07 Mayıs 2005
Sayı: 2005/18 (18)


  Kızıl Bayrak'tan
   “Her gün 1 Mayıs!” şiarıyla mücadeleyi yükseltelim!
  Tayyip Erdoğan Sabra-Şatila kasabı
Şaron’un ayağına gitti
  İstanbul’da 1 Mayıs... 60 bin işçi, emekçi
ve genç alanlardaydı
  İstanbul 1 Mayıs’ından yansıyanlar
  1 Ankara...İşçi ve emekçi katılımı zayıf bir 1 Mayıs!
  İzmir’de 1 Mayıs...
İşçi katılımında zayıflık
  1 Mayıs gösterilerinden
  Kayseri’de 1 Mayıs... İşçi ve emekçilerin
coşkusu alana yansıdı
 Ankara BDSP’nin 1 Mayıs çalışması
  1 Mayıs Ankara: Yoğun ve parçalı gençlik
katılımı
  İstanbul Ekim Gençliği’nin 1 Mayıs
çalışmalarından
  2005 1 Mayısı’nın çağrısı… Birleşik, kitlesel ve devrimci bir gençlik
hareketi için mücadeleye!
 Güney Kürdistan sorunu üzerine ön
düşünceler/2 (Orta sayfa)
1 Mayıs hazırlıklarından

 DİSK Genel Başkanı: “Patronlarla
çıkarlarımız ortaktır”!

 Dünya’da 1 Mayıs...
 Venezuella yönetimi ABD’yle askeri
işbirliğine son veriyor
Bölgedeki işbirlikçi-gerici rejimler
emperyalist işgali meşrulaştırıyor
Anti-faşist zaferin 60. yıldönümü
Vietnam; ABD emperyalizminin unutamadığı
yenilgi!
Çok sağcı bir Papa/ Vicente Navarro
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

Hitler faşizmini sosyalist Sovyet halkları ezdiler... Berlin'e orak-çekiçli kızıl bayrağı Sovyet Kızıl Ordu birlikleri diktiler...

Anti-faşist zaferin 60. yıldönümü

İnsanlık tarihinin tanık olduğu en kanlı ve en tahrip edici savaş oldu ikinci emperyalist dünya savaşı. Modern barbarlık sistemi olan kapitalist emperyalizmin yolaçtığı akılalmaz bir kıyım savaşıydı bu. 60 ülkeyi içine alan bu savaşta 50 milyon insan yaşamını yitirdi, 55 milyon insan sakat kaldı.

Bunalım içinde debelenen kapitalizmin özbeöz çocuğu olarak yükseldi Hitler... Sosyalizmi kurma yolunda önemli mesafeler alan Sovyetler Birliği'ne karşı kapitalist dünyanın saldırı üssü olarak kullanıldı Alman faşizmi... Bunalımın yolaçacağı bir devrimci dalga korkusuyla da hareket eden emperyalist Batı, Sovyetler Birliği'nin tüm çabalarına rağmen, Hitler'in Avrupa'daki ilerleyişini durdurmak için kaydedeğer hiçbir şey yapmadı. Hitler Almanya'sı önce Avusturya'yı ilhak etti. Batılı emperyalist devletlerin teslimiyetçi Münih komplosundan güç alarak ardından Çekoslavakya'yı işgal etti. Nihayet Polonya'ya saldırısıyla savaş resmen başlamış oldu. Alman orduları 8 ay gibi kısa bir süre içinde Batı Avrupa'nın önemli bir bölümünü ele geçirdiler. Böylece Batı'yı sağlam bir cephe gerisi haline getiren Hitler, bu işgal sayesinde daha da güçlendirdiği savaş makinasını Sovyetler Birliği üzerine sürdü.

Bütün güçlerini seferber eden, son derece donanımlı ve deneyimli bir orduya sahip bulanan Alman faşizmi, birkaç ay içinde Sovyet topraklarının önemli bir bölümünü ele geçirdi. Alman tümenleri Leningrad, Moskova ve Stalingrad'a dayandı.

Sosyalizmin ilk ciddi sınavıydı bu savaş. Batılı emperyalistler sosyalizmin bu ilk devletinin savaşın yıkıntıları altında kalacağı beklentisi içindeydiler. Ancak Hitler'in faşist sürüleri Volga'dan öteye geçmeyi başaramadılar. Yalnızca Kızıl Ordu ile değil, dişiyle tırnağıyla savaşan özverili ve kararlı bir halkın topyekûn direnişiyle karşı karşıya kaldılar. Stalingrad'da yalnızca sokak sokak, ev ev değil, oda oda verilen inanılmaz bir direniş ortaya konuldu; taşla, bıçakla, sıcak suyla savaşıldı. 182 gün büyük olanaksızlıklar içinde sürdürülen böylesine özverili bir direniş sayesindedir ki, Stalingrad düşmana geçit vermedi. Moskova'da ve Leningrad'da emekçiler tarafından halk alayları kuruldu. Leningrad tam 900 gün faşist kuşatmaya direndi. İşçiler, kolhozcu köylüler ve aydınlardan oluşan savaşçı birlikler Kızıl Ordu ile kenetlenerek bu faşist sürüleri geri püskürttüler. İşgal bölgelerinde de yoğun bir partizan savaşı yürütülerek Alman ordusuna ağır kayıplar verdirildi. “Hitler bir imha savaşı istiyor. Ona istediğini vereceğiz!” demişti Stalin. Sosyalist Sovyet ülkesi bu vaadi büyük bir kahramanlıkla gerçekleştirdi. Olağanüstü bir çaba ile bütün güçlerini seferber eden Sovyet halkları, bu insanlık düşmanı savaş makinasını imha etmeyi başardılar.

Burjuva Fransa 11 gün içinde teslim alınmış, Hitler'in ordusu hiçbir direnişle karşılaşmadan Paris'e girmişti. Topraklarının önemli bir bölümü işgal altında bulunan, sanayisinin üçte ikisi tahrip olan sosyalist Sovyetler Birliği'nde ise, inanılmaz bir topyekûn direniş ortaya konuldu.

Bu nasıl mümkün olabilmişti?

Bu savaşta karşı karşıya gelen iki karşıt toplumsal-politik sistemdi. Kapitalist sistemin çürümüşlüğünün ve kokuşmuşluğunun en çıplak ifadesi olan Alman faşizmi, sosyalizme karşı bir ölüm-kalım savaşı açmıştı. Sovyet halkı bunun bilincindeydi. Büyük acılara ve yoksunluklara katlanarak yepyeni bir toplumu kurmanın mücadelesine girişmiş ve bunda önemli mesafeler elde etmiş olan Sovyet insanı, davasının haklılığına derinden inanıyordu. Uğruna savaşacağı sağlam değerlere sahipti. Bunun sağladığı moral üstünlükle olağanüstü bir savaşma gücü ortaya koyabildi. Bütün bir ülke adeta tek bir savaş karargahı haline getirildi. Örgütlü ve sağlam bir cephe gerisine, dinamik yedek güçlere sahip olan Kızıl Ordu ile, onunla omuz omuza savaşan bir halkın zaferiydi elde edilen...

Sovyet halkı yalnızca kendisine yönelen bu tehlikeyi ezip geçmekle kalmadı. Savaşın en büyük yükünü omuzlayarak, en ağır bedelleri ödeyerek bütün Avrupa halklarını da Hitler belasından kurtardı. Savaş Avrupa halkları için de tam bir yıkım olmuştu. Binlerce insan kurşuna dizilmiş, cezaevlerine ve toplama kamplarına doldurulmuştu. Avrupa'nın çeşitli ülkelerinden toplanan 12 milyon işçi, bu kıyım makinasının emrinde en ağır koşullarda çalışmaya zorlanmıştı. İğrenç ve insanlık dışı bir imha hareketi ile milyonlarca Yahudi katledilmişti. Avrupa adeta bir hapishane görünümü almıştı.

Sovyet halkının ortaya koyduğu görkemli direniş işgal altında bulunan halklara büyük bir moral verdi. 1941 sonbaharından itibaren Avrupa'da anti-faşist yeraltı direnişleri yaygınlaşmaya başladı. Hitler bir yıldırım harekatı ile Sovyetler Birliği'ni kısa sürede ezip geçeceğini hesaplıyordu. Bunu başaramadığı gibi, cephe gerisi de zayıflamaya başladı. Fransa, İtalya, Yugoslavya, Çekoslavakya, Yunanistan, Bulgaristan, Arnavutluk vb. ülkelerde anti-faşist halk hareketleri giderek güç kazandı.

Bu savaşta en ağır bedeli Sovyet halkları ödedi. Hitler faşizmiyle tek başına savaşmak zorunda kaldıkları içindir ki, 25 milyonun üzerinde Sovyet insanı yaşamını yitirdi. 25 milyon insan evsiz kaldı. 1710 kent, 7 bin köy yakılıp yıkıldı.

Anti-Hitlerci ittifakın emperyalist kanadı söz verdiği “ikinci cephe”yi bir türlü açmadı. İki yıl boyunca Sovyetler Birliği'ni büyük ve kaba bir ikiyüzlülükle oyalayıp durdu. Böylece faşist Almanya'yla süren savaşın tüm yükü Sovyet halklarının omuzlarına bindi. Elbette ki ikiyüzlü emperyalistler çok bilinçli bir sinsi davranış içindeydiler. Amaç, savaşı sürdürmekte olan tarafların birbirlerini yıpratıp güçten düşürmelerini beklemekti. Böylece zamanı geldiğinde devreye girecek, durum üzerinde hakimiyet kuracak, kolay yoldan savaşın gerçek galipleri olup çıkacaklardı.

Ancak Hitler ordusuna öldürücü darbeyi vuran ve onu gerisin geri Avrupa'ya sürmeye başlayan şanlı Kızıl Ordu, tüm bu aşağılık hesapları altüst etti. Sovyet Kızıl Ordusu'nun karşı konulmaz bir mutlak zafere doğru yürüdüğünü ve komünistlerin önderliğindeki direniş hareketlerinin çeşitli Avrupa ülkelerinde inisiyatifi ele aldığını gördükleri andan itibarendir ki, ABD ve İngiliz emperyalistleri nihayet harekete geçmek zorunda kaldılar. Savaşın uzaması, tüm kayıplarına rağmen Sovyetler Birliği'ni zayıflatmak bir yana, onun birçok bakımdan daha da güçlenmesine yolaçıyordu. Savaş koşullarına rağmen Sovyet ekonomisi olağanüstü bir gelişme dinamizmi göstermişti. 1940 yılı ile kıyaslandığında, uçak üretimi dört, top üretimi yedi, tank üretimi sekiz katına ulaşmıştı. Demir ve kömür üretiminde çok büyük oranlarda artış kaydedilmişti. Sovyetler kullandıkları savaş malzemesinin %80'ini kendileri üretiyorlardı. Sovyet halkı kendi güç ve olanaklarıyla Hitler'i ülkesinden kovmakla kalmamış, hızla Avrupa'ya doğru ilerlemeye başlamıştı. En önemlisi de, Sovyet rejimi Avrupa halkları nezdinde büyük bir itibar kazanmıştı. Avrupa'da gelişen direnme hareketi giderek güçleniyor ve komünistler anti-faşist halk hareketinin öncü güçleri haline geliyorlardı. Komünist partilerinin üye sayısı büyük bir hızla artmaya başlamıştı. Emperyalistlerin söz verdikleri “ikinci cephe”yi açmayı biraz daha geciktirmeleri durumunda, Avrupa'ya zafer bayrağı tümüyle Sovyetler Birliği ve devrim yolunu tutacak halklarca dikilecekti.

İşte İngiliz ve Amerikan emperyalizinin müdahalesi bu koşullarda gündeme geldi. Normandiya Çıkarması'nı yaparak, nihayet “ikinci cephe”yi açmış oldular. Ancak, Stalin'in çok yerinde ifadesiyle, onlar “ikinci cephe”yi açmamış olsalardı, bu aynı şeyi halklar devrimci bir temelde yapmış olacaklardı. Emperyalist Batı tarafından büyük bir başarı olarak sunulan Normandiya Çıkartması'nın savaşın gidişatında hiçbir tayin edici rolü olmamıştır. Gerçek “ikinci cephe” bu ülke halkları tarafından açılmıştır. Çıkartma, ancak Sovyetler Birliği'nin büyük bir kısmı düşmandan temizlendikten ve Kızıl Ordu Polonya'ya girdikten sonra, 6 Haziran 1944'de yapılmıştır. Bu savaşta İngiliz ve Amerikan ordusunun kayıplarının toplamı yalnızca 500 bin civarındadır.

Dünya halklarının kaderini belirleyen anti-faşist zaferin tüm onuru komünistlerindir. Yalnızca Sovyetler Birliği'nde değil, Avrupa'da da son derece elverişsiz koşullarda ve büyük olanaksızlıklar içinde en önde mücadeleye atılanlar ve en ağır yükü omuzlayanlar onlar olmuşlardır. Direniş boyunca yalnızca Fransa'da 75 bin komünist kurşuna dizilmiştir. İtalya'da katledilen komünist sayısı ise 40 bindir.

Batılı emperyalistler ve Rus emperyalizminin yeni temsilcileri 60. yılında da anti-faşist zaferi kutlayacaklar. Her zamanki ikiyüzlülükleriyle, bir kez daha, gerçek sahibi sosyalist Sovyet ülkesi ve dünya halkları olan zaferi kendi zaferleri olarak sunacaklar. Fakat hiçbir çaba, bu savaşın gerçekte iki sistem arasında yaşandığını ve zaferin sosyalizmin ilk ülkesinin kahramanca direnişi sayesinde kazanıldığını unutturamayacaktır.

------------------------------------------------------------------------------------------

Devrimin 25. yıldönümünde gelecekteki zafere sonsuz inanç!

Stalin'in Ekim Devrimi'nin 25. yıldönümünde (7 Kasım 1942) yaptığı konuşmadan...

Sovyet Hükümeti ve Bolşevik Partimiz adına sizleri Büyük Sosyalist Ekim Devrimi'nin 25. yıldönümü dolayısıyla selamlar ve kutlarım.

Bir çeyrek yüzyıl önce işçiler ve köylüler; Bolşevik Partisi'nin ve yüce Lenin'in önderliği altında, ülkemizde Sovyet iktidarını kurdular. Sovyetler Birliği halkları, bu zaman içinde şanlı bir yol katettiler. Bu 25 yıl içinde yurdumuz, güçlü bir sosyalist sanayi ve kolhoz devleti haline geldi. Sovyet devletinin halkları, kendi özgürlük ve bağımsızlıklarını elde ettikten sonra, sarsılmaz kardeşçe bir dostlukla birleştiler. Sovyet insanları her türlü baskıdan kurtuldular ve sebatlı bir çalışmayla kendilerine mamur ve müreffeh bir yaşam sağladılar.

Büyük Sosyalist Ekim Devrimi'nin yirmibeşinci yıldönümünü, ülkemizin halkları; faşist Alman istilacılarına ve onların Avrupa'daki suç ortaklarına karşı yürüttülen şiddetli savaşın kızgın bir döneminde kutlamaktadırlar. (...)

Sovyet halkımız; payına düşen sınavları şerefle geçti, ve zafere olan sarsılmaz inançla doludur. Savaş, Sovyet düzeninin güç ve sağlamlığını sıkı bir yoklamadan geçiriyor. Sovyet devletinin parçalanmasına bel bağlamış olan Alman emperyalistlerinin hesapları tamamiyle suya düştü. Sosyalist sanayi, kolhoz sistemi ve ülkemiz halklarının dostluğu ve Sovyet devleti, sağlamlık ve sarsılmazlıklarını gösterdiler. İşçiler, köylüler, ülkemizin bütün aydınları, bütün cephe gerimiz, cephemizin ihtiyaçlarını yerine getirmek için namusla ve fedakarca çalışıyorlar.

Hitler Almanya'sına ve onun suç ortaklarına karşı yürütülen savaşın bütün ağırlığını Kızıl Ordu taşımaktadır. Faşist ordulara karşı yürüttüğü fedakarca savaşla Kızıl Ordu, yeryüzündeki bütün özgürlüksever halkların sevgi ve saygısını kazandı. Daha önceleri yeterince savaş tecrübesi olmayan Kızıl Ordu'nun er ve komutanları, düşmana tam darbe indirmesini, onun insan kuvvetlerini ve teknik araçlarını imha etmesini, düşmanın planlarını bozmasını, şehirlerimizi ve köylerimizi yabancı zalimlere karşı savunmasını öğrendiler. Moskova ve Tula'nın, Odessa ve Sivastopol'ün, Leningrad ve Stalingrad'ın savunmacıları, emsalsiz cesaret, demir disiplin, dayanaklılık ve zafer kazanma ustalığı gösterdiler. Bütün Kızıl Ordumuz bu kahramanlardan örnek alıyor. Kızıl Ordunun direnme gücünü düşman kendi bedeninde tatma fırsatını buldu. Kızıl Ordu'nun ezici darbelerinin gücünü ise düşman yakında tadacaktır. (...)

------------------------------------------------------------------------------------------

Mamak İşçi Kütür Evi Kadın Komisyonu çalışmalarını sürdürüyor

Mamak İşçi Kültür Evi Kadın Komisyonu olarak amacımız 8 Martlar'a endekslenmiş bir kadın çalışmasından kurtulmak, kadın çalışmasını kültür evinin temel çalışma alanlarından birine dönüştürmektir. Bu amaçla 8 Mart sonrası bir çalışma-etkinlik programı çıkardık ve büyük ölçüde hayata geçirdik.

Söyleşiler

Hazırladığımız program çerçevesinde öngördüğümüz konularda, bu konularda çalışma yürüten dostlarımızın da katılımıyla söyleşiler düzenledik. Bunlardan ilki “Kadın ve Yoksulluk” konusunun ele alındığı söyleşiydi. Ankara Üniversitesi'nden Fevziye Sayılan'ın katıldığı söyleşi sorunun çok boyutlu olarak incelenmesiyle ve kadınların katılımıyla zenginleşti.

Nisan ayı içinde komisyon olarak iki etkinlik daha gerçekleştirdik. “Yozlaşmaya Hayır” adı atında düzenlenen söyleşiye Sosyal Hizmet Uzmanı Gül Erdost katıldı. Mahalleden katılımın yoğun olduğu “Yozlaşmaya hayır” etkinlikleri bundan sonra da sürdürülecek. Bu çerçevede 7 Mayıs günü ikinci bir söyleşi gerçekleştirip bu konuda yapılacak etkinlikler-eylemler bir tarihe bağlanacak.

Son olarak 23 Nisan günü Ankara Sağlık Emekçileri Sendikası'ndan Dr. Deniz Dülgeroğlu'nun katılımıyla “Sağlıkta Özelleştirmeler ve Yoksul Kadınlara Etkisi, Genel Sağlık Sigortası” ile ilgili söyleşi gerçekleştirdik. Önümüzdeki günlerde de söyleşilerimizi sürdüreceğiz.

Çalışmanın genel yönelimi

Kadın çalışması yapmanın uzun soluklu bir mücadeleyi gerektirdiğinin bilinciyle hareket ediyoruz. Çünkü biliyoruz ki, eve hapsedilmiş, evin dışında hele de politik alanda kendisini ifade etmesi engellenmiş kadınları evin dışına çıkarmak, çalışmanın öznesi haline getirmek zordur. Hiç kuşkusuz bu zorlukların büyük bir kısmı çalışma alanımızda ev kadınlarının yoğun olmasından kaynaklıdır (çalışma yürütülecek alanın özgüllüğüne bağlı olarak örneğin işçi kadınlar içinde yapılacak bir çalışmanın başka olanakları ve zorlukları beraberinde getireceğinin farkındayız). Ancak bu zorluklara rağmen önemli olan adım atmaktı ve biz bu adımı attığımızı düşünüyoruz.

Özetle, kadın çalışmamızın ilk elden amacı mahallede yaşayan kadınları çalışmanın öznesi-örgütleyicisi haline getirebilmektir.

Kadın Komisyonu'yla ilgili belirtilmesi gereken ikinci nokta, komisyonun salt kadınlara özgü sorunlarla ilgilenmediği, genel olarak işçi ve emekçileri ilgilendiren tüm sorunları kadınlara taşımayı amaç edindiğidir.

Çalışma biçimi

Diğer çalışmalarda olduğu gibi, belki biraz daha fazla, kadın çalışmasının temel çalışma biçimi yüzyüze ilişkilerin kurulmasıdır. Yüzyüze ilişkiler üzerinden kurulabilen sıcaklık politik yakınlaşmanın da ilk basamağıdır. Okuma alışkanlığı olmayan, toplumsal yaşamla ilişkileri sınırlı olan kadınlar ancak onların mekanlarına giderek değişimin öznesi haline getirilebilir.

Önümüze koyduğumuz hedefler

Mamak İşçi Kültür Evi Kadın Komisyonu olarak çok yönlü, zenginleştirilmiş bir çalışmanın gerekli olduğu kanısındayız. Bu nedenle kadın tiyatrosu oluşturmaya karar verdik ve bu doğrultuda çalışmalarımızı sürdürmekteyiz. Kadın tiyatrosunun ilk toplantısını 14 Mayıs günü gerçekleştireceğiz. Sanatın insanların dönüşümündeki yeri düşünüldüğünde kadın tiyatrosuyla kabukların kırılmasına yardımcı olacağımıza, dayanışma ve birlikte iş yapma bilincini geliştireceğimize inanıyoruz. Tiyatro kolektif iş yapma üzerine kurulduğundan bunun olanaklarını bize yeterince sağlayacaktır. Aynı zamanda sanat üretiminin salt “elit” bir grup tarafından değil, “sıradan” insanlar tarafından da gerçekleştirilebileceğini ve işçilerin-emekçilerin yaşamlarının sanatsal düzlemde aktarımına ve bizim gerçekliğimize dönüşümüne yardımcı olacağını düşünüyoruz.

Kadın komisyonunun önüne koyduğu ikinci hedef, İşçi Kültür Evi Kadın Komisyonu'nun nasıl bir kadın çalışması öngördüğü, yöneliminin ne olduğu, ne için mücadele ettiği üzerinden broşür hazırlamaktır. Ulaştığımız kadınlarda “ne olduğumuz” noktasında bilinç oluşturmak ve bunu yazılı hale getirmek önümüzde duran bir görevdir.

Mamak İşçi Kültür Evi Kadın Komisyonu olarak zorlukları çalışmamızı güçlendirmek için olanağa dönüştüreceğimiz inancını taşıyoruz ve yolumuzun açık olduğunu biliyoruz.

Mamak İşçi Kültür Evi Kadın Komisyonu