08 EKİM 2005 Sayı: 2005/40 (40)

  Kızıl Bayrak'tan
  AB hayallerinin çöküşü ve AB'ye hizmette buluşanlar
  AB ile müzakere süreci başladı.
  Gençlik geleceğine sahip çıkıyor
  Meclis yeni saldırılar için işbaşı yaptı
  "Sosyal Güvenlik Reformu" uygulanmadan iflas etti
Erdemir'de yağma savaşının galibi OYAK
Özelleştirme gelirleri sermayenin derdine derman olabilir mi?
  Özelleştirme saldırısında yeni hamleler
  Devlet terörü her yerde
  Tarımda yıkım ve emekçi köylülük
  Milliyetçilikler kıskacında sendikacılık ve sınıf mücadelesinde "D"İSK / Y. Akkaya
  Demokrasi mücadelesi ve Kürt sorunu/3 (Orta sayfa)
  Fransa'da onbinlerce emekçi grevde
  Kapitalist düzende parçalanmış insan cesetleri de "para eder"!

  İran yine hedef tahtasında!

  Suriye yine hedefte!
  Kürdistan sorunu, çözüm dinamikleri ve handikapları/2
  Büyükçekmece İşçi Kurultayı hazırlık çalışmalarından
  Emekçi Kadın Buluşması gerçekleşti.
  Emekçi Kadın Buluşması; Taleplerimizi kazanmanın yolu mücadeden geçiyor!
  Bültenlerden / Kamu Emekçileri Bülteni
  Savaşsız bir dünya sosyalizmle gelecek!
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

Milliyetçilikler kıskacında sendikacılık ve sınıf mücadelesinde “D”İSK

Yüksel Akkaya

Tarih, sınıflar arasındaki mücadelenin tarihi ise, hayat da esas olarak sınıflar arasındaki mücadele ile biçimlenmektedir. Bu durumda aslolan “Özgür insan ile köle, patrisyen ile pleb, bey ile serf, lonca ustası ile kalfa, tek sözcükle ezen ile ezilen” arasındaki mücadeledir. Böylesi bir durumda, ezen ile ezilenin hangi milliyetten, ırktan olması çok büyük önem taşımamaktadır. Zira, sınıflar arasındaki mücadelede, sömürünün tüm ağır koşulları sermaye cephesince hayata geçirilirken hiç kimseye sahip olduğu ırka, milliyete, göre ayrıcalık tanınmamakta; eninde sonunda hepsi sermaye birikim süreçlerinde kapitalistlerin sömürdükleri birer emek gücü sahipleri olmaktadır.

Bugün tarih emek ile sermaye arasındaki mücadeleye göre oluşuyor ve günlük yaşama bu mücadele biçim veriyorsa, emekçilerin kaçınması gereken en önemli handikaplardan biri her türlü bölünmedir. Farklı ırk ve milliyete göre bölünmeler, sermaye cephesine ağır ideolojik bir yaptırım ve tehdit olanağı da sunar, bu nedenle çok tehlikelidir. Bu süreçte, sermaye çok ince diplomatik dillere de başvurmadan, kabaca milliyetçiliğin taraftarı olan emekçilere şunu söyler: “Benim istediğim koşullara boyun eğmediğin sürece seni bekleyen açlıktır! Sen, ezilen milliyetin mensubu olarak bu koşullara razı olmak zorundasın; sen de ezen milliyetin mensubu olarak bu koşullara razı olmak zorundasın”. Her iki milliyetçi işçi, işini kaybetmemek için işverene boyun eğer, biri ezilen, diğeri ezen milliyetin mensubu olarak! Her ikisinin kaybetmesine rağmen, kötü çalışma koşulları ve düşük ücrete razı olarak, tek kazanan işveren olmuştur!.. Böylece, değersizleştirilmiş, kimliksiz, kişiliksiz, sınıf mücadelesi dışına düşürülmüş, herşeyi kabul etmeye hazır bir yedek işgücü oluşturulur. İşsizler ile işçiler arasındaki bir mücadele kadar işsizler ile işsizler arasındaki bir mücadele de yaşatılmak istenir. Ancak, bu mücadele mümkün olduğunca milliyetçilikler temelinde yeniden yeniden üretilerek parçalanmak istenir. İşte sermaye cephesinin sınıf mücadelesinde istediği tam da budur. Sermaye, ücretleri düşürmek, çalışma koşullarını ağırlaştırmak, sömürü ve kâr oranını artırmak için bu yapay ayrıma başvurur, emekçileri ırk, milliyet temelinde birbirine rakip kılar, ortak hareket etmesini önler. Sermayenin bu kurnazca yaklaşımı kapitalizmin tarihi kadar eskidir. Böyle olduğu için, nasıl ki tarih sınıflar arasındaki mücadelenin tarihi ise, emek tarihi de çokça emekçiler arasında yaratılan ırkçılık ve milliyetçilik tarihidir!.. Tarih, ne yazık ki bu acı gerçeği böyle not etmiş bulunmaktadır.

Osmanlı İmparatorluğu'nda sanayileşmenin geliştiği her alanda kapitalistler emekçiler arasında milliyetçi duygular yaratmaya çalışmış ve bunda da oldukça başarılı olmuştur. Örneğin Bursa'da ipek sanayiinde çalışan Yahudi kadınları, yerlerine Hıristiyan, Müslüman veya Ermeni kadınlar çalıştırmakla tehdit ederek sürekli daha düşük ücret ve uzun sürelerde çalıştırmıştır. İttihat ve Terakki, iktidarı döneminde işleri mümkün olduğunca Türkler'e vermeye çalışmış, Ermeni, Rum ve Yahudi düşmanlığını körüklemiştir. Bu örnekler de göstermektedir ki, hakim olan sermaye grubu, bir başkasına karşı şovenizmi kullanmakta ve emekçileri bölerek daha kolay sömürmekte, kâr oranlarını artırmakta, sermaye birikimi önündeki engelleri kaldırmaktadır.

Milliyetçilik temelinde bölünmüş emekçiler örgütlenmeye ve mücadeleye de ortak yönelmemekte, ayrı ayrı dağınık, zayıf, etkisiz örgütler kurmakta ve bu örgütler aracılığı ile yetersiz mücadeleler vermeye çalışmaktadırlar. Yine Osmanlı döneminden örnek vermek gerekirse, sanayiinin ortaya çıktığı her yerde ilk örgütlenmeler milliyet temelinde olmuştur. Rumlar, Yahudiler, Müslümanlar, Bulgarlar, Ermeniler ayrı ayrı örgütler kurmuşlardır. Bu örgütler işverenlere karşı olduğu kadar birbirlerine karşı da mücadele etmişlerdir. Bunun en önemli istisnalarından biri 1909 yılında, Selanik'te kurulan Selanik Sosyalist İşçi Federasyonu'dur. Sosyalistlerin öncülüğünde kurulan bu işçi federasyonu sermaye cephesinin şovenizmden beslenen oyununu boşa çıkarmak için ortak çatı altında örgütlenmeyi ve mücadele etmeyi benimsemiş, bu yönde önemli adımlar atmış, kazanımlar elde etmiştir. Ancak, Balkan savaşlarının tetiklediği şovenizme yenik düşerek tarihe karışmıştır. Ne yazık ki, bu önemli deneyim ve birikim izleyen yıllar bir yana, bugün bile bir miras olarak tam algılanmamıştır. Sınıf mücadelesinin yükseldiği ve DİSK'in buna öncülük ettiği yıllarda açıkça sıfatı “milliyetçi” olan konfederasyon ve buna bağlı sendikalar kurulmuştur. DİSK'e karşı kurulan MİSK, işçi sınıfının, sınıf mücadelesindeki hain uğraklardan biridir. Milliyetçilik temelindeki bu ayrıştırma çabası 1980 öncesinin olduğu kadar bugünün de en sınıf dışı ve sınıf mücadelesi düşmanı yaklaşımdır. Bu nedenle bu türden milliyetçiliklerden mutlaka kaçınmak gerekir, hem ezen hem ezilen olduğu düşünülen milliyetçilikler açısından.

Savaş ve kriz dönemleri kadar sınıf mücadelesinin, toplumsal mücadelenin keskinleştiği anlar da milliyetçiliğin en çok beslendiği dönemlerdir. Yönetenler egemenliklerini sürdürebilmek için, düzeni ayakta tutup, sistemi sürdürebilmek için milliyetçiliği beslerler. Böylece emekçilerin ortak mücadele etmesini engelleyerek, güçlü bir başkaldırıyı daha baştan etkisiz hale getirmiş olurlar. Özellikle 1970'li yıllar işçi sınıfının yükselen mücadelesini baltalamak için milliyetçilik temelinde işçi istihdam etmeye özen gösterilen yıllar olmuştur. 1980'de Tariş direnişine neden olan şey sermaye cephesinin milliyetçilik temelinde sınıf mücadelesini bölmek, işçi sınıfını karşı karşıya getirmek çabasından başka bir şey değildir. Ne yazık ki, bir iş uğruna “milliyetçi” duygular taşıdığı düşünen herkese kapı açılırken, sol değerleri benimsemiş, sınıf mücadelesinde safını tutmaya başlayanlar tasfiye edilmek istenmiştir.

Sorun ezen ezilen milliyete mensup işçi olmaktan ibaret değildir. Çünkü bir gün ezilen milliyetin emekçileri hakim kesim olduğunda ezilen yine işçiler olmaktadır. Nitekim, ırk ayrımcılığının uç noktalarda seyrettiği G. Afrika'da 25 yıl hapiste yatan Nelson Mandela liderliğinde iktidara ortak olan “siyahlar”ın kapitalistleri de kısa sürede yüksek duvarlar ve tel örgülerle çevrili villalara sahip olurken, diğer büyük kitle yine yoksul, yine sömürülen olarak varlığını sürdürmeye çalışmaktadır. Bugün de mücadeleyi bu yöneticilere karşı yükseltmektedir.

Savaş ve kriz dönemleri milliyetçiliği körüklendiği dönemler olduğu kadar, bir potansiyel olarak devrimi de içinde barındıran dönemlerdir. Emekçilerin, milliyetçiliğe kapılmadan yönetenlerin krizini derinleştirebilecekleri bu dönemde, ortak, birleşik bir mücadele vererek iktidarı ele geçirmeye yönelik faaliyetleri sermaye cephesinin iktidarını zayıflatırken, emekçilerin gücüne güç katacaktır. 1917 Ekim Devrimi bu açıdan tarihe büyük ve önemli bir deneyim bırakmış bir devrim olarak karşımızda durmakta, şovenizm karşısında nasıl bir tutum takınılması gerektiğini göstermektedir.

Sömürünün yoğunlaştığı, neo-liberal politikaların egemenliğini pekiştirdiği bir dönemde İMF'nin, Dünya Bankası'nın direktiflerini yerine getirebilmek için her ülke dünden daha fazla milliyetçiliğe muhtaçtır. İşsizliğin büyük boyutlarda seyrettiği yerlerde bir de asgari ücret yüksek bulunuyorsa, işçi sınıfını mutlaka bölmek gerekiyor. Sermaye cephesi için bu işlevi yerine getirecek en önemli araç da milliyetçiliktir. Son zamanlarda milliyetçiliğin toplumu sarması, etki tepki temelinde derinleşmesi en çok da sermayenin işine gelmektedir. Çünkü, daha kolay yönetme ve yasa çıkarma olanağına sahip olurken, işçi sınıfının ortak, birleşik mücadelesini de baltalamış olmaktadır.

Kısacası sermaye cephesi daha fazla sömürü için daha fazla şovenizme muhtaçtır. Bu oyunu bozmak ise emekçilerin en temel görevidir. Zira aslolan sınıflar arası mücadeledir, ilkel ırk, milliyet duygusu değil. Çünkü aslolan sınıflar arası çelişkidir, haklı haksız milliyetçilikler kavgası değil. “D”İSK eleştirilecekse, önce, aslolan sınıf mücadelesinde yerini almadığı, ve sınıf mücadelesinden sınıf uzlaşmacılığına kaydığı için eleştirilmelidir. Bu nedenle, “D”İSK'in 12 Eylül mitinglerine yönelik tutumunu basit bir reakisyoner, Kürt karşıtı tutumdan çok, milliyetçilik dalgasına esir düşmüş olsa da, çoktan sınıf mücadelesinin dışına düşmüş olması temelinde değerlendirmek ve eleştirmek gerekir. Kuşkusuz, “D”İSK'in sınıf mücadelesinin dışına düşmüş olmasını hiç sorun etmeden, milliyetçilik temelinde bir saf tutmasını istemek ise sınıflar arasındaki büyük hesaplaşmayı anlamamaktan kaynaklandığı kadar, milliyetçilik temelinde sürdürülen mücadelenin sermaye cephesinin ne kadar işine gelmediğini de gösterir. Nitekim, “D”İSK'in sola savrulması gerektiği bir dönemde eylemde sağa savrulması sadece onların değil, bu sürece katkısı olanların da sorunudur.

Milliyetçilikler kıskacında kalan bir sendikacılık kaçınılmaz olarak sınıf mücadelesinden düşecek, ya da sınıf mücadelesinin dışına düşüşteki sürecini hızlandıracaktır. Bunun da ne ezilenlere, ne sınıf mücadelesine bir yararı vardır. Tek yararı sermaye cephesinedir, işini kolaylaştırdığı için.