TÜPRAŞ yargıya rağmen satılır mı?
Ekranlara yansıyan demeçlere bakılırsa 10. İdare Mahkemesinin TÜPRAŞ ihalesini iptal kararı iş dünyasını epey şaşırtmış..! İptal kararını kimi kaçırılmış fırsat olarak değerlendiriyor... Kimi Türkiyeye ağır bedel ödetecek bir karar gibi algılıyor.
İşin garibi şaşıranların büyük kısmı da Türkiye toplumunu bilinçsiz ve duyarsız bulan... Yasa ihlallerinden sıkça şikâyet edip AB standartlarında yargıyı savunan kesimden!
Anlaşılan ne stand-by anlaşmasını, ne yapısal uyum programını okumuşlar ne de özelleştirme programına bakmışlar.!
Oysa gözucuyla dahi bakıp okusalardı, TÜPRAŞ ihalesinin iptal kararından önceki haliyle satışının yabancıların bile düşlerinin ötesine aştığını anlarlardı.! Kârlı bir kuruluşun petrol savaşının orta yerinde en düşük piyasa değerine yakın fiyatla satılamayacağını savunup karşı çıkarlardı.
Dikkat ederseniz, burada sözünü ettiğim stratejik bir kamu şirketinin satılmasına, kamu çıkarlarının yok sayılmasına yönelik bir karşı çıkış değil. Hukuku atlatmaya, piyasa ekonomisinin kurallarını talan ekonomisine çevirmeye yönelik bir karşı çıkış.
Kaldı ki 10. İdare Mahkemesinin bazılarını çok şaşırtan kararının temelinde de zaten bu tür bir karşı çıkış var. Malum, TÜPRAŞ piyasanın hem en kârlı üç şirketinden biri. Hem de 2003ün piyasa değeri en yüksek sekiz şirketi arasında.
Ne var ki, ihale verileri bu değeri onaylamıyor. 2000deki ihalede TÜPRAŞın yüzde 35i 1.2 milyar dolar iken, 2004te aradan geçen 4 yıl sonunda yüzde 65i 1.3 milyar olarak belirlenmiş!
Şimdi gelin de yargının ederinin altında, özelleştirme yasası ve ihale kurallarını çiğneyerek yapılan bu satışı onaylamasını bekleyin! İhaleye başvuran konsorsiyumun ikinci ayağı olan Efremov Kautschukun şartname hükümlerine aykırı teklif mektubunun kabul edilmesini isteyin! Sonra da yargının AB standartlarına uyumu üzerine ahkâm kesin!
Kısacası... Ortada iptal kararı nedeniyle kaçırılan ne bir fırsat var. Ne de ödenecek bedel.
TÜPRAŞın değişen çehresi...
Özelleştirme çalışmalarını takip edenler hatırlayacaktır, TÜPRAŞ 2000 yılında vizyon ve misyon tanımı yapmıştı.
* Vizyon olarak: Türkiye enerji sektörünün lider kuruluşu ve dünya klasında bir rafineri şirketi olmayı
* Misyon olarak da: Ülkemizde sivil ve askeri tüm petrol ürünleri ihtiyacını karşılamak, enerji ve petrokimya alanında ilerlemek, hissedarlarına, müşterilerine, topluma ve çevrenin korunmasına katkılarını arttırmayı benimsemişti.
Misyon ve vizyon düzenlemesine 2000 yılında gidilmesi tabii ki tesadüf değildi. IMFnin yapısal uyum programının getirdiği bir düzenlemeydi. Yeni dönemin stratejileri de programda yer alan reformlar arasındaki geçişkenlik dikkate alınarak belirlenmişti.
Örneğin hampetrol işletme kapasitesinin arttırılması, rafineri ve petrokimyanın birlikte kullanılması, kâr optimizasyonu, üretim ve organizasyon yapısının ABye uyumlandırılması gibi herkesin hemfikir olduğu stratejiler aslında enerji sektörünün dış piyasanın önceliklerini karşılamasına göre düzenlenmişti. İş Sağlığı ve İş Güvenliği Yönetim Sistemlerinin uygulanması ile ilgili belgelendirme çalışmaları da IMF programının sosyal güvenlik reformuyla olan bağlantısını kurmak adınaydı.
Kaldı ki, PETKİM Yarımca Kompleksinin 5 petrokimya ünitesiyle birlikte TÜPRAŞa devri, İzmir ve İzmit rafinerileri için 2001de yapılan KBC, UOP firmalarıyla yapılan anlaşmalar yakın ve orta vadeli stratejilere uyulacağını yani kâğıt üstünde kalmayacağının göstergesiydi.
Uzun lafın kısası, IMF programı süresince TÜPRAŞ satış için hazırlandı. TÜPRAŞın satışı sanayiden tarıma tüm sektörleri küresel sermayenin önceliklerine açan ana arter görevi görecekti. Bunun için de IMF programı bitmeden satışının tamamlanması gerekiyordu.
Gelin görün ki, operasyon AKPnin acüllüğü yüzünden sekteye uğradı. Hem de petrol savaşının en vahşileştiği, paylaşımın Ortadoğudan Kafkaslara ve Kuzey Afrikayı da kapsayacak şekilde genişletilmeye çalışıldığı bir sırada.
AKPnin gafı ulus ötesi dünyada nasıl karşılanır bilemeyiz. Ama, iptal kararını Hukuk devletinin gereklerinin yerine getirileceği söylemiyle karşılamasını, yargının kamu çıkarına öncelik tanıyan yapısını değiştirme sözü olarak algılayacağı kesin.
Türkel Minibaş
(Cumhuriyet, 7 Haziran 04)
Trakya Üniversitesinde gözaltına alınan bir öğrenci ile konuştuk...
Saldırılar güçlü ve kararlı
bir çalışmayla püskürtülmelidir!
- Üniversite gençliğine yönelik tutuklama, baskı ve soruşturma terörü hakkında ne düşünüyorsunuz?
MYOndan bir öğrenci: Egemen güçler her dönem muhalif insanları sindirmek amacıyla çeşitli baskı yöntemleri kullanmışlardır. Üniversitelerde ise soruşturma, gözaltı ve tutuklamalarla gençlik yıldırılmaya ve genel kitleden yalıtılmaya çalışılmaktadır. Örneğin dönem başında birçok arkadaşımız uzaklaştırma cezası almış, yine dönem içerisinde evler basılmış ve birçok devrimci-demokrat öğrenciye soruşturma açılmıştır.
- TÜnde yapılan NATO karşıtı çalışmalara katıldınız mı? Çalışmaları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Evet katıldım. NATO Karşıtı Öğrenci Girişimi olarak çalışmanın başından beri çıta sürekli olarak yükseliyordu. Hatta müdahaleden bir gün önce yaptığımız teşhir konuşmalarıyla, NATO Zirvesini kısmen öğrencilerin gündemine taşımayı başarmıştık. Bunun sonucu olarak yönetimin standları boşaltın demesine rağmen öğerenciler standlarını terketmediler ve alkışlarıyla bizlere destek verdiler.
- Şenlik haftasında düzenin kolluk güçlerinin üniversiteye müdahalesini neye bağlıyorsun?
Gençliğin üniversitede yürüttüğü NATO karşıtı çalışma düzende bir rahatsızlık yaratmıştır. Düzen NATO Zirvesine çok iyi hazırlanıyor. Bu dönemde yapılacak en küçük hak arama talebine bile tahammülleri yok.
- Olay anını anlatabilir misiniz?
Herhangi bir uyarı yapmadılar. Mimarlık Fakültesi önünde çevik kuvvet ekipleri biber gazı atarak coplarla saldırıya geçtiler. Biz de taşlarla cevap verdik. Fen-Edebiyat Fakültesi önünden giren panzerle bizi Mimarlık Fakültesine sıkıştırdılar. Birçok arkadaş atılan gaz bombasından korunmak için Mimarlık Fakültesine girdi. Ben de o arbede sırasında dışarıda kaldım ve dövülerek gözaltına alındım. Bindirildiğim minibüste de şiddete ve hakarete maruz kaldım.
- Gözaltı sürecinde nelerle karşılaştınız?
Nezarethanelere girene kadar dövüldük. Kimlik bilgilerim alınırken adres vermediğim için dövüldüm. Bir gün boyunca nezarethanede kelepçeli olarak bekletildik. Ağır yaralı olan arkadaşlarımızın birçoğu hastaneye götürülmedi. Götürülenlerden bir kısmı ise doktorlar ve hastane personeli tarafından şiddete ve cinsel tacize maruz kaldı. 64 kişi 4 gün gözaltında kaldık. Ardından savcılıkta ifade verdikten sonra 20 arkadaşımız tutuklandı.
- Müdahale sonrasında nasıl bir tavır geliştirdiniz?
Gözaltından çıktıktan sonra bir basın açıklamasıyla olayların sorumlularını teşhir ettik. Sonrasında da olayları anlatan bildiriler dağıttık ve afişler astık.
- Son olarak eklemek istediğin bir şey var mı?
Bu saldırılar, düzenin gençliğin mücadelesinden korktuğunun bir göstergesidir. Bu yüzden daha güçlü ve kararlı bir çalışmayla saldırılar geri püskürtülmelidir. Bütün bu saldırılara rağmen emperyalizmin kanlı terör örgütü NATO olabildiğince güçlü bir şekilde karşılanmalıdır. İnanıyorum ki kendi yerelimizden güçlü bir ses yükselteceğiz.
|