07 Mayıs 2005
Sayı: 2005/18 (18)


  Kızıl Bayrak'tan
   “Her gün 1 Mayıs!” şiarıyla mücadeleyi yükseltelim!
  Tayyip Erdoğan Sabra-Şatila kasabı
Şaron’un ayağına gitti
  İstanbul’da 1 Mayıs... 60 bin işçi, emekçi
ve genç alanlardaydı
  İstanbul 1 Mayıs’ından yansıyanlar
  1 Ankara...İşçi ve emekçi katılımı zayıf bir 1 Mayıs!
  İzmir’de 1 Mayıs...
İşçi katılımında zayıflık
  1 Mayıs gösterilerinden
  Kayseri’de 1 Mayıs... İşçi ve emekçilerin
coşkusu alana yansıdı
 Ankara BDSP’nin 1 Mayıs çalışması
  1 Mayıs Ankara: Yoğun ve parçalı gençlik
katılımı
  İstanbul Ekim Gençliği’nin 1 Mayıs
çalışmalarından
  2005 1 Mayısı’nın çağrısı… Birleşik, kitlesel ve devrimci bir gençlik
hareketi için mücadeleye!
 Güney Kürdistan sorunu üzerine ön
düşünceler/2 (Orta sayfa)
1 Mayıs hazırlıklarından

 DİSK Genel Başkanı: “Patronlarla
çıkarlarımız ortaktır”!

 Dünya’da 1 Mayıs...
 Venezuella yönetimi ABD’yle askeri
işbirliğine son veriyor
Bölgedeki işbirlikçi-gerici rejimler
emperyalist işgali meşrulaştırıyor
Anti-faşist zaferin 60. yıldönümü
Vietnam; ABD emperyalizminin unutamadığı
yenilgi!
Çok sağcı bir Papa/ Vicente Navarro
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

Tayyip Erdoğan Sabra-Şatila kasabı Şaron'un ayağına gitti...

Gerici rejimlerin kirli işbirliğine karşı mücadeleyi yükseltelim!

Başta kasap Şaron olmak üzere Tel Aviv'deki siyonist şeflerin dört gözle beklediği Başbakan Tayyip'in İsrail gezisi 1-2 Mayıs tarihleri arasında gerçekleşti. Birbuçuk gün süren gezi boyunca siyonist şeflerin yoğun ilgisine mazhar olan Tayyip ve beraberindeki kalabalık heyet, Filistin halkının cellatlarının huzurundan son derece memnun ayrıldılar.

Takke çabuk düştü

Tayyip bir yıl önce, Hamas'ın “ruhani” lideri Şeyh Ahmed Yasin sabah namazı çıkışında Şaron'un emriyle katledildiğinde, İsrail'i “devlet terörü” yapmakla suçlamıştı. Ardından ise Şaron'un Türkiye ziyaretine olumlu yanıt vermekten kaçınmış, Ankara'ya gelen Şaron'un bir yardımcısını kabul etmemişti. Bu geçen sürede İsrail devletinin politikalarında herhangi bir değişiklik olmadı, ama Tayyip “terörist devlet”in eli kanlı başbakanının huzuruna çıkmakta bir sakınca görmedi. Dahası yanına çok kalabalık bir heyet katan başbakan, iki rejim arasında geliştirilen çok yönlü işbirliğine katkıda bulunmak için tüm yeteneklerini seferber etti.

Siyonist İsrail devleti kurulduğu günden beri devlet terörünü resmi bir politika olarak uyguluyor. Dinci takımının bu zorbalığa bir itirazı yoktu. Ancak bir şeyhin sabah namazından çıkarken katledilmesi, haliyle dinci-gerici partinin tabanında da tepkiyle karşılandı. Bu hassasiyete seslenmek zorunda kalan Tayyip sonradan “haddini aştı”ğını anladı, ancak iş işten geçmişti. Katillerin ayağına gitmesi, parti tabanına seslenmenin kefareti olarak da algılanabilir.

Ancak sözkonusu İsrail olunca, kefaretin bir başka boyutu da var. O da Washington'daki efendilerin de kızmış olmasıdır. Bundan dolayı Tayyip ABD vizesini Şaron'dan almak zorunda kalmıştır. Bu ise bir takıyyecilik girişiminin daha iflas etmesini sağladı. Böylece, dini inançların istismarı üzerinden siyaset yapan AKP ve şeflerinin takındıkları “Filistin dostu” pozlarının sahte olduğunu herkes gördü.

Dinci-gerici takımı suçlarını hafifletme telaşında

Dinci takımının önde gelen şeflerinden Meclis Başkanı Bülent Arınç, Tayyip'in İsrail'e gitmek üzere olduğu bir zamanda, “istersek Anayasa Mahkemesi'ni de kapatırız” sözlerini içeren açıklamasını yaptı. Anayasa Mahkemesi Başkanı yanıt verdi ve gündemi meşgul eden tartışma başladı. Bu sayede Tayyip ile avanesinin siyonistlerle kotardığı işler geri planda kaldı. Dinci parti tabanının en azından bir bölümü bu tartışma ile sersemletildi.

Tartışmaya dört elle sarılan dinci-gerici basın ise, Tayyip'in İsrail ziyaretini basit bir olaymış gibi yansıtıp, türban meselesini manşetlere taşıdı. İlk günler Tayyip'in İsrail ziyaretini eleştiren Saadet Partisi'ne yakın dinci medya da, hemen türban tartışması kervanına katıldı.

Başbakan'ın kasap Şaron'un ayağına gitmesi, dinsel gericiliğin farklı kurumları üzerinde bir ağırlık yaratmış. Bundan dolayı hitap ettikleri kesimlerden gelecek olası tepkilerin önünü kesmeye veya hafifletmeye çalışıyorlar. Elbette sermaye medyasının “laik” kesimleri de bu tartışmaya canla başla katılarak, siyonist cellatlarla yapılan çok yönlü işbirliğini gündemin gerisine itmeye özen gösterdiler.

Tayyip'in ziyareti Filistin'i ne kadar kapsadı?

İsrail ziyareti öncesinde, gezinin İsrail ile Filistin'i kapsayacağı açıklanmıştı. Bu açıklama gerçeği yansıtmaktan uzaktır. Sözkonusu olanın bir İsrail ziyareti olduğu gün gibi ortada. Ama Tayyip gibi politikaya dinci propagandayla giriş yapan ve bu zemin üzerinden başbakanlığa kadar tırmanan birinin İsrail'e gitmişken Filistin'deki “din kardeşleri”ne uğramaması akıl kârı olmazdı. Nitekim programda Filistin Başbakanı Ahmet Kurey ile Filistin Yönetimi lideri Mahmut Abbas'la görüşmeler vardı. Ancak siyonist şeflerle birbuçuk gün boyunca görüşmeler yapan Tayyip, üçbuçuk saat zaman ayırdığı Filistin'e iki saat gecikmeyle gitti. Gecikmeye tepki gösteren Başbakan Kurey görüşmeyi iptal etti.

ABD'deki Musevi lobinin önde gelen isimlerinden biriyle program dışı görüşen Tayyip, “din kardeşi” Ahmet Kurey'le önceden belirlenmiş görüşmeyi boşa düşürdü. Başbakanla birlikte Ramallah'a giden diplomatların bir kısmı İsrail askerleri tarafından durdurularak Filistin tarafına geçmeleri engellendi. Tayyip'in Ramallah turu, Abbas ve Kurey'le birbuçuk saatlik üçlü görüşmeden ibaret kaldı.

Bu kısa ziyarette bile Filistinli direnişçilere “terörist” damgası vurma fırsatını kaçırmayan Tayyip, Şaron'un duymak istediği sözler sarfetti. Filistin halkıyla alay etme cüretinde bulunan Tayyip, Türkiye'nin İsrail'le ilişkilerinin Filistin halkına yardım ve barış sürecine hizmet ettiğini öne sürdü. Bu “yardım” olsa olsa İsrail şirketlerine verilen silah ihalelerinden sağlanan ve milyar doları aşan kaynakların Filistin halkı üzerine yağdırılan bomba ve kurşunlara harcanması olabilir ancak! Tayyip'in bir diğer arsızlığı ise, Ramallah'a gitmeden önce Şaron'la arasında kırmızı telefon hattının kurulacağını ilan etmesi ve Filistin halkının celladı Şaron'u Ankara'ya davet etmiş olmasıdır.

Filistin dahil bazı Arap ülkelerinde Türkiye'deki dinci akımdan, dayanaktan yoksun da olsa, bir takım beklentiler olduğu bilinmektedir. Tayyip'in İsrail ziyareti, bu hayallerin dayanaksızlığının anlaşılmasına da önemli katkılar sunacaktır.

Siyonistlerin huzurunda ikiyüzlülüğün doruğu

Tayyip'in ayırdedici yönlerinden biri basın ve kamuoyu karşısındaki “kabadayı” tutumlarıdır. Gazetecileri, vatandaşları herkesin önünde “fırçalamak” gibi bir alışkanlığı olduğu biliniyor. İsrail'deki tutumu ise tamamen farklı olmuştur. “Damarına basan”, hatta “kışkırtan” sorulara bile gayet “sakin” ve “nazik” cevaplar vermiştir. Örneğin İsrailli bir gazeteci, Erdoğan'ın geçen yıl, “İsrail'in devlet terörü yaptığı” yönündeki sözlerini ima ederek, 'Eleştirdiğiniz bir ülkeye neden geldiniz?' diye sordu. Tayyip bu soruya, “Süreci iyi takip ederseniz Türkiye ile İsrail arasındaki ilişkilerin boyutunu çok daha iyi anlarsınız” türünden konuyu saptıran ama aynı zamanda İsrail'e yaranan bir yanıt verdi. Oysa bu soru tam da takkıyecinin takkesini düşüren cinstendi. Yine de riyakarlıkla ilgili esas sorun bu değil.

Gazetecilerin sorularını yanıtlayan Başbakan, iki konuda iddialı konuştu. İlkin, “Irkçılığa ödün vermek gibi bir anlayışa asla sahip olamayız. Aksine mücadele kararlılığımız vardır” ifadelerini kullandı. Bu sözleri İsrail'in başkentinde söyledi. Yani, Güney Afrika Cumhuriyeti'nin yıkılan ırkçı rejimiyle kıyaslanabilecek dünyadaki tek devletin başkentinde. İsrail vatandaşı Filistinliler'in 57 yıldır ırkçılığın en berbat biçimine maruz kaldığı biliniyor. Pek çok işgal karşıtı İsrailli de bu gerçeğin altını çizer ve bundan utanç duyduğunu dile getirir. Eğer Tayyip zahmet edip Filistinliler'in yaşadığı bölgelere gitseydi, ırkçılığın bu berbat biçimine canlı olarak tanık olabilirdi.

İran'ın nükleer çalışmalarıyla ilgili soruya verdiği yanıtta, “İnsanı, insanlığı tehdit eden hangi tür silah, ne olursa olsun, biz buna karşıyız” dedi. İran'ın nükleer programına karşı olduğunu dile getirdi. Bu sözler, Ortadoğu'nun kitle imha silahları deposu olan İsrail'de söyleniyor. Tayyip bu konuda da riyakarlık sınırlarını zorluyor.

Tayyip bir figüran, siyonistlerle işbirliği kalıcı bir devlet politikasıdır

Başbakan'ın İsrail'e dair eleştirel sözleri AKP hükümeti ile İsrail arasındaki ilişkileri bir dönem için germişi. Ancak Tel Aviv-Ankara ilişkileri bu dönemde de yeni boyutlar kazanarak gelişmeye devam etti. Örneğin 2003 yılında iki ülke arasındaki “askeri olmayan” ticaret hacmi 1.4 milyar dolar iken, 2004'te 2 milyar dolara ulaştı. Hacmi tam olarak bilinmeyen “askeri olan” ticaret de hesaba eklenseydi, bu rakamın çok daha yüksek olacağı açıktı.

Türkiye ile İsrail rejimlerinin bölgenin en sadık Amerikan işbirlikçileri olması, aralarındaki ilişkilerin günden güne genişlemesine yolaçıyor. Militarizmin fazlasıyla etkin olduğu her iki ülkede, işbirliğinin temel dayanağı militarist kurumlardır. Her iki gerici rejimin temsilcilerinin yaptığı açıklamalar da işbirliğinin hükümetleri aşan boyutunu gösteriyor. Siyonist şefler, Erdoğan'la aralarındaki sorunu, “arkadaşlar arası fikir ayrılığı” veya “aile içinde her zaman ufak sorunlar olur” şeklinde tanımlarken, iki ülke ilişkilerinin pek çok badireyi atlatacak “derinlik”te olduğunu vurguluyorlar.

Son yıllarda Türk Genelkurmayı'nın askeri ihalelerde İsrail lehine yaptığı -ki bu ihalelerin bir kısmı şaibelidir- tercihlere bakıldığında da, sözkonusu “devlet politikası”nın izleri rahatlıkla görülebilir. Bu arada Başbakan'ın ardından İsrail'de iki gün daha kalan Savunma Bakanı Vecdi Gönül ve ekibinin 17 yeni askeri ihale için pazarlıklar yapacağı gözönüne alındığında kirli ilişkilerin boyutu daha iyi anlaşılır.

Washington'daki neo-faşist çete önderliğinde yürütülen saldırganlık ve savaş politikasının bir hedefi de, siyonist İsrail'in kirli amaçlarına ulaşmasını sağlamaktır. Ankara'daki işbirlikçi sermeye iktidarı savaş kundakçılarıyla suç ortaklığını arttırdıkça, İsrail'le de işbirliğini geliştirecektir.

Tayyip'in davetini kabul eden kasap Şaron'un Türkiye'ye gelmesini engelleyecek bir kampanya ile anti-emperyalist, anti-siyonist mücadeleyi yükseltmek ve bunun Filistin halkının direnişini sahiplenecek tarzda örmek tüm ilerici-devrimci güçlerin güncel görevidir.

------------------------------------------------------------------------------------------

Erdoğan'a eşlik eden heyetler

Başbakan Erdoğan'a ziyareti sırasında Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Hilmi Güler, Sanayi ve Ticaret Bakanı Ali Coşkun, Tarım ve Köyişleri Bakanı Sami Güçlü, TBMM Türk-İsrail ve Türk-Filistin Dostluk Grubu milletvekilleri ve bürokratlar eşlik etti.

Başbakan Erdoğan ile birlikte 100 dolayında işadamı da bölgeye gitti. Türkiye-İsrail-Filistin Ekonomik İşbirliği için Ankara Forumu'nu gerçekleştiren Türkiye Odalar Birliği Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu, İstanbul Ticaret Odası, Türkiye-İsrail İş Konseyi Başkanı Ekrem Güvendiren, Türkiye-Filistin İş Konseyi Başkanı Şerif Egeli, İstanbul Ticaret Odası Başkanı Tanıl Küçük, Ankara Ticaret Odası Başkanı Sinan Aygün, Türkiye Müteahhitler Birliği Başkanı Erdal Eren, Dış Ekonomik İlişkiler Konseyi'nden Rona Yırcalı, Türkiye Seyahat Acentaları Birliği'nden Rıza Epikmen ve Jak Kamhi'nin de aralarında bulunduğu, çeşitli oda ve borsalar ile firmaları temsilen çok sayıda işadamı, Kudüs ve Ramallah'ta işadamlarıyla ayrı ayrı biraraya geldiler.

------------------------------------------------------------------------------------------

Türkiye-İsrail arasında kamuoyuna açıklanmış anlaşmalar

Türkiye ile İsrail arasında Serbest Ticaret Anlaşması, Ticari, Ekonomik, Sınai, Teknik ve Bilimsel İşbirliği Anlaşması, Çifte Vergilendirmenin Önlenmesi Anlaşması, Yatırımların Karşılıklı Teşviki ve Korunması Anlaşması, Gümrük İdarelerinin Karşılıklı Yardımlaşmasına İlişkin Anlaşma, Türkiye-İsrail Karma Ekonomik Komisyon birinci ve ikinci Dönem Mutabakat Zaptı imzalanmış bulunuyor.

Diplomatik kaynaklardan sızan haberlere göre, İsrail'e su, doğalgaz ve fiberoptik kablolarla elektronik bilgi taşıyacak üçlü bir hattın Akdeniz altından inşa projesinin de gündemde olduğu doğrulandı. Bu büyüklük ve kapsamdaki bir projenin maliyetinin 2.5 milyar dolar civarında olabileceği tahminleri yapılıyor.

----------------------------------------------------------------------------------------

Özelleştirme saldırısı hızlanıyor!..

Telekom yağma sofrasında

Telekom'un özelleştirilmesi ihalesinde teklif alma süresinin dolmasına bir aydan daha kısa bir zaman kaldı. Bu arada uluslararası iletişim tekelleri arasında Telekom yağmasından pay kapma savaşı şimdiden kızışmış durumda. Daha önce ihaleye gireceklerini açıklayan Belçika, İspanya ve Güney Kore kökenli tekeller geçtiğimiz günlerde Telekom'u almaktan vazgeçtiklerini açıkladılar. Arap sermayeli iki tekel (Oger Telekom ve Emirates Telecom-Dubai İslamic Bank) dışında halen Avea'nın hisselerinden bir bölümüne sahip olan Telecom Italia Mobil şirketi ihaleyi kazanabilecek şirketler arasında gösteriliyorlar.

Telecom Italia Mobil şirketi kendi şansını arttırmak için aba altından sopa göstermeyi de ihmal etmiyor. Telecom Italia Mobil şirketi başkanı Marco Tronchetti Provera 29 Nisan günü, “Telekom ihalesini kazanamazsak, Avea'dan çekiliriz” diye konuştu. Eğer Telekom ihalesini kazanamazsa Avea'daki hisselerini de satarak Türkiye'den gidebileceğini ima etti. Bu arada Telecom Italia Mobil şirketinin işini şansa bırakmak istemediği, bu yüzden de ihaleye Doğan Grubu ile birlikte girmeye çalıştığı söyleniyor. Telekom'da gözü olan yerli sermaye gruplarından biri de Turkcell'in sahibi olan Çukurova Grubu. Çukurova Grubu ihaleye girebilmek için önündeki bir takım engelleri aşmaya çalışıyor.

Yağma savaşının kızışmasının Telekom'un satış fiyatını biraz yukarı çekebileceği konuşuluyor. Bundan birkaç ay önce Telekom'un 4-5 milyar dolar arasında bir fiyata satılacağı söyleniyordu, şimdi ise beklentiler 6 milyar doların üzerine çıkmış durumda.

Tabii ihale rakamı 6 milyarın üzerine de çıksa bu durum Telekom özelleştirmesinin bir yağma olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Zira bu para Telekom'un 4-5 yıllık kârına eşit. Üstelik kurumun kasasında şu an 2.4 milyar dolar nakit para olduğu ve bu paranın da özelleştirme ihalesini kazanacak şirkete geçeceği belirtiliyor.

Sonuç olarak Telekom kurtlar sofrasına konulmuş durumda. 1 Mayıs, sendikal ihanet çetelerinin gündeminde özelleştirme diye bir sorun olmadığını yeniden gösterdi. Türk-İş Başkanı Salih Kılıç kürsüden yaptığı konuşmada özelleştirme politikalarını eleştirirken işin yağma ve talan boyutuna doğru düzgün değinmedi bile. Söyledikleri yabancılar almasın ama yerli sermaye alsın demekten öteye gitmedi.

Dolayısıyla bu saldırıyı ancak işçi ve emekçilerin sendikal ihanet çetelerinden bağımsız birleşik örgütlü mücadelesi püskürtebilir. Telekom çalışanları, diğer sektörlerdeki işçi ve emekçilerle güçlerini birleştirirlerse bu oyunu boşa çıkartabilirler.

Tüpraş'ın satışı için yeniden ihale açıldı

TÜPRAŞ'ın özelleştirilmesi için yeniden ihale düzenlendi. Kurumun yüzde 51 hissesinin blok olarak satışına ilişkin açılan ihalenin ilanları 29 Nisan günü gazetelerde yayınlandı. Buna göre TÜPRAŞ'ın blok satış ihalesi, kapalı zarf içinde teklif almak ve görüşmeler yapmak suretiyle, pazarlık usulü ile gerçekleştirilecek.

TÜPRAŞ'ın, yüzde 51 oranındaki hissesine denk gelen 127 trilyonluk A grubu idare hissesi blok olarak satılacak. Blok satış ihalesi, kapalı zarf içinde teklif almak ve görüşmeler yapmak suretiyle, pazarlık usulü ile gerçekleştirilecek. 13 Haziran'a kadar ön yeterlilik başvuruları yapılacak. İhalede son teklif verme süresi ise 2 Eylül 2005 günü dolacak.

Yapılan açıklamaya göre özelleştirmeden sonra Batman Rafinerisi'nin açık tutulması ön koşul olacak. İstihdam garantisi ise istenmeyecek.

Bu arada TÜPRAŞ'ta örgütlü Petrol-İş Sendikası ihalenin iptali için yeniden dava açtı. Konuyla ilgili olarak Petrol-İş'in açıklamasında şunlar ifade edildi:

“Bilindiği gibi ÖİB, 7.6.2003 tarihli ilanı ile Tüpraş'taki %65,76 kamu payının blok olarak özelleştirilmesi için ihaleye çıkmıştır.

“Tüpraş'ta örgütlü olan sendikamız, bu ihaleye ilişkin (...) yargıya başvurmuş ve söz konusu davaların tümü sendikamız lehine kararlarla sonuçlanmıştır.

“(...) Söz konusu ihale ile Tüpraş, 1,3 milyar dolar bedelle bir tabela şirketine devredilecekti. Oysa Tüpraş'ın bugün piyasa değeri 3,5-4 milyar dolara ulaşmıştır. 2004 yılında 16,1 milyar dolar ciro ve 491 milyon dolar kâr gerçekleştiren Tüpraş, ülke ekonomisine 8,2 milyar dolar katkı sağlamıştır. Böylece Türkiye kazanmıştır.

“Ancak ÖİB, Tüpraş'ın %51'lik kamu payını blok satış yöntemiyle özelleştirmeye yönelik 29.4.2005 tarihli ihale ilanı ile bu süreci tekrar başlatmıştır. Sendikamız bu ihale ilanının hukuka aykırı olduğu gerekçesiyle ilanın basında yayınlandığı gün yargıya gitmiştir...”