08 EKİM 2005 Sayı: 2005/40 (40)

  Kızıl Bayrak'tan
  AB hayallerinin çöküşü ve AB'ye hizmette buluşanlar
  AB ile müzakere süreci başladı.
  Gençlik geleceğine sahip çıkıyor
  Meclis yeni saldırılar için işbaşı yaptı
  "Sosyal Güvenlik Reformu" uygulanmadan iflas etti
Erdemir'de yağma savaşının galibi OYAK
Özelleştirme gelirleri sermayenin derdine derman olabilir mi?
  Özelleştirme saldırısında yeni hamleler
  Devlet terörü her yerde
  Tarımda yıkım ve emekçi köylülük
  Milliyetçilikler kıskacında sendikacılık ve sınıf mücadelesinde "D"İSK / Y. Akkaya
  Demokrasi mücadelesi ve Kürt sorunu/3 (Orta sayfa)
  Fransa'da onbinlerce emekçi grevde
  Kapitalist düzende parçalanmış insan cesetleri de "para eder"!

  İran yine hedef tahtasında!

  Suriye yine hedefte!
  Kürdistan sorunu, çözüm dinamikleri ve handikapları/2
  Büyükçekmece İşçi Kurultayı hazırlık çalışmalarından
  Emekçi Kadın Buluşması gerçekleşti.
  Emekçi Kadın Buluşması; Taleplerimizi kazanmanın yolu mücadeden geçiyor!
  Bültenlerden / Kamu Emekçileri Bülteni
  Savaşsız bir dünya sosyalizmle gelecek!
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

Demokrasi mücadelesi ve Kürt sorunu/3

H. Fırat

Nesnel niteliği yönünden Türkiye'de demokrasi ve devrim mücadelesinin temel dayanaklarından biri olma potansiyelini taşıyan Kürt sorununa, esas yönelimi kurulu düzenle barışıp bütünleşmek olan reformist nitelikte bir hareketin yörüngesinde yaklaşmayı sürdürmek, bugünün Türkiye sol hareketinde temel tasfiyeci tutumlardan birini oluşturmaktadır. Türkiye'nin hala da devrimci olmak iddiasındaki kuyrukçu sol çevreleri PKK eline yeniden silah aldı diye Kürt hareketi cephesinde işlerin bir kez daha yoluna girmekte olduğu havası yayıyorlar ama o silahların hangi politikaya hizmet ettiği, hangi hedef ve amaçlara yöneldiği üzerine durup bir an sükunetle düşünme başarısını bir türlü gösteremiyorlar. Kürt hareketinin düzenle barışma çizgisine dolgu malzemesi olmayı cahilce böbürlenmelerle politika yapmak sanan bu tasfiyeci çevreler kavramakta olağanüstü bir yeteneksizlik gösterseler de, bugünün PKK'si ulusal liberal çizgide tipik bir sosyal-demokrat harekettir artık. Bunu görebilmek için onun elinde ne tuttuğuna değil, nasıl bir teorik temel üzerinde durduğuna, nasıl bir programa dayandığına ve hangi stratejik çizgide hareket ettiğine, dolayısıyla elinde tuttuğu o silah ile hangi somut hedeflere yöneldiğine bakmak gerekir.

Ulusal liberal çizgi ve sosyal-demokrasi

Abdullah Öcalan'ın savunmalarında geliştirdiği yeni ulusal liberal çizgi bugün artık PKK'nin resmi programıdır ve PKK bu programı yeniden silaha sarılmasından neredeyse bir sene sonra bu biçimiyle benimsemiştir. Nisan 2005 tarihli “Yeniden İnşa Kongre Belgeleri”, özellikle de bu belgelerin en önemli bölümü olan yeni parti programı, PKK'nin yeni ideolojik konumunu ve politik kimliğini bütün açıklığı ile ortaya koymaktadır. Bu, ulusal bir hareket olmanın getirdiği özgünlüklerle bezenmiş olsa da, temel felsefesi yönünden olduğu kadar programı ve stratejik yönelimi bakımından da tipik bir sosyal-demokrat konum ve kimliktir. Kürt sorununda bağımsız devrimci tutum ve politika ile kuyrukçuluğa dayalı tasfiyeci oportünist tutum ve politika arasındaki temelli ayrım, aynı zamanda bu konum ve kimliğe yaklaşım üzerinden de kendini ortaya koymaktadır.

Gerici bir burjuva akımına dönüşmüş bugünkü biçimiyle değil fakat özellikle Ekim Devrimi'ni izleyen dönemdeki o klasik reformist haliyle sosyal-demokrasi, kapitalist toplum ve devlet düzenine esastan bir itiraz yöneltmez, onu mevcut temelleriyle benimser ve savunur; fakat kurulu düzenin iktisadi ve siyasal aşırılıklarının törpülenmesini ister, emekçilerin yaşam koşullarının iyileştirilmesi için bunu gerekli görür, buna yönelen bir reform programıyla ortaya çıkar ve bunu gerçekleştirmeye çalışır. Sosyal-demokrat felsefenin özü sınıflar arası uzlaşma ve işbirliğidir; o devrimci sınıf mücadelesine temelden karşıdır. Ölçülü muhalefeti, burjuvaziyi emekçilerin yaşam koşullarını iyileştirici tavizlere zorlamak sınırlarını hiçbir biçimde aşmaz; ve bunda başarı sağladığı ölçüde kurulu düzenle daha sıkı bir biçimde bütünleşmek ve onu güçlendirmek üzere çalışmak yönelimiyle hareket eder.

PKK'nin yeni dünya görüşünün ve bunun ürünü yeni programının çerçevesi de genel çizgileriyle budur. Nisan 2005'te benimsenen yeni PKK programı, tarih ve toplum üzerine onca sözün ardından özenle gelip bağlandığı sonuçlar yönünden, kurulu kapitalist düzeni kendi temelleri üzerinde iyileştirme hedefinin hiçbir biçimde ötesine geçmez. Temel amaç, hiçbir biçimde bugünkü toplumun köklü devrimci dönüşümü değil, fakat yalnızca reformlar yoluyla aşırılıklardan arındırılması, kendi temelleri üzerinde iyileştirilmesidir. Bu program tarihsel materyalizmi cepheden reddeder, sınıflara, sınıf ve mülkiyet ilişkilerine dayalı bilimsel bir analizin sonuçlarını içermez, sınıf mücadelesini tarihin hareket ettirici gücü olarak ele almak bir yana buna ilişkin bilimsel marksist görüşü açıkça reddederek karşısına zihniyet ve ahlak mücadelelerini koyar. Sınıflı toplumun ve onun son biçimi olarak kapitalizmin ürünü tüm kötülüklere devrimci dönemden kalma terminolojininin yardımıyla sövüp sayar bu program; fakat bu sövüp saymalar ahlaki bir öfke ve suçlamayı yansıtmaktan öteye gitmez. Bu sorunların iktisadi-sınıfsal temelleri üzerine yer yer Marksizm'den ödünç terim ve kavramlarla bir şeyler söylense bile onları köklü ve kalıcı bir biçimde çözmenin nesnel toplumsal koşulları özenle es geçilir. Yeni PKK programı, Abdullah Öcalan'ın savunmalarına tam bir sadakat göstererek (ki zaten bu savunmaların geniş bir özetinden başka bir şey değildir sözkonusu program) kurulu düzenin temellerine dokunacak hiçbir şey söylememeye özel bir dikkat gösterir. Toplumsal sorunların çözümü ile sınıf ve mülkiyet ilişkilerinin devrimci dönüşümü arasında herhangi bir bağ kurulmaz. Bu sorunlar daha çok yüzyıllardır kökleşmiş kötü zihniyetin ve kapitalizmle birlikte çığrından çıkmış bozuk ahlakın ürünü olarak görülür ve dolayısıyla çözümüne de buradan (zihniyet ve ahlak mücadelelerinden!) bakılır. Bu programda temel toplumsal sorunlar, sömürü ilişkileri ve bunun dayandığı mülkiyet ilişkileri zaten esasa ilişkin bir yer tutmaz. Fakat üzerine onca sözedilen kadın ve ekoloji sorununun ele alınışında da aynı zihniyet değişimi ve ahlaki öğütler çerçevesinin ötesine geçilmez. Bu programın mantığı içinde politik mücadele ilke olarak sınıf ve mülkiyet ilişkilerine yönelmez, siyasal sistemde reformla birlikte her alanda yeni bir zihniyeti ve ahlakı egemen kılma mücadelesi sınırları içinde kalır.

Fakat PKK temelde ulusal bir hareket olduğuna göre onun yeni sosyal-demokrat kimliğine de toplumsal sorundan çok ulusal sorunu ele alışı üzerinden yaklaşmak gerekir. İşçi aristokrasisine ve sendika bürokrasisine dayanan ve gücünü işçi sınıfı kitlelerini denetim altında tutmaktan alan klasik sosyal-demokrasinin dayandığı temel felsefe ile artık bir orta sınıf hareketine dönüşmüş bulunan ve gücünü ezilen ulus kitlelerini denetim altında tutmaktan alan PKK'nin yeni felsefesi arasındaki ilişki de bu alan üzerinden ortaya konulmalıdır.

Klasik sosyal-demokrasi ortaya çıkışı yönünden “toplumsal sorun”a dayanıyordu; fakat zamanla dayandığı sorunu köklü bir biçimde çözmek çizgisinden onu yumuşatmak, bu sorunun kaynağını oluşturan çelişkileri yatıştırmak çizgisine geçti. PKK ise ortaya çıkışı yönünden “ulusal sorun”a dayanıyordu ve bilinen evrimin ardından bugün geldiği yerde artık onu çözmek değil fakat reforme etmek, yani yumuşatıp yatıştırmak çizgisi izlemektedir. Klasik sosyal-demokraside sosyal liberal çizgide ifadesini bulan tutum, PKK'de ulusal liberal çizgi olarak kendini göstermektedir. Sorunların kaynağını oluşturan sosyal güçlerle reformlar temelinde uzlaşıp bütünleşme çizgisi, ki reformizmin mantıksal sonucu budur, burada bir öteki ortak paydadır. Sosyal liberal bir akım olarak sosyal-demokrasi, denetim altında tuttuğu işçileri ve öteki emekçi kitleleri bu çizgi üzerinden kurulu düzene bağlama yolunu tutmuştur, temel misyonu her zaman bu olmuştur. Ulusal liberal bir akım olarak bugünün PKK'si de karşılığında bir “Kürt reformu” elde etmek koşuluyla bu aynı şeyi Türk burjuvazisine/devletine vaadedip durmaktadır.

Bu son nokta bizi bu bölümde ele almak istediğimiz esas konuya da bağlamış olmaktadır. Bir “Kürt reformu” karşılığında Türk burjuvazisine/devletine vaadedilenler üzerinde aslında geçen bölümde durmuş bulunuyoruz. Buna rağmen aynı soruna burada dönmek istememiz konunun daha özgün bir yönünü ele almak içindir. Geçen bölümde sözkonusu olan, tarihsel referanslarıyla birlikte genel olarak Türkler ve Kürtler ilişkisi idi. Oysa burada daha özgün, ama devrimci açıdan bizim için çok daha temel önemde bir sorun olarak Kürt emekçileri ile kurulu düzen ilişkileri sözkonusudur. PKK'nin yeni konum ve kimliğini özellikle sosyal-demokrat nitelemesi üzerinden ortaya koymak yoluna gitmemiz de bundan dolayıdır. Sınıf uzlaşması ve buna dayalı sınıf işbirliği çizgisi, sosyal-demokrat akımın temel felsefesidir. Gelinen yerde PKK'nin emperyalizme ve kurulu burjuva düzenine yaklaşımına bu felsefe yön vermektedir.

Halklar ve emperyalizm

Abdullah Öcalan Nisan 2004 tarihi taşıyan Bir Halkı Savunmak başlıklı büyük boy kitabında Ortadoğu'ya 60 sayfalık geniş bir bölüm ayırmaktadır. ABD'nin Ortadoğu'ya müdahalesinin çeşitli yönleriyle ele alındığı bu bölüm üzerinde daha önce bu sayfalarda ayrıntılı olarak durulmuştu (bkz.. Ulusal Sorun ve Kürt Hareketi başlıklı dizi yazının 7-11. bölümleri, SY Kızıl Bayrak, 12-16. sayılar...). İlgili bölümün temel tezi “tarihi Ortadoğu sentezi” üzerinedir ve bu teze egemen düşünce çizgisi, burada konumuzu oluşturan sosyal-demokrat sınıf işbirliği çizgisinin halklar ile emperyalizm ilişkilerine Ortadoğu somutu üzerinden uygulanışının bir örneğidir. Abdullah Öcalan “ABD'nin Ortadoğu'ya emperyalist müdahalesini ve buna eşlik eden Büyük Ortadoğu Projesi'ni halklar için tarihi bir şans olarak değerlendirmekte, halkları bu şansı ilkeli uzlaşmalarla değerlendirmeye çağırmakta, ABD ile girişilecek bu türden bir ilkeli uzlaşmanın Ortadoğu'da yeni bir uygarlık sentezi”ne vesile olacağını savunmaktadır. BOP ekseninde bir “karma demokrasi seçeneği” liberal formülünde ifadesini bulan bu düşünce çizgisi, ABD ile ilkeli uzlaşmalar adı altında, gerçekte Ortadoğu halklarını ve elbette öncelikle de Kürt halkını emperyalist politikalar yedeğinde hareket etmeye çağırmak anlamına gelmektedir.

Halkların demokrasi istemini emperyalist projelerin yedeğinde ele alan ve buna yönelik mücadeleyi aynı projelerin dolgu malzemesine dönüştüren bu düşünce çizgisi, Nisan 2005'te toplanan PKK Yeniden İnşa Kongresi'nde olduğu gibi benimsenmiş, dahası program hükmü haline getirilmiş bulunmaktadır. PKK Yeniden İnşa Kongresi Bir Halkı Savunmak kitabının ilgili bölümünü geniş parçalar halinde “Politik Rapor” kapsamında benimsemekle kalmıyor, yeni PKK programının “Demokratik Ortadoğu Konfederasyonu” başlıklı bölümünde buna sayfalar boyu yer veriyor ve sonuçta “tarihi sentez” ürünü ve ifadesi olacak olan “karma demokratik sistem”e bağlanıyor:

“4- Ortadoğu kaosunda mücadele eden ve çözüm arayan üç temel gücün durumu gösteriyor ki, Ortadoğu'nun demokratik uygarlık çağına geçişi ancak karma demokratik düzen temelinde olabilir.” Sözü edilen güçlerin ilki statükocu “ulus-devlet” güçleridir. Bunların dönemi geçmiştir ve BOP ile birlikte kesin olarak aşılacaklardır. İkincisi BOP'un sahipleri olarak bizzat emperyalistler, esas olarak da ABD emperyalizmidir. “Emperyalizmin geçmişte tek taraflı iradesiyle düzen kurma çağı da geçmiş” bulunduğu için, ABD politikalarını hayata geçirmek için halkların iradesini hesaba katmak ve onlarla uzlaşmak zorundadır. Nitekim o da bunun bilincindedir ve uzlaşma eğilimi ile hareket etmektedir. Yaşadığı zorlanmalar “arttıkça bu eğilimi daha çok gelişecek ve tavizler vererek karma demokratik sisteme razı olacaktır.” Üçüncü güç ise Ortadoğu halklarıdır. Ortadoğu halklarının elbette uzak ve belirsiz bir geleceğe ilişkin “ütopik” toplum projeleri olabilir; fakat bugün için yapmaları gereken, ABD ile ilkeli uzlaşmalar arayarak “karma demokratik düzenin” kurulmasını sağlamak için çalışmaktır. “Burada önemli olan, sistemin tüm yeniden yapılanmaları karşısında kör bir direniş kadar ilkesiz bir uzlaşma içine de girilmemesidir.” “Bu temelde Ortadoğu demokratik uygarlığının gelişiminin karma nitelikli demokratik düzenler biçiminde olacağı açıktır. Küresellik ve yerellik birlikte öne çıkacaktır. Demokrasiye duyarlı, kamu güvenliği ve yönetimi olarak devlet artı halkların öz irade ve yaşam biçimleri olarak Demokratik Konfederalizm belirleyecektir. İç içe iki düzenin bir arada yaşanmasına dayanan karma nitelikli demokrasilerin farklı tonları gelişme gösterecektir.”

“Bu biçimde gelişecek olan Ortadoğu demokratik yapılanması, demokratik uygarlığın sol kanadını oluşturacaktır. Böylece Ortadoğu, tez olan sağ kanat Avrupa demokrasisinin gerçek bir antitezi haline gelecektir...” (PKK Yeniden İnşa Kongre Belgeleri, Çetin Yayınları, Mayıs 2005, İstanbul, s. 218-219)

Bütün bu özetlemeyi PKK'nin yeni programından yaptığımızı özellikle hatırlatmak istiyoruz. Abdullah Öcalan'ın halkların baş düşmanı Amerikan emperyalizmi ile halklar arasında gerçekleşecek sözde “ilkeli uzlaşma” ve işbirliğine dayalı “karma demokratik düzen” görüşü, PKK için artık temel önemde bir program hükmü durumundadır. PKK Programı bu düşünceyi Bir Halkı Savunmak kitabını izleyen dönemin yeni ürünü olan “demokratik konfederalizm” formülü ile süslemiş, bu arada “bir devlet +bir demokrasi”ye dayalı eski orijinal formülü de “iç içe iki düzen” biçimine genişletmiştir.

Burada konumuz bu düşünce çizgisini irdelemek değildir (bu daha önce Abdullah Öcalan üzerinden fazlasıyla yapılmış bulunmaktadır). Biz, emek-sermaye uzlaşmasına ve işbirliğine dayalı klasik sosyal-demokrat mantığın burada emperyalizm ile halklar ilişkisi üzerinden kendini nasıl gösterdiğine işaret etmekle yetiniyoruz.

Kürtler'in yaşadığı devletlerde demokratik dönüşümler, yeni PKK programının esas içeriğidir. Program emperyalizmi düşman bir kuvvet olarak değil, tersine bu demokratik dönüşümlerin gerçekleşmesini sağlayacak bir dış dinamik ve dolayısıyla “ilkeli uzlaşmalar”ın muhatabı temel önemde bir müttefik olarak görmektedir. Ortadoğu devletlerinin demokratik değişim süreci “üstten ABD'nin Büyük Ortadoğu Projesinin, alttan halkların demokratik, cinsiyet özgürlükçü ve ekolojik toplum projesinin yoğunlaşan etkisi altında” gerçekleşecektir (PKK Programı, age., s. 215). ABD'nin BOP ile Ortadoğu'da hedeflediği geniş çaplı “yeniden yapılanma hedefinin esas mantığı, ekonomide liberalleşme, başta kadın olmak üzere toplumsal alanda ve siyasette sistem çerçevesinde demokratikleşmedir.” (s. 216) Buna bir de “ekoloji”yi eklerseniz, PKK'nin demokratik dönüşümlere dayalı programının esas çerçevesini de elde etmiş olursunuz.

Kürt emekçileri ve Türk burjuvazisi

“... Devletler, özellikle TC bu yeni işbirlikçilere dayalı politika yerine halka ve onun demokratik karakterine dayanırsa, kalıcı barış ve ülkede bütünlük sağlanabileceğini görmelidir. Kürt işbirlikçilerinde ısrar, savaş ve ayrılıkçılığın derinleşmesi olacaktır.” (Bir Halkı Savunmak, s. 330) Kürdistan'ı egemenlik altında tutan dört devlete, fakat özellikle de Türk devletine seslenen bu sözlerde dile getirilen düşünce, Abdullah Öcalan'ın Türk devletini/burjuvazisini ikna etmeye yönelik çabasının bir başka temel argümanını oluşturmaktadır. Bu argüman Kürt hareketini iki ana akım olarak ele almakta ve bunlar karşılaştırmalı olarak şöyle değerlendirilmektedir:

“Birincisi, Batı kapitalist sistemin desteklediği ve şimdilik programını Federe Kürt devleti olarak somutlaştıran ilkel milliyetçi feodal burjuva Kürt hakim tabakasının yolu; ikincisi, özgücü esas alan, demokratik ve özgürlükçü bir ulus olmayı hedefleyen emekçi Kürt halkının yolu. Birincisinde gericileşmiş, çıkara dayanan feodal, dinci ve aşiretçi bağları kullanırken, ikincisinde dar aşiretçiliği aşmış, feodal, dinci eğilimlere dayanmayan, demokratik, özgürlükçü, eşitçi bağları esas almaktadır. Birincisi ağırlıklı olarak ABD'nin işgal koşullarında Irak Kürdistan'ında öncülük etmeye çalışırken, ikincisi özgücüne dayalı, Türkiye'nin demokratikleşmesinde Kürdistan'ı bir köstek değil destek olarak değerlendirmede öncü kılmaya çalışmaktadır...” (age., s. 236)

Bu değerlendirmede hem belli sınırlar içinde gerçeği yansıtan ve hem de kulağa hoş gelen bir dizi öğe var kuşkusuz, fakat yazık ki tutarlılık ve dolayısıyla da inandırıcılık yok. Abdullah Öcalan, Güneyli Kürtler üzerinden konuşurken hem sınıf ayrımlarını bütün açıklığı ile hatırlamakta ve hem de ABD emperyalizmi ile girilmiş ilişkileri kesin bir dille suçlamakta, bunu bölge halklarının çıkarlarına aykırı görmekte, hatta ihanet saymaktadır. Gelgelelim emperyalist Büyük Ortadoğu Projesi'ni savunan, bu çerçevede halklara ABD emperyalizmi ile ilkeli uzlaşmalar öneren, bunu Ortadoğu'da bir “demokratik uygarlık sentezi” gerçekleştirmenin mutlaka değerlendirilmesi gereken tarihi fırsatı sayan, yukarıya PKK Programı üzerinden yeni bir özetini aktardığımız tüm o görüşler bütünü de bu aynı kitabın bir önceki bölümünde yeralmaktadır. 204. sayfada ABD ile uzlaşma ve işbirliğini Ortadoğu kaosundan bir “demokratik uygarlık sentezi” çıkarmanın olanağı sayan ve savunan birinin, 236. sayfada ABD ile girişilen bu türden ilişkileri bu kez tutup suçlamasında ne bir tutarlılık ve ne de herhangi bir inandırıcılık olabilir.

Fakat bu, buna rağmen kullanılan argümanda bir mantık olmadığı anlamına da gelmiyor. Abdullah Öcalan'nın Güney Kürdistan üzerinden Türk devletinin/burjuvazisinin gerici korkularına seslendiğini, bu korkuları özellikle deştiğini biliyoruz. O tersinden de bunun karşısına PKK'nin temsil ettiği Kürt hareketi üzerinden bu korkuları dengeleyecek ve giderecek çözüm alternatifini koymakta, böylece asıl argümanını zıt yönlü fakat aynı amaca yönelen çifte vurguyla pekiştirmek istemektedir. Buna göre; Kürt burjuva-feodal sınıfları ilkel milliyetçidirler, Kürt sorununu ayrı bir devletleşme ile çözmek peşindedirler, bu onların tarihsel çizgisidir ve onlar bu doğrultuda bugün artık emperyalizmin desteğine de sahiptirler. Bu, Kürtler'i barındıran ülkelerin toprak bütünlüğü ve dolayısıyla devlet sınırları için büyük bir tehdit oluşturmakta, halklar arası ilişkileri tehlikeye düşürmektedir.

Oysa PKK'nin temsil ettiği emekçilere dayalı demokratik Kürt hareketi ayrı bir ulusal devlet arayışında olmadığı gibi Kürtler'i barındıran ülkelerin devlet sınırlarına da saygılıdır ve bu ülkelerdeki demokratikleşme süreçlerinin destekçisidir. Emekçileri temsil eden demokratik Kürt hareketi, “içinde yeraldığı devletleri yıkmak gibi bir amacı taşımamaktadır. Bu devletlere yönelik tavrı, kendine yönelik demokratik duyarlılıktır. Demokratikleşmesini bölücülük, ayrımcılık gibi göstermemektedir. Tersine, özgür demokratik birliğe dayanan güçlü ülke ve devlet bütünlüğünü amaçlamaktadır.” (Özgür İnsan Savunması, s. 95)

Bu durumda ilgili devletler, özellikle de Türk devleti, Kürt işbirlikçi tabakası ile ilişkiler yerine PKK'nin temsil ettiği Kürt hareketini muhatap alma ve bir “Kürt reformu” eşliğinde onu kendi yasallığı içine katma yoluna giderse, böylece hem “ülke bütünlüğünü” ve devlet sınırlarını güvenceye almış olacak, hem Kürt sorununun ağırlığından kurtulmuş olacak ve hem de bu yolla Kürtler'in stratejik desteğini yeniden arkasına almayı başaracağı için kendisini çevreleyen bölgelerin lider devleti olarak sivrilecektir.

Bu mantık örgüsünün gerçekte iki esaslı noktada mantıktan ve dolayısıyla dayanaktan yoksun olduğunu göstermek fazlaca bir güçlük taşımamaktadır.

Abdullah Öcalan Kürdistan'ın küçük bir parçasındaki Kürt burjuva-feodal sınıflarının milliyetçi eğilimlerini vurguluyor ve onların ayrı bir devlet peşinde koştuklarını söyleyerek Türk burjuvazisini korkutmaya çalışıyor. Ama Kürdistan'ın asıl büyük parçasındaki, Türkiye Kürdistanı'ndaki Kürt burjuva-feodal sınıflarının onlarca yıldan beri Türk burjuvazisi ile et ve tırnak gibi kaynaştığı gerçeğini nedense es geçiyor. Bu sınıflar, Kürt halkının özgürlük için ayağa kalktığı son 20 yıl boyunca, Türk burjuvazisi ile kurdukları sınıfsal kader birliğine ne denli sadık olduklarını bütün açıklığı ile göstermiş bulunmaktadırlar. Bu belirgin sınıfsal tutumun elbette bireysel istisnaları vardır. Fakat bizzat Kürtler'in özgürlük ve eşitlik mücadelesine karşı silahlandırılmış 90 bin kişilik istikrarlı korucu ordusu, buradaki sağlam sınıfsal kaynaşmışlığı tartışma götürmez bir biçimde belgelemiştir. (Halen ortada bırakılan son manevra saklı tutulursa Kürt sorunundaki en inkarcı hükümetlerden birini oluşturan mevcut hükümetin en önemli bakanlarından bir kısmı Kürt burjuva-feodal sınıflarına mensupturlar ve “bölücü terör”e karşı mücadeleyi kararlılık içinde sürdürmekle övünenlerin başında da onlar gelmektedirler.) Büyük burjuvaziden, büyük toprak sahiplerinden, aşiret reislerinden ve tarikat şeflerinden oluşan güçlü Kürt burjuva-feodal sınıfı zorlu bir çatışma döneminde Türk burjuvazisi ile kader birliğini bu denli açıkça kanıtlamışken, Türk burjuvazisi hangi mantık içinde bu sınıfa güvensizlik göstererek Kürt emekçi sınıflarını ve onun demokratik-halkçı hareketini esas muhatap ve müttefik olarak seçme yoluna gidebilecektir? Mantıksızlığı görmek için soruyu formüle etmek bile kendi başına yeterlidir.

İkinci bir nokta, Kürt emekçileri ve demokrasisi adına ortaya konulan “demokratik-halkçı” tutumun muhataplarıdır. Abdullah Öcalan ve onu olduğu gibi yineleyerek PKK Programı, emekçi-halkçı çözüm adına gerici Türk devletine/burjuvazisine seslenmektedir, ellerini ona uzatmaktadırlar. Kurulan denklemin en çürük yanı da aslında budur. Kürt burjuva-feodal sınıflarının tutumu karşısında Kürt emekçileri adına ortaya konulan ve “özgür demokratik birliği” hedef aldığı söylenen bir tutumun muhatabı ancak Türk emekçi sınıfları olabilirdi. Ezilen ulusun emekçi sınıfları adına ezen ulusun egemen sınıfına başvurmak, onunla barışıp bütünleşmeyi istemek, normal durumda herhangi bir mantıktan ve tutarlılıktan yoksundur. Böyle bir durumda ya başvurulan adreste kaba bir yanlışa düşülmektedir, ya da adres bilinçli seçilmiştir de bu durumda ileri sürülen iddiada temelli bir tutarsızlık vardır. Bu tutarsızlık ancak sözünü ettiğimiz sosyal-demokrat konum ve kimlik temelinde bir anlam kazanabilir, az-çok anlaşılabilir bir mantığa oturur. Zira Kürt emekçi sınıfları adına gerici Türk burjuvazisi ve devletiyle barışıp bütünleşmeye yönelik bir tutumla ortaya çıkmak, ancak denetim altında tutulan Kürt emekçilerinin güvenini kötüye kullanmak, onların gerçek çıkarlarını bir yana bırakmak ve “Kürt reformu” adı altında sınırlı bazı tavizlerle onları kurulu düzene bağlamaya yönelmek anlamına gelir. Gerçek durum artık çok iyi bilindiği gibi budur ve sosyal-demokrat anlayış da kendini tamı tamına bu tutum üzerinden göstermektedir.

(Devam edecek...)