08 EKİM 2005 Sayı: 2005/40 (40)

  Kızıl Bayrak'tan
  AB hayallerinin çöküşü ve AB'ye hizmette buluşanlar
  AB ile müzakere süreci başladı.
  Gençlik geleceğine sahip çıkıyor
  Meclis yeni saldırılar için işbaşı yaptı
  "Sosyal Güvenlik Reformu" uygulanmadan iflas etti
Erdemir'de yağma savaşının galibi OYAK
Özelleştirme gelirleri sermayenin derdine derman olabilir mi?
  Özelleştirme saldırısında yeni hamleler
  Devlet terörü her yerde
  Tarımda yıkım ve emekçi köylülük
  Milliyetçilikler kıskacında sendikacılık ve sınıf mücadelesinde "D"İSK / Y. Akkaya
  Demokrasi mücadelesi ve Kürt sorunu/3 (Orta sayfa)
  Fransa'da onbinlerce emekçi grevde
  Kapitalist düzende parçalanmış insan cesetleri de "para eder"!

  İran yine hedef tahtasında!

  Suriye yine hedefte!
  Kürdistan sorunu, çözüm dinamikleri ve handikapları/2
  Büyükçekmece İşçi Kurultayı hazırlık çalışmalarından
  Emekçi Kadın Buluşması gerçekleşti.
  Emekçi Kadın Buluşması; Taleplerimizi kazanmanın yolu mücadeden geçiyor!
  Bültenlerden / Kamu Emekçileri Bülteni
  Savaşsız bir dünya sosyalizmle gelecek!
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

AB hayallerinin çöküşü ve AB'ye hizmette buluşanlar

Düzen cephesinden her türlü gündemin bir biçimde ilişkilendirildiği 3 Ekim büyük bir gürültüyle geride bırakılırken, AB balonu topyekûn bir seferberlikle yeniden şişirilmeye çalışılıyor. AB'nin çıkardığı tüm zorluklara karşın bu “tarihsel eşiği” aşmakla Türkiye'nin aydınlık bir yola girdiği ve artık bundan sonra “demokrasi ve insan hakları” ile “sosyal haklar ve yaşam standartları” açısından “çağdaş uygarlık seviyesi”ne ulaşacağı ilan ediliyor. Düzenin propaganda aygıtlarına bakılırsa, 4 Ekim sabahı Türkiye halkı mutlu ve güzel bir geleceğe ilk adımını atmış bulunuyor.

Ancak bu propagandanın yaşamın katı gerçekleri karşısında herhangi bir inandırıcılığı kalmamıştır. Bugüne kadar AB üyeliği yolunda birçok “eşik” atlanırken hep aynı masallar anlatılmış, ama işçi ve emekçiler açısından herşey daha kötüye gitmiştir. İş, sosyal haklar ve yaşam koşulları olarak sayılabilecek işçi ve emekçilerin tüm temel “AB kriterleri”nin sonu hüsran olmuştur. İşsizlik kriz dönemlerinde olduğu gibi “krizi atlattık”, “büyüme rekorları kırdık” şovlarının yapıldığı dönem boyunca da artmaya devam etmiş, açlık ve sefalet derinleşmiştir. Böyle bir süreç boyunca Türkiye AB kapısında eşikler atlamaya devam etmiş ve işçi-emekçiler payına yaratılan bu yoksulluk ve sefalet, AB yolundaki sermaye iktidarının sözde başarı tablosunun en önemli parçalarından olmuştur. Demek ki, işçi ve emekçilerin yoksulluğu, açlığı, işsizliği temel “AB kriterleri”ndendir. AB üyelik sürecinden işçi ve emekçilerin payına kölelik zincirlerinin kalınlaştırılmasından başka bir şey düşmeyecektir.

AB yolunda “yeni bir eşiğin” atlandığı bu yeni dönemde de bu açıdan herhangi bir değişimin yaşanmayacağı açıktır. Zira 3 Ekim'de başlamasına karar verilen müzakere sürecinde müzakere edilecek 35 konu başlığı, bir bütün olarak sermayenin hareket özgürlüğünün önündeki her türlü engelin kaldırılmasını ve “ dış güvenlik ve savunma politikası” adı altında AB'nin özünde ABD'nin emperyalist stratejilerinin kopyası olan stratejilerine uygun olarak Türkiye'nin harekete geçirilmesini içermektedir. Bu müzakere konularından işçi ve emekçiler lehine sayılabilecek olanlar ise, biçimsel olmaktan öteye bir anlam taşımadığı gibi, AB tarafından “kalıcı korumalar” getirilerek tümüyle ortadan kaldırılmaktadır da. Örneğin “işgücünün serbest dolaşımı” gibi işçi ve emekçilerin AB'ye yönelik hayallerinden birinin önüne şimdiden geçilmiş bulunmaktadır.

Müzakere konuları içerisinde yeralan “sosyal politika ve istihdam” alanındaki maddeler ise boş temenniler olmaktan öte bir anlam taşımamaktadır. AB'nin işsizliğe karşı çözümü esasta düzenli ve güvenceli iş olanağının ortadan kaldırılması yoluyla geçici ve kısa zamanlı işlere yolaçmaktır. Bu ise en beterinden kölelikten başka bir şey değildir. Bu açıdan durumun ne olduğuna dair epeyce veri bulunmaktadır. AB ülkelerinde işçi ve emekçilerin çalışma ve yaşam koşullarını, işçi-emekçi eylemlilikleri ve büyüyen hoşnutsuzluklar ortaya koymaktadır. Öyle ki, egemenler AB hayallerini körükleye dursunlar, 4 Ekim günü Fransa'da işçi ve emekçiler hayatı durduracak eylemler gerçekleştirmişlerdir.

Fransız işçi ve emekçilerinin bu eylemlerinin temel konusu, hükümetin neo-liberal ekonomi ve çalışma politikalarıdır. Bu politikaların, bugün Türkiye'de uygulanan ve müzakere süreciyle beraber derinleştirilecek ve kapsamı genişletilecek olan özelleştirme, ticarileştirme ve sosyal hak gasplarını içeren politikalarla hemen hiçbir farklılığı bulunmamaktadır. Hatta Türkiye, Fransa ve Almanya gibi ülkelerde gündemde olan bu işçi ve emekçi karşıtı politikalarla hedeflenen çalışma düzeni için bir örnek niteliğindedir. Tüm bunlar bir yana, Türkiye'deki ucuz işgücü Avrupalı tekellerinin iştahını kabartmakta ve egemenlerin en önemli kozlarından birini oluşturmaktadır. Demek ki, AB emperyalistleri ve AB kapılarını aşındıran bir avuç burjuva asalak için AB projesi küresel bir sömürü ve yağma iken, işçi ve emekçilerin payına sefaletin ve köleliğin katmerleşmesinden başka bir şey düşmemektedir. Kendi bünyesinde işsizliği tırmandıran politikalar izleyen, kölelik düzenine yeni halkalar ekleyen, emekçi halkları geleceksiz ve güvencesiz bırakan bir emperyalist birlikten Türkiye işçi ve emekçilerin yarar gelmesini beklemek tam bir aymazlıktır.

Böyle bir emperyalist projeden demokrasi beklemek de tam bir ham hayaldir. Zira sınıflar arasındaki uçurumun büyüdüğü ve bu durumun emekçileri mücadeleye yönelttiği koşullarda, demokratik hak ve özgürlüklerden sözetmek mümkün değildir. Bugün çeşitli bahanelerle birçok AB ülkesinde hemen hemen eş zamanlı olarak gündeme getirilen anti-terör yasalarıyla demokratik hak ve özgürlükler büyük ölçüde ortadan kaldırılmakta, dahası faşizm koşullarını aratmayacak boyutlara ulaştırılmaktadır. Buna rağmen hala ülkemizde AB'nin demokratik hak ve özgürlükleri genişleteceği hayalleri yayılabilmektedir. Oysa bugün Türkiye AB'den demokratik hak ve özgürlükler değil, terör yasaları ithal etmektedir. Örneğin, hazırlıkları süren yeni terör yasası için İngiliz terör yasası örnek alınmaktadır. Bu bir yana, Almanya'da Özgür Politika gazetesinin kapatılmış olması dahi AB'den gelecek demokrasinin ne menem bir demokrasi olduğunu anlatmaya yeterlidir.

AB'nin ve AB üyeliğinin gerçek sınıfsal özü ve mantığının tüm bu olgular tarafından her geçen gün daha bir netleştiği bir durumda dahi, gerek işçi sınıfı gerekse de Kürt halkı içerisinde AB hülyasını körükleyen ve dayanaksız hayaller yaymayı iş edinen bir dizi çevre bulunmaktadır. Örneğin DİSK yönetimi gibi bazıları bu tutumlarını AB-Türkiye ilişkilerinde resmi görevler üstlenmek gibi pratiklerle de birleştirmektedirler. DİSK yönetiminin AB sürecine kapağı atmak yanında Kürt halkına karşı düşmanlık çizgisinde karar kılması çelişik bir tutum değil, tersine AB'nin resmi politikalarına uyumun gereğidir. Hele de DİSK yönetiminin AB çizgisinde liberal bir sol parti için girişimlere başlamış olması, onun AB-Türkiye ilişkilerinde üstlendiği göreve ne denli bağlı olduğunun tescilidir.

Yine de bugün işçi-emekçi hareketinin AB konusunda yüzyüze bulunduğu en büyük tehlikeyi, bu tür liberal çevrelerden çok, AB'ye yönelik temelsiz beklentilerin hızlı çöküşüyle birlikte işçi-emekçiler nezdinde artan karamsarlıktan yararlanan küçük-burjuva ve burjuva milliyetçi akımlar oluşturmaktadır. Bu akımlar işçi ve emekçilerin sosyal ve iktisadi sorunlar ile derinleşen ve boyutlanan emperyalist köleliğe karşı yoğunlaşan hoşnutsuzluklarını ırkçı-milliyetçi bir temelde istismar etmekte ve yolundan saptırmaktadırlar. Bu akımların temsilciliğini yaptığı siyasal anlayışın işçi-emekçi hareketi üzerindeki bozucu ve yoldan çıkarıcı etkilerinin somut karşılığı, özelleştirme süreçlerinden dolaysız biçimde görülmektedir. Erdemir ve Tüpraş'ın yerli tekellere satılarak özelleştirilmesi sürecinde yaşananlar bu bakımdan dikkate değerdir. Bu iki işletmenin satılmasına karşı işçiler içerisinde güçlü bir özelleştirme karşıtı bilinç ve mücadele potansiyeli olmasına karşın, milliyetçi-faşist çevrelerin başını çektiği bir kampanya aracılığıyla bu süreç, yabancı tekeller karşısında yerli tekellerin desteklenmesine vardırılmıştır. Sonuçta her iki işletme de yerli tekellere satılmış, böylelikle özelleştirme saldırısı sorunsuzca gerçekleştirilmiş, milliyetçi-faşist kampanya amacına ulaşmıştır.

Bu son örneklerden de görüleceği üzere, AB'ci liberal çevreler ile milliyetçi-faşist akımlar, karşıt kutuplarmış gibi görünmelerine karşın, gerçekte emperyalist-kapitalist düzen karşısında işçi ve emekçilerin bölünerek etkisizleştirilmesinde ve silahsızlandırılmasında ortaklaşmakta, böylece düzene hizmet etmektedirler.

AB'ci liberal çevreler ile milliyetçi-faşist akımlar arasındaki bu bağın açığa çıkarılması ve işçi-emekçi hareketi içerisindeki her türlü siyasal ve örgütsel etkisinin sökülüp atılması, devrimci sınıf çalışmasının öncelikli görevlerinden biridir.