24 Aralık 2005 Sayı: 2005/50 (50)
  Kızıl Bayrak'tan
  Emperyalist saldırganlığa karşı
komşu halklarla dayanışmayı
yükseltelim!
  17 Aralık eyleminin gösterdikleri
  Çelebi’nin gerçek yüzü ortaya çıktı
  Asgari ücretteki 30 milyonluk artış bir
kavga çağrısıdır
TÜSİAD patronlarının arsızlığı
Sevda Aydın yalnız değildir!
  Katliamcı polisler ödüllendirildi; Uğur’u unutturamayacaklar!
  19 Aralık katliamını protesto eylemlerinden...
  Şemdinli eylemleri...
Katil devlet hesap verecek!
  Ümraniye İşçi Kurultayı’nda Kurultay
Hazırlık Komiteleri
adına sunulan tebliğ
  Ortadoğu’da gelişmeler ve sermaye
düzeninin büyüyen açmazları /Orta sayfa
  Orhan Pamuk sevdası ve emperyalist
dünyanın ikiyüzlülüğü
  Orhan Pamuk: Burjuva demokratların yeni misyoneri
  Hedef genişleten
NATO dünya halklarını tehdit ediyor
  Hong Kong; Emekçiler emperyalist-kapitalist yağmaya karşı ayakta!
  Filistin halkı iradesini
emperyalist/siyonist zorbalara teslim
etmiyor
  Alman burjuvazisi polis devletine yönelik
adımlara hız veriyor
  “Emek” Partisi nereye?
  19 Aralık katliamı ve direnişi
  Ekim Gençliği’nden
  Basından...
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

Savaş çetesinin cephe gerisi de sarsılıyor

Neo-faşist çete yeni bir emperyalist paylaşım savaşı ilan ettiğinde son derece kibirli, kendinden emin havalardaydı. Birleşmiş Milletler’i “çöpe atan” ABD emperyalizmi, peşine düşmeyen diğer emperyalist güç odaklarını aşağılayarak bildiğini okumuştu. Bu küstahlık, belli üstünlükleri tekelinde tutan, özellikle modern silahlarla donanmış “savaş makinesi” ordusuna güvenen yıkıcı bir gücün ne kadar tehlikeli olabileceğini ortaya koydu.

Faşizmi yerkürenin dört bir yanına yaymak için harekete geçen ABD emperyalizmi, hiçbir kural tanımayacağını, BM’yi yok sayıp Irak’ı işgal ederek ilan etmiştir. Irak’ın yakılıp yıkılması, Guantanamo toplama kampı, Ebu Garib zindanı, gizli işkence merkezleri, ülkeler arası cirit atan işkence filosu, iç politikada faşizan uygulamalar... Tüm bunlar neo-faşist şebekenin küstah saldırganlığının kendini ifade ediş biçimlerinden bazılarıydı.

Dünyanın en güçlü savaş makinesini emrinde bulunduranların saldırganlıkta sınır tanımayan politikaları, beklendiği üzere onları kolay zaferlere götürmedi. Tersine, Irak halklarının sadece bir bölümünün direnmesi bile, bu devasa gücü çıkmaza sürüklemeye yetti. Irak işgali onlar için içinden çıkılması zor bir bataklığa dönüştü. Peşisıra Irak işgali için gösterilen gerekçelerin yalan olduğu ortaya çıktı. ABD’nin, iddia edildiği gibi demokrasi/özgürlük ihraç etmek bir yana, işgal ettiği ülkelere vahşi işkenceler, toplu kıyımlar, kimyasal silahlarla katliamlar taşıdığını dünya öğrendi.

 Bu arada işgal ordusuna mensup onbinlerce askerin saf dışı kalmasının da etkisiyle işgal karşıtlarının sesleri yükselmeye başladı. Buna Amerikan büyük sermaye çevreleri arasındaki çıkar çatışması eklenince, neo-faşist projeyi planlanan şekilde hayata geçirmenin mümkün olmadığı anlaşıldı. Irak işgaline tam destek veren çevreler bile, son dönemde Bush yönetimine verdikleri desteği geri çekmeye başladı.

Sıkışmanın vardığı boyut, baş haydut Bush’un “günah çıkarması”na neden oldu. Bush “Ulusa Sesleniş” konuşmasında, Irak işgaline ilişkin bazı kararlarının “korkunç kayıplara” yol açtığını kabul etti. İşgalin “sanılandan zor olduğunu, ancak savaşın kazanılacağını” söyleyen Bush, bu “zafer” için ABD halkından destek dilendi. Buna karşın tüm veriler, Amerikan halkının artık emperyalist savaşa sadaka verecek durumda olmadığını gösteriyor.

Son günlerde Bush yönetimi Amerikan senatosundan da iyi bir darbe aldı. Cumhuriyetçilerin çoğunlukta olmasına rağmen Senato, yurttaşlık haklarını ciddi şekilde ihlal ettiği için eleştirilere uğrayan “Yurtseverlik Yasası”nın bazı hükümlerinin uzatılmamasına karar verdi. Oysa Bush ve adamları, Yurtseverlik Yasası’nın 31 Aralık’ta süresi dolacak 16 maddesinin uzatılması için Kongre’de yoğun bir lobi çalışması yürütüyordu. Aynı günlerde patlak veren bir diğer skandal ise savaş karşıtlarının yasadışı bir şekilde sıkı bir takibe alındıklarının ortaya çıkmasıdır.

New York Times gazetesi, Telekulak skandalıyla ilgili haberinde, Bush’un istihbarat servislerine mahkeme emri olmaksızın vatandaşların uluslararası telefon görüşmelerini dinleme ve elektronik posta haberleşmelerini okuma emri verdiğini yazdı. Bu olayın basına yansımasından sadece 24 saat önce, Kongre’nin baskısına dayanamayan Bush yönetimi, tüm işkence yöntemlerini kınayan bir yasayı kabul etmek zorunda kalmıştı.

ABD Savunma Bakanlığı (Pentagon), Amerikalı savaş karşıtı gruplar hakkında güvenlik güçlerince toplanan istihbaratın kullanıldığını doğruladı. Pentagon sözcüsü Bryan Whitman, NBC televizyonuna yaptığı açıklamada, Savunma Bakanlığı’nın, tesislerini ve personelini korumak için, resmi makamlarca toplanan istihbaratı kullanmasının yasal hakkı olduğunu söyledi. Sözcü, savaş karşıtlarını yakın takibe almanın, Pentagon’un tesislerini ve personelini korumakla ne tür bir ilgisi olduğuna dair bir açıklama yapmadı. Yasadışı telefon dinleme emrini verdiğini kabul eden Bush, bunun “teröre karşı” mücadele için gerekli olduğunu iddia etti.

 Kirli icraatların ortalığa saçılması, saldırgan Amerikan rejiminin işkenceden veya yasadışı takipten vazgeçeceği anlamına gelmiyor. Dahası bu tiksinti verici icraatlar, tüm burjuva devletlerin rutin işlerinin sadece bir kısmıdır. Yine de kesin olan bir şey var ki, o da Irak bataklığında çırpınan savaş kundakçılarının bundan sonra Washington’da da eskisi gibi rahat olmalarının mümkün olmadığıdır.

------------------------------------------------------------------------------------------

Emekçiler emperyalist-kapitalist yağmaya karşı ayakta!

Dünya Ticaret Örgütü’nün (DTÖ) Hong Kong’da düzenlenen “6. Bakanlar Konferansı” küreselleşme karşıtlarının militan eylemlerinin gölgesinde kaldı. 6 gün süren zirve boyunca Hong Kong, başta bölge ülkelerinden gelen emekçiler olmak üzere dünyanın farklı ülkelerinden gelenlerin emperyalist saldırganlık ve yağmaya karşı düzenlediği kitlesel eylemlere tanık oldu. Eylemlerden çekinen DTÖ temsilcilerinin konferansı adalara taşıması, onları emekçilerin öfkesinden kurtarmaya yetmedi.

DTÖ’nün Hong Kong’daki zirvesi emperyalist ülkeler ile bağımlı ülkeler arasında cereyan eden pazarlıklara sahne oldu. Brezilya, Hindistan gibi ülkelerin arkasına sığınan bağımlı ülke temsilcileri, emperyalist güçlerin bazı reformlara gitmesini talep ettiler. Ancak bekleneceği gibi amaçlarına ulaşamadılar.

Gündeme getirilen talepler üzerine ABD temsilcileri “Avrupa’nın gıda ithalat tarifesini daha da indirmesini” talep ederken, AB temsilcisi Peter Mandelson ise ABD’nin kendi pamuk üreticilerine verdiği yıllık 4 milyar dolarlık sübvansiyonu eleştirdi. Topu birbirlerine atan emperyalistler yoksul ülke temsilcileriyle alay ettiler.

Orman kanunlarının yürürlükte olduğu serbest ticaret alanında yoksul ülkeler lehine en ufak bir önlemin alınması sözkonusu bile olamaz. Yoksul ülkeler için “kazanım” olduğu söylenen kimi düzenlemelere gidildiği yönündeki açıklamaların ise pratikte kayda değer bir karşılığı yoktur.

Nitekim uluslararası yardım kuruluşu Oxfam bile, zirveyle ilgili hazırladığı raporda, “Müzakerelere katılan yoksul ülkeler başarılı sonuçlar elde edemeyeceği gibi, büyük ihtimalle mevcut durumdan da geriye gidilecek. Zengin ülkeler, bugüne kadar küresel ticaret müzakerelerinde, yoksul ülkelere bir şeyler sunmak şöyle dursun, onlardan taleplerini arttırdı. Mevcut öneriler kabul görürse, bu yoksul ülkelerin pazarları büyük zarar görebilir” tespitlerine yer veriyor.

DTÖ konferansı boyunca yaşanan asıl önemli gelişmeler, emekçilerin emperyalist yağmaya karşı sergilediği militan direniştir. DTÖ’nün 1999’da ABD’nin Seattle kentinde gerçekleşen konferansla başlayan, 2003’te de Meksika’nın Cancun kentinde devam eden küreselleşme karşıtı direniş, Hong Kong’da yeni bir aşama kaydederek devam etti.

Konferans boyunca devam eden eylemlere onbinlerce emekçi katıldı. Güney Koreli pirinç üreticileri ile Filipinli balıkçılar da 6 gün boyunca eylemlerine devam ettiler. Eylemlerde DTÖ’nün yanısıra emperyalist saldırganlık ve savaş politikası da protesto edilirken, ABD işgal ordularının Güneydoğu Asya’dan, Filipinler’den, Irak’tan, Afganistan’dan çekilmesi istendi. “Kahrolsun DTÖ!”, “İnsanlar DTÖ ve savaşa karşı direnin!” pankartları taşıyan göstericiler, “Emperyalist ABD!”, “Terörist ABD!” sloganları atarak, üzerinde “Emperyalist. Bir Numaralı Terörist” yazısı bulunan ABD bayrağını yaktılar.

Sermayenin barbarca egemenliğine başkaldıran emekçilerin direnişinin doruğa çıktığı gün çok sayıda bakan protestolar nedeniyle konferansın yapıldığı kongre merkezinde bir süre mahsur kaldı. Gösteriler esnasında yer yer barikatlar kuruldu. Hong Kong’da günlerce süren eylemler nedeniyle ulaşımda büyük aksamalar meydana geldi.

Hong Kong yönetiminin eylemleri kontrol altında alabilmek için görevlendirdiği dokuz bin polise rağmen, militan eylemler engellenemedi. Polisin kurduğu barikatlara yüklenen göstericiler, yağmacıları koruyan kolluk kuvvetleriyle saatlerce çatıştı. Çatışmalarda 97 kişi yaralanırken 900 kişi de gözaltına alındı. Hong Kong polisinin estirdiği teröre rağmen, DTÖ şefleri “huzur içinde” bir konferans düzenleme olanağından yoksun kaldılar.

Emekçilerin Hong Kong sokaklarına taşan öfkesi, emperyalist-kapitalist sömürü ve yağmaya karşı biriken tepkinin dışa vurumuydu. Sermaye egemenliğinin kaçınılmaz sonuçları olan işsizlik, yoksulluk, açlık gibi belaların gerçek sorumlularını artık emekçiler de biliyor. Tepkilerin DTÖ’ye yönelmesi bu bilincin bir ürünü.