlaştırarak adım adım demokratik hak ve özgürlüklerin de dibini oyan AB’nin geriye kalan tek dayanak noktası, ideologları aracılığıyla yarattığı “Avrupa rüyası” yanılsamasını ayakta tutmak, kitleleri bu aldatmacaya hapsetmektir. Bir başka deyişle “düşün” sürdüğünü sürekli çeşitli yöntem-araçlarla işlemek, buna uygun ideolojik bir yapılanma oluşturmaktır.

Özellikle demokrasi konusundaki yanılsamanın korunmasında ilk elden kullanılan yöntem ise, Türkiye’de kitlelerin gözü önünde gerçekleştirilen açık şiddet olaylarını kimi zaman açıkça, zaman zaman üstü kapalı biçimde eleştirmektir. Kesin bir biçimde belirlediği sınırlar içinde, çoğunlukla “bireye” yönelen hak ihlallerine karşı “muhalefet” görevi üstlenmektir. 8 Mart 2005 Dünya Emekçi Kadınlar gününde gerçekleştirilen eylemin ardında yaşanan budur. Avrupa Birliği fütursuzca kullanılan şiddeti eleştirmiş, olay medyada yankı bulmuş ve çok geçmeden de unutulmuştur. Unutulmaya-unutturulmaya da mahkumdur. Çünkü AB şunu çok iyi bilmektedir; onun geleceğini tehdit eden devrimci sol, nerede olursa olsun, nasıl olursa olsun mutlak biçimde ezilmelidir. Bundan dolayı F tipi hücrelere tam destek vermiş, bundan dolayı planlı ve soğukkanlı kitlesel bir vahşet örneği olan 19 Aralık katliamına sessiz kalmıştır.

Tüm bunların ışığında Orhan Pamuk’a sahip çıkmayı nasıl değerlendirmek gerekiyor? Çünkü Orhan Pamuk türü olaylar onların kendi ikiyüzlülüklerini gizleyebilmeleri için fazlasıyla yumuşak ve zararsız temalardır. Orhan Pamuk ve benzeri davalar, Avrupa Birliği tarafından temel demokratik hak ve özgürlükler konusundaki ikiyüzlülüğü, belirgin çifte standardı ve samimiyetsizliği gizlemenin uygun ve aldatıcı araçlarıdır.

İsmail Beşikçi aydın tavrıyla, düşüncelerini sonuna kadar savunmasıyla, tabu olarak görülen Kürt sorununa dair söyledikleri ve yaptıklarıyla elbette Orhan Pamuk ile karşılaştırılamaz. İsmail Beşikçi Avrupa’nın korktuğu aydın direngenliğini temsil ediyordu. İsmail Beşikçi ile Orhan Pamuk arasındaki söylem-pratik uyuşmazlığı, AB’nin tavrını belirlemektedir. Bir başka deyişle, AB de ikisini karşılaştırmamakta-karıştırmamaktadır.

Ve en önemli nokta: Avrupa Birliği “demokrasi, özgürlük, düşünce özgürlüğü” vb. getirme büyük yanılsamasını besleyen ve ayakta tutan liberal solculara sahip çıkıyor. Orhan Pamuk denebilir ki böylelerinin protipi bir aydın konumundadır. Avrupa Birliği kendi koyduğu sınırlar çerçevesinde düşüncelerini açıklayan, bunların propagandasını yapan bir muhalefete ihtiyaç duyuyor. Orhan Pamuk ve benzerleri işte tam da bu konumdadırlar. AB elbette salt onlara sahip çıkacak, 19 Aralıklar’a ise gönülden destek verecek... Kürt halkınının temel demokratik ulusal hakları konusunda ödünsüz davranan, sorunu burjuva humanizmasının yüzeysel alanının ötesinde bir siyasal tutumla ele alan İsmail Beşikçi gibi aydınları görmezlikten gelecek...

Bütün bunları Türkiye’de Orhan Pamuk’a karşı kaynatılan aşırı gerici ve tiksindirici cadı kazanını bir nebze olsun mazur göstermek için değil, fakat demokrasi ve özgürlükler konusunda o aynı tiksindiricilikte olan AB ikiyüzlülüğünü bu olay üzerinden bir kez daha görebilmek için önemle akılda tutmak gerekir.

-----------------------------------------------------------------------------------------

Pamuk’a saldıranların bir rengi var mı?

Orhan Pamuk’un Türklüğü alenen aşağılamak suçundan yargılanması farklı kesimlerle birlikte sivil faşistleri ve gerici ulusal solcuları da harekete geçirdi. Davanın görülmesiyle birlikte konunun üzerine mal bulmuş mağribi gibi atlayan bu karanlık çeteci güruh, ABD karşısında alamadıkları tutumları saman altı etmek için bu fırsatı değerlendirme yoluna gitti.

Birkaç ay önce Orhan Pamuk’un olaylı sözlerini Başbakanı’ndan Dışişleri Bakanı’na, Genelkurmaydan Cumhurbaşkanı’na kadar birçok kesim ortak bir tutumla kınamış, Pamuk’un kişiliğine varana kadar topyekûn bir saldırıya girişilmişti. Saldırıların devletin tutumu olduğunu teyit etmek istercesine de Sütçüler Kaymakamı Pamuk’un kitaplarını toplatmaya kalkmıştı. Komedinin figüranları ise bir kez daha besleme faşistlerdi. Kent merkezlerinde Pamuk’un kitaplarını yakan bu güruh eylem tarzlarıyla da asıl misyonlarına her zaman hazır olduklarını gösteriyorlardı.

Pamuk karşısında birleşen cephenin iki kanadı var. İlki sivil faşistler ve yönlendiricisi olarak faşist partidir. İkincisi ise gerici ulusal solculardır.

Başta Perinçek çetesi olmak üzere tüm ulusal sol, Pamuk’un karşısına çıkmış, Ermeni soykırımı ve AB karşıtlığı başlıklarıyla harekete geçmişlerdir. Bunlar, sözde solcu geçinmekle birlikte ezilenlerin değil, kokuşmuş burjuva cumhuriyetinin tarafındadırlar. Birkaç ay önce utanmadan “Ermeniler’in ölümü savaş koşullarında olmuştur, bugün olsa yine aynı şeyi yaparız” diyen Perinçek kafatasçılıkta MHP’den geri kalmamak için elinden geleni yaparak Pamuk’a saldırıyor. Konuyla ilgili son açıklaması ise “Ermeni soykırımı diye bir şey olmadığını Ermeni belgeleri ile kanıtlayacağım” olmuştur. Böyle dayanaksız söylemler Perinçek’in 30 yıllık geleneğidir. Asıl sorun, buradan yola çıkıp yaptığıyla anti-emperyalist olduğunu iddia etmektir. Perinçek bir sistem olarak emperyalizme karşı değildir, aksine Türkiye bu sistemin içinde daha iyi bir yer elde etsin diye çalışmaktadır. “Asya’ya yüzümüzü dönmeliyiz”, “Rusya ve Çin ile birlikte Türkiye dünya politikasında bambaşka bir yer tutabilir, bunu Genelkurmay yetkililerine de söyledim” gibi söylemleri bunu açıkça ortaya koyuyor. Tutarlı bir anti emperyalist hareketin temel ilkesi enternasyonalist olmaktır, ki Perinçek ve ekibi ulusalcıdır, enternasyonalizmi günü geçmiş ilan etmektedir.

Diğer saldırgan bölükse faşist partinin başını çektiği gözü dönmüş faşistlerdir. Benzer şeyleri onlar için de söyleyebiliriz. Hükümette yeraldığı zaman MHP’nin AB reformlarını uygulamaktaki çilekeş çabasını hatırlayalım, şimdi bu zincirden kurtuldukları anda bir anda AB’ye karşı ulusal cephede birleşiyorlar. Bunlar derin devletin ihtiyaçlarına yanıt vermek dışında bir politik platformdan dahi yoksundurlar.

İşte bu karanlık ekip şimdi Orhan Pamuk’a saldırıyorlar. Fakat kendilerinin de farkında olduğu bir gerçek var: Kendisine saldırılması ile birlikte liberallerin kahramanı haline gelse de AB destekçiliğinin sözcüsü olsa da Pamuk kolay bir hedeftir. Pamuk’un gerçekte bir duruşu yoktur ve düşünce özgürlüğünün bayraktarı olacak potansiyele de sahip değildir. Pamuk’u Bruno’ya benzetmeye kalkanlar fena bir yanılgı içindedirler. Zira Bruno düşünceleri için ölebilirken Pamuk tepki karşısında beş kere özür diler, geri adım atar. Pamuk ulusalcıların seçebileceği en kolay hedeftir. Onlar da bunun farkında olsa gerek ki, asıl hedefin AB olduğunu söyleyip duruyorlar. Ancak daha önce de vurguladığımız gibi emperyalizme karşı mücadele etmek bunların harcı değildir.