8 Ocak 2005
Sayı: 2005/02(02)


  Kızıl Bayrak'tan
  ABD-İsrail şer ekseninin hizmetindeler
  Sağlıkta özelleştirmenin kılıfı; Sağlıkta Dönüşüm Projesi
  Özelleştirmeler durdurulsun, kölelik yasaları çöpe atılsın!
  Sosyal saldırılara karşı sınıf mücadelesi!
  Sefalet ücreti politikası 2005 yılında da devam edecek
  Patronlar kıdem tazminatını 15 güne indirmek istiyor
  DİSK'in 2004 daporu üzerine
  CHP'de patlayan "cerahat"
  Abdullah Gül siyonist şeflerin huzurunda
  "Yardım koalisyonu", "Bağdat fatihi" feneralden sorulacak
  Tasfiyecilik, sahte dostlar ve ötesi
  Birleşik gençlik kurultayı için ileri!/Orta sayfa
  Birleşik bir gençlik kurultayı için harekete geçildi
  2004'te gençlik hareketi
  Mimar Sinan'da tepki büyüyor
  İşgal karşıtı direniş seçim oyununu bozmaya aday
  Filistin halkının cellatları Irak'ta işbaşında!
  İsrail işgali altında "özgür seçimler"
  Almanya;Burjuva demokrasisinin iç yüzü
  OSİM-DER 1. Olağan Genel Kurulu yapıldı
  Bültenlerden
  BEKO'da kitlesel işçi kıyımı
  Ya barbarlık ya sosyalizm!
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın



 

Üniteks Fabrikası neyin rekorunu kırdı?

Biraraya gelerek güçlenmezsek
bu sömürü bitmez!

29 Kasım tarihli Yeni Asır gazetesine göre ÜNİTEKS Nike, Tommy, Hilfiger gibi fabrikalara 80 milyon dolarlık mal sattı. İhracatını %50 artırarak rekor kırdı.
Aslında kırılan bu rekor Üniteks'in oldukça ucuza işçi çalıştıran ve en çok işçi sömüren fabrika olma rekorudur!
Emperyalist ülkeler, daha çok malı daha ucuza üretmek için Türkiye gibi bağımlı ülkeleri seçiyorlar. Son dönemlerde sermayenin Uzak Doğu ülkelerine yönelmelerinin temel nedenlerinden biri de budur. Türkiye'deki tekstil patronları ise rekabet edebilmek için üretim maliyetini düşürme yoluna gidiyorlar. İşçi çıkartarak daha çok işi daha az işçiye yaptırıyorlar. Bu nedenle işçilerin birçoğu işsizlik korkusu ile sigortasız çalışmaya ve düşük ücrete razı oluyor.
Çiğli Organize'de, Üniteks Fabrikası emek sömürüsü üzerine kurulu ihracatını %50 artırmasıyla övünerek YENİASIR gazetesine haber oldu. 29 Kasım tarihli gazetede şunlar ifade ediliyor, ‘Üniteks Fabrikası'nın iş gücünün çok ucuz olduğu Hindistan, Kamboçya, Bangledeş gibi ülkelerle rekabet halinde olduğunu ifade eden Üniteks genel müdür yardımcısı buldukları yöntemi şöyle anlatıyor; ‘biz bu süreçte tamamen esnek bir üretim politikası izledik. En iyi neredeyse, en ucuz neredeyse ona yöneldik. Sonunda başarı geldi.' En ucuz dediği de Üniteks veya ona iş yapan taşeron fabrikalarda çalışan işçilerin ücretleridir. 600'ü Üniteks'te geri kalanı da Üniteks'e bağlı taşeron vb. fabrikalarda çalışan toplam 3500 işçi sayesinde Üniteks patronu kârına kâr katıyor.
Nasıl mı' Kendi ağızlarıyla söyledikleri gibi, en ucuz neredeyse ona yönelerek, esnek üretim uygulayarak, fason ve taşeron fabrikalarda sigortasız ve düşük ücrete işçi çalıştırarak! Gazeteden Üniteks patronunun H&M'ye bir seferde sadece Kasım ayında 23 tır dolusu yani 3 milyon euroluk mal gönderdiğini öğreniyoruz. Bu demektir ki Kasım ayında işçiler her zamankinden daha yoğun çalışmış, daha fazla mesaiye kalmıştır.
Soruyoruz: Üniteks'te çalışan bir işçinin Kasım ayındaki ücreti ne kadardır' Nerede bir işçinin mesailerle biraz olsun artan asgari ücreti, nerede Üniteks patronlarının cebine giren 3 milyon euro!.. İşte kapitalist sömürü sisteminin en iyi özeti' İşte esnek üretimin işçileri nasıl köleleştirdiğinin ibretlik belgesi' İşçiler sadece bir ayda patrona milyarlar kazandırıyor. Ama karşılığında oldukça kötü çalışma koşullarına, düşük ücrete razı olmak zorunda kalıyorlar. Patronlar, biz işçilerin alınteri ve emeği üzerinden semirdikçe semiriyor.
Üniteks patronları işi kendi işyeri bünyelerinde çalışan taşeronlara vererek işçilerin sigortalarından kurtuluyorlar. Taşeron fabrikalarda işçiler daha düşük ücrete, sigortasız ve her türlü sosyal güvenceden yoksun çalıştırılıyorlar. Taşeronlar da daha fazla kazanabilmek için birbirleriyle yarışıyorlar.
Yoğun çalışma saatlerine rağmen işçilerin mesaileri ödenmiyor. Diğer fabrikalarda olduğu gibi Üniteks Fabrikası da hangi taşeron daha iyi işi, daha ucuza yapıyorsa ona veriyor. Ufak işletmeler de birbirleriyle rekabete girerek, işçileri daha çok sömürerek fabrikalardan iş almaya çalışıyorlar. Olan yine biz işçilere oluyor. Daha fazla eziliyor ve sömürülüyoruz. Patronlar kârlarına kâr katarken biz işçi ve emekçilerin yaşamı daha da kötüleşiyor. Patronlar, bizlere işlerin kötüye gittiğini, biraz daha sabretmemiz gerektiğini, işler düzelince hep beraber daha iyi koşullarda yaşayacağımızı söylüyorlar. Ancak işçilerin çalışma ve yaşama koşulları daha kötüye gittiği için onların işleri daha iyiye gidiyor. Ancak bu gerçeklerden hiç bahsetmiyorlar. Sanki aynı gemideymişiz gibi bizleri boş vaatlerle aldatmaya çalışıyorlar.
Yeni iş yasası (kölelik yasası) meclisten henüz geçmeden patronlar bütün fabrikalarda iş yasasındaki maddeleri içeren bir sözleşme hazırlayarak işçilere imzalatmak istemişlerdi. O dönemde hemen hemen her fabrikada birçok işçi bu sözleşmeyi imzalamadığı için çıkarılmıştı. İşçi atan fabrikalar arasında Üniteks de vardı. Sözleşmenin en önemli yanı işçilerin kendi imzalarıyla patronların kölesi olduklarını kabul etmeleriydi. İşçiler ise ‘biz kendi imzamızla kendi köleliğimizi kabul etmiyoruz' dedikleri için işten atıldılar.
Sözleşmelerde yeralan maddeler bugün devlet tarafından yasallaştırıldı, patronlar tarafından uygulanıyor. Bugün patronlar Üniteks'te olduğu gibi tamamıyla esnek üretime yönelmiş durumdalar. İşçiler iş bitene kadar çalışmak zorunda. Her gün geç saatlere kadar mesai dayatılıyor. Uyumadan sabaha kadar çalışıp ertesi gün de çalışmaya devam ediyoruz. İşlerin yoğunluğundan doğru dürüst molalarımızı bile kullanamıyoruz. Tepkimizi yanımızda bizimle aynı şartlarda çalışan arkadaşlarımıza gösteriyoruz. Birbirimize daha çok yabancılaşıyor ve güvenmiyoruz.
Evet arkadaşlar; bizler birbirimize güvenmezsek, biraraya gelmezsek, kendi emeğimize sahip çıkmazsak kırıntı düzeyinde de olsa varolan haklarımızı da elimizden alınacaktır. Bizler ‘başımıza bir şey gelmesin' diye sessiz kaldıkça sıra bir gün bize de gelecek. İnsanca yaşamak, haklarımızı kazanmak ve emeğimizin karşılığını almak için birbirimize güvenmemiz, biraraya gelip örgütlenmemiz gerekiyor. Başka bir kurtuluş yolumuz yok. Biz işçiler biraraya gelirsek daha güçlüyüz. Çünkü güç, birlikten doğar.

(Çiğli İşçi Bülteni'nin Aralık 2004 tarihli
sayısından alınmıştır...)

-------------------------------------------------------------------------------
Metal işçilerinden mektup...

Birleşelim, mücadele edelim, kazanalım!

Bizler Çiğli Organize'de metal sektöründe büyük bir firmaya fason üretim yapan bir firmanın işçileriyiz.
Fabrikada 150-200 arası işçi çalışıyor. İşçilerin büyük çoğunluğu genç ve deneyimsiz. Bu durum, fabrikada yaşadığımız sorunlara karşı bir şeyler yapmamızı zorlaştırıyor. Çünkü genç arkadaşların birçoğu gelecek kaygısı taşımıyor. Fabrikayı daha çok bir arkadaş ortamı ya da okulun bir devamı gibi görebiliyorlar. Bu da yeri geliyor fabrikanın bütününe yansıyan bir yaşam tarzı halini alabiliyor. Bu nedenle patronlar daha çok genç işçileri tercih ediyorlar.
Her gün sağlığımızı ve geleceğimizi tehlikeye atarak çalışıyoruz. Bizler bu sömürüye dur diyebilmek için çözüm yolları bulmaya çalışırken, genç arkadaşların birçoğu çözümün bir parçası olmak yerine televole kültürünü tercih edebiliyorlar. Gençlik, ‘kurtlar vadisi'ni, ‘ünlüler çiftliği'ni saatlerce, hatta günlerce konuşabiliyor. Tabii ki, burada çalışan bütün arkadaşları değiştirip dönüştürecek olan bilinçli işçilerdir.
Sorunlar sadece bunlarla sınırlı değil. Fason üretim yapan firmanın asıl şirketten ayrı tutuluyor olması bize ikinci sınıf işçi muamelesi yapılmasına neden oluyor. Bu da işçiler arasındaki yabancılaşmayı arttırıyor.
Çalıştığımız yerin kulübeden farkı yok, çatının sadece eternet olması yazın aşırı sıcak kışın ise soğuk olmasına neden oluyor. İçerde ısıtıcıların olması sadece makinelerin işine yarıyor. Soyunma odamız aylar önce verilen sözlere rağmen halen yapılmış değil. Yemek, su ve servisler ise ayrı bir sorun. Yemekler idari personel ve yalakalarının hoşuna gitmediğinde özel araçlarıyla yemeğe gidiyorlar. Bizler ise önümüze konulanları yemek mecburiyetinde bırakılıyoruz. En önemlisi hiçbir sosyal hakkımız yok, ücretlerimiz ise insanca yaşamaya yetecek düzeyin çok altında. 320 ile 360 milyon arasında değişiyor.
Ücretimizin düşük olması nedeniyle mesaiye istemesek de kalmak zorunda kalıyoruz. Hatta geçtiğimiz Ramazan bayramında sadece ilk gün izinli sayıldık ve diğer günler mesaiye çağrıldık. Gelmeyenlere ise tutanak imzalattırıldı. Mesailerimiz eksik yattığında 3 gün içerisinde itiraz edebiliyoruz, yoksa alamıyoruz. Hatalı çıkan ürünler için ücretsiz mesaiye bırakılıyoruz. Ya da patronlar tutanak imzalattırarak bizi işten atmak için bunu koz veya tehdit olarak kullanabiliyorlar. Geldikleri yerleri unutan vardiya amirleri yalakalıkta sınır tanımayarak işçilere hakaret etme cüretini gösterebiliyorlar. Tepkiyle karşılaştıklarında ise anında üstlerine ispiyonlayarak, işçileri, üstü kapalı bir şekilde işten çıkarılmakla tehdit ettirebiliyorlar.
Bu ağır ve zor çalışma koşullarına dayanamayan birçok işçi arkadaş ise bireysel tepki göstererek işten çıkıyor. Ama asıl yapılması gereken işyeri değiştirmek değil çalıştığımız yerin kötü koşullarını iyileştirebilmek için çaba sarfetmektir. Patronlar biz işçilere karşı nasıl örgütlü davranabiliyorlarsa biz işçiler de tabanda, sendikalarda örgütlenerek haklarımıza sahip çıkmalıyız.
Bunu sağlayabilmenin yolu da işçiler arasındaki dostluğun, paylaşımın ve güvenin artırılmasından geçiyor. Biz birbirimizle rekabet edersek her zaman bizlerin sırtından geçinen asalak patronlar, onların temsilcileri ve uşakları kazanacaktır.
İşçilerin birliği sermayeyi yenecek!

Metal işçileri/Çiğli
(Çiğli İşçi Bülteni'nin Aralık 2004 tarihli
sayısından alınmıştır...)