08 EKİM 2005 Sayı: 2005/40 (40)

  Kızıl Bayrak'tan
  AB hayallerinin çöküşü ve AB'ye hizmette buluşanlar
  AB ile müzakere süreci başladı.
  Gençlik geleceğine sahip çıkıyor
  Meclis yeni saldırılar için işbaşı yaptı
  "Sosyal Güvenlik Reformu" uygulanmadan iflas etti
Erdemir'de yağma savaşının galibi OYAK
Özelleştirme gelirleri sermayenin derdine derman olabilir mi?
  Özelleştirme saldırısında yeni hamleler
  Devlet terörü her yerde
  Tarımda yıkım ve emekçi köylülük
  Milliyetçilikler kıskacında sendikacılık ve sınıf mücadelesinde "D"İSK / Y. Akkaya
  Demokrasi mücadelesi ve Kürt sorunu/3 (Orta sayfa)
  Fransa'da onbinlerce emekçi grevde
  Kapitalist düzende parçalanmış insan cesetleri de "para eder"!

  İran yine hedef tahtasında!

  Suriye yine hedefte!
  Kürdistan sorunu, çözüm dinamikleri ve handikapları/2
  Büyükçekmece İşçi Kurultayı hazırlık çalışmalarından
  Emekçi Kadın Buluşması gerçekleşti.
  Emekçi Kadın Buluşması; Taleplerimizi kazanmanın yolu mücadeden geçiyor!
  Bültenlerden / Kamu Emekçileri Bülteni
  Savaşsız bir dünya sosyalizmle gelecek!
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

Fransa'da onbinlerce emekçi sosyal yıkım politikalarına karşı greve çıktı

Fransa'da üç yıl önce işbaşına gelen sağcı hükümet sosyal yıkım politikasını sürdürüyor. Bu süre içerisinde işçi ve emekçiler tepkilerini ve öfkelerini çeşitli vesilelerle haykırdılar. Sosyal yıkım politikalarına karşı 10 Mart'ta sendikalar ortak bir eylem çağrısı yapmıştı. Bu grev ve gösterilere bir milyondan fazla işçi ve emekçi katılmıştı. Daha sonra, hükümete ve onun liberal politikasına karşı tepki ve öfke Avrupa Anayasası'na ilişkin referandumda kendisini ifade etti. Fakat bu tepkiler sadece başbakanın değişmesine neden oldu. Böylece işçi ve emekçiler oyalanmak ve değişiklik yapıldı görüntüsü verilmek isteniyordu. Bu arada hükümet, tekellerin emirlerini yerine getirirken, işçi ve emekçilerin tepkilerini duymazdan gelmeye devam etti. Yaz tatili sosyal hareketliliğe ister istemez ara verilmesine neden oldu. Fakat hükümet bu boşluğu kullanıp hızla yıkım yasalarını Meclis'ten geçirdi. İş kanununda önemli değişiklikler yaptı. İşçi ve emekçilerin haklarına yönelik ciddi saldırıların önünü açtı. Bütün bunlara karşı sendikaların ciddi bir muhalefet yaptıkları söylenemezdi. Tatil sonrası tepkiler yükselmeye başladı. Ve aylardır beklenen seferberlik en sonunda 4 Ekim günü gündeme geldi.

Fakat 4 Ekim hareketinden önce, Fransa'nın gündemini gene işçilerin mücadelesi işgal ediyordu. Korsikalı liman işçileri çalıştıkları feribot şirketinin özelleştirilmesine karşı harekete geçerek radikal eylemleriyle gündeme girdiler. Özelleştirmeye karşı çıkan işçiler hemen greve çıkarak barikat kurdular. Hükümetin vurdum duymaz tavrı üzerine feribot işgaline başladılar. Böylece aynı zamanda işçi ve emekçilere mücadelenin nasıl bir üst seviyeye taşınacağının örneğini verdiler. Fakat bu mesajı herkesten önce alan hükümet hiç gecikmeden işgal edilen feribota polis ve asker değil, en büyük kriz anlarında işe çağrılan ve sayıları 150 ile 160 arasında olan GIGN adlı özel komandoları yolladı. Böylece bu güç gösterisiyle hem eylemci işçilere hem de diğer işçi ve emekçilere gözdağı verilmiş oldu. Haber medyada yeralırken gemiye yapılan operasyon veriliyor ve ardından bilinçli bir şekilde bu özel komandolar üzerine özel hazırlanmış çekim ve röportajlar yayınlanıyordu. Böylelikle burjuvazi işçileri korkutarak eyleme son verilmesini istiyordu. Fakat eylem bitmedi ve işçiler tutuklanan arkadaşlarının serbest bırakılması için grevlerine devam ettiler ve başardılar da. Feribot şirketinin özelleştirilme koşulları hala hükümet ve sendikalar arasında görüşülüyor. İşçiler taviz vermeyeceklerini her vesileyle dile getiriyorlar.

Toplumun hassasiyetini artıran ikinci olay ise Hewlett-Packard (HP) ve STMicroElectronics gibi büyük şirketlerin işçi çıkartacağını açıklaması oldu. Bütün dünyada işçi çıkartacağını bildiren HP, Fransa'da bu sayının 1.200 olacağını açıkladı. İşsizliğe karşı hassas olan Fransız toplumunda, milyarlarca Euro kâr yapan bir şirketin işçi çıkarması, havanın sertleşmesine yolaçtı.

4 Ekim günü için ortak grev çağrısı böyle bir atmosferde yapıldı. Öncesinde genellikle emekçi eylemlerini karalamakla görevlendirilen burjuva medya eylemin başarılı geçeceği haberlerini verdi. Rakamlara ilişkin her zaman olduğu gibi tartışmalar yaşandı. Fakat sonuçta katılımın 10 Mart eyleminin altında olmadığı ortaya çıktı. 1 milyondan fazla işçi ve emekçi sokaklara döküldü. Toplam 150 yerde, Fransa'nın bütün büyük, orta ve küçük kentlerinde yürüyüşler düzenlendi. Seferberlik her seferinde olduğu gibi ülkenin genelinde gerçekleşti. Son günlerde grevlerle sarsılan Marsilya'da yaklaşık 100 bin kişi yürüdü ve başkent Paris'in caddelerini 150 bin emekçi doldurdu. Grev daha çok kamu sektöründe başarılı geçti. Ulaşım, eğitim, posta, telefon, eletrik ve gaz, yazılı ve görsel basın çalışanlarının yanısıra özel sektörden de katılım oldu. Her sektörün kendi koşullarıyla ilgili talepleri vardı.

Sendikaların ortaklaşa belirledikleri ana tema “iş hakkının savunulması ve alım gücünün yükseltilmesi” oldu. Genel talep birçok kesimin yaşadığı özel sorunlarla birleştirildi. Özelleştirilmeler, eğitim ve sağlıkta bütçe kısıtlamaları, iş kanununun değiştirilmesi. Sonuçta işçi ve emekçiler hükümetin liberal yasa ve politikalarına dur demek için biraraya geldiler. Bu eylemde bütün sendikalar (CGT, CFDT, FO, CFTC, CFE-CGC, FSU, l'UNSA) tek vücut olmuşlardı ve eyleme sol partiler de destek verdiler. Emekçiler sloganlarıyla, pankart ve dövizleriyle hükümetin reformlarını protesto ederek özelleştirilmelere ve sınırsız rekabete karşı olduklarını belirttiler.

Eylemden sonra yapılan kamuoyu araştırmaları, sadece grevcilerin değil tüm toplumun yaşadığı rahatsızlığı gösteriyordu. Genellikle medya grevden rahatsız olanları ön plana koyarken, grevin diğer kesimleri “rehin” aldığını yayarken, bu sefer toplumun %74'ünün eylemleri desteklediğini açıklamak zorunda kaldı. Kamu sektöründeki emekçiler grevin ana kitlesini oluşturuyordu. Birçok kentte, örneğin ulaşımda özelleştirme saldırısı ile karşı karşıya kalan Marsilya'da grev 5 Ekim günü de devam etti.

Özel sektörden katılım olsa da, bu sektörde birçok işçi ve emekçinin greve çıkması çok kolay gözükmüyor. Son yıllarda alım gücünde ve yaşam standartlarında yaşanan düşüş büyük bir kesimi sessiz kalmaya itiyor. İstatistiklerin de gösterdiği gibi toplumun büyük bir bölümü grevi destekliyor, fakat gene de grev yapma cesaretini henüz bulamıyor. Bu da bu hareketliliğin yaşadığı en zayıf halkaya işaret ediyor. Tersinden de hükümetin eylemler karşındaki en büyük silahına... Alım gücünün düşük olduğu, iş güvencesinin artık kalmadığı ve patronlara daha fazla yetki verildiği özel sektörde işçi kendisini ister istemez bağımlı hissediyor. Buna eklenmesi gereken bir başka faktör de ekonomik nedenler. Kredi ile yaşayan büyük bir emekçi kesimi için birkaç gün grev yapmak bütçeleri için küçümsenmeyecek bir kayıp olarak algılanıyor.

Hükümet bu durumu kendi lehine kullanmasını bildiği için, sadece eylemleri izlemekle yetiniyor. Ve 4 Ekim akşamı koro halinde bütün sorumlular, her toplumsal tepkinin ardından söyledikleri gibi, “Fransızlar'ın bizlere yönelttiği mesajı aldık”, “Fransızlar'ı dinliyoruz, kuşkularını ve korkularını anlıyoruz. Bunlara cevap vereceğiz” gibi ikiyüzlü yanıtlar vermekten çekinmiyorlar. Ve ardından Başbakan Meclis'te yaptığı konuşmada sosyal yıkım politikalarından sapmayacağını açıklıkla ortaya koyuyor.

Diğer taraftan sendikalar sağlanan büyük katılımın ardından hükümete baskı yaparak masaya oturmaya çalışıyorlar. Eylemlerin devam edeceğini bildiriyorlar. Fakat zamanı kullanarak emekçi kitleleri yormayı hedefleyen hükümet şimdilik kendisini tehlikede görmüyor. Ancak işçi ve emekçiler Korsikalı işçilerin gerçekleştirdiği radikal eylemleri örnek aldığında, hükümetin tavır değiştirmek zorunda kalacağı da bir diğer gerçek.

-------------------------------------------------------------------------------------------

Fransız işçilere karşı “Anti-terör” timleri harekete geçirildi

AB ülkelerinde sürecin hızla polis devletine doğru evrildiğini gösteren icraatlara yenileri ekleniyor. Çarpıcı örneklerden biri Brezilyalı genç bir işçinin Londra metrosunda herkesin gözü önünde İngiliz polisi tarafından infaz edilmesiydi. Hatırlanacağı gibi, Bush'un “fino köpeği” Blair başkanlığındaki İngiliz hükümeti bu vahşi cinayeti pervasızca sahiplenmişti.

Fransa'daki “anti-terör” timlerinin işçilere karşı gerçekleştirdiği “başarılı operasyon” ise, AB ülkeleri dahil olmak üzere “terörle mücadele”nin gerçekte kimlere karşı yürütüldüğünü somut olarak göstermiştir.

Paris hükümetinin acil müdahale emri ile harekete geçen “anti-terör” timleri, özelleştirmeye karşı mücadele yürüten işçilerin işgal ettikleri yolcu gemisini ani bir baskınla “kurtardılar”. Puma helikopterlerinden gemiye “çıkarma” yapan komandolar, 30 kadar işçiyi “esir” aldıktan sonra, gemiyi Toulon'daki askeri limana yanaştırdılar.

Fransız “anti-terör” timlerinin özelleştirmeyi engellemek isteyen işçilere karşı sergilediği bu “kahramanlık”lar, televizyon kameraları önünde büyük bir gürültüyle, helikopterlerin teknik donanımlarının reklamı, tim elemanlarının “yetenekleri” üzerine anlatılan hikayeler eşliğinde ve toplumu terörize edecek bir tarzda yapıldı.

“Anti-terör” timleri, özelleştirme yağmasına karşı direnişi seçen işçilere saldırarak, tüm Fransız emekçilerine gözdağı vermek istemiştir. Burjuva “demokrasisi”nin nadide temsilcileri olan AB devletleri, son derece köklü olan “direnen işçilere karşı askeri birlikleri sürme” geleneğini sürdürüyorlar.

Ancak, sınıflar mücadelesi tarihine bakıldığında, egemenlerin zor aygıtı olan devletin kolluk kuvvetleri eliyle icra edilen saldırganlığın, genelde emekçilerin direngenliğini arttırdığına dair sayısız örnek görülmektedir.