12 Haziran'04
Sayı: 2004/23 (15)


  Kızıl Bayrak'tan
  Ya ABD askeri olunacak ya da sosyalizmin neferi!
  İMF ile kölece ilişkiler sürüyor...
  Sermaye düzeni tepeden tırnağa bir mayfa düzenidir!.
  BM şemsiyesi de işgalcileri rahatlatmaya yetmeyecek!
  İncirlik bölge halklarına yönelik bir saldırı üssü olarak kullanılacak!
  İtalya ve Fransa’da onbinler katil Bush’u protestolarla karşıladı!
  NATO karşıtı faaliyetlerden..
  NATO karşıtı faaliyetlerden...
  NATO karşıtı faaliyetlerden...
  Büyük Ortadoğu Projesi ve Kürdistan sorunu
  İnsert’ten atılan bir işçinin kaleminden İnsert deneyimi...
  Özelleştirme saldırısını işçilerin birleşik-militan mücadelesi püskürtebilir
  DİSK 12. Genel Kurulu’ndan notlar
  DİSK Genel Kurulu’nda delege konuşmalarından...
  DİSK Genel Kurulu’nda delegelerle konuştuk...
  İsrail meclisi Filistin topraklarını gaspetme tasarısını onayladı.
  Arjantin: İşçilerin eylemleri ve hükümetin çıkmazı
  Kızıl Bayrak 10 yaşında!
  Genç komünistlerle nice 10 yıllara!
  “Kızıl Bayrak, güneşin önündeki bulutları dağıtan rüzgardır”
  Kızıl Bayrak karanlıkları yırtan aydınlık oldu
  Casstleblair işçisi mücadelesine ve toplusözleşmesine sahip çıkmalıdır!.
  Devrimci değerlerden elinizi çekin!
  TÜPRAŞ yargıya rağmen satılır mı?
  Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın



 
Ya ABD askeri olunacak
ya da sosyalizmin neferi!

Geçtiğimiz hafta Normandiya çıkarmasının yıldönümü vesilesiyle, Bush’un kimi Avrupa ülkelerine ziyaretleri gündeme geldi. Yüzbinlerin katılımıyla gerçekleşen protestolarla İtalyan halkından ağzının payını aldıktan sonra Fransa’ya geçen haydutbaşı, aynı kitlesellikte olmasa da Fransız halkından da gereken cevabı aldı. Fakat Fransa’da yüreğini biraz olsun ferahlatan gelişmeler de yaşandı. Chirac’ın yıldönümü konuşması, ABD ile buzları eritme niyetini ortaya koyuyordu. G-8 ve NATO zirveleri öncesinde BOP’a destek arayışı girişimleri açısından, ABD için bunun belli bir anlamı olduğu açık.

Yıldönümü konuşmalarında, Normandiya ile ilgili yarım asırlık yalanlar tekrar edilmekle kalınmadı, BOP projesi de onlara dayandırılmaya çalışıldı. Bush, “kurtardık, yine kurtarırız” sözleriyle özetlenebilecek mesajlar verdi. Chirac’ın, sözde temsil ettiği halkın muhalefetine rağmen, bu “kurtarma” mesajına “kurtarılma” kabulü anlamına gelecek ifadelerle Bush’un Normandiya yalanlarına katılması ise, tam da BOP zirveleri öncesinde, ABD ile yakınlaşma isteği olarak yorumlandı.

Oysa Normandiya masallarıyla Avrupa’da faşizmin ezilmesiyle ilgili gerçeklerin üstünü kapatmaları imkansızdır. Bu “kurtarma”nın tarihi ile Nazi ordularının Sovyet yurdunun ardından tüm Doğu Avrupa’dan sürülüp çıkarılması, Berlin’e kadar kovalanması, yani ezilmesi arasında aylarla hesaplanan zaman farkı vardır. Kısacası; ABD Avrupa’yı kurtarmak için Kızıl Ordu’nun Naziler’i ezmesine kadar beklemiştir. ABD güçleri, yenilmiş bir ordunun, yenilmiş bir komutanın, ezilmiş bir ideolojinin karşısına çıkıp, sahte kahramanlarla sahte kurtarış senaryoları yazmışlardır. Avrupa’da faşizmin ezilmesine ilişkin masallar ile gerçekler arasındaki uçurumu ortaya koyan tek kanıt tarihler de değildir. Nazizmin ezilmesi ardından hemen tüm Doğu Avrupa ülkelerinin yüzlerini sosyalizme dönmüş olmaları da, kurtuluşlarında kimin gerçek yardım ve deste&urren;i olduğunun başlıca göstergesidir.

ABD’nin bugün Irak’ta yaptığı gibi, Kızıl Ordu, zaferin ardından Avrupa’da kalıp, kurtardığı ülkeleri işgal ederek rejim değiştirmeye kalkmadı. Faşizmin yenilgisi ardından bölgede kurulan sosyalist halk cumhuriyetleri, o halkların kendi iradeleriyle ortaya çıkmıştı. ABD ve o zamanki dostları ise, iki yıllık bir oyalamanın ardından savaşın bitmesine az bir zaman kala yaptıkları Normandiya çıkarması ile (ki buna o zamanlar “2. cephenin açılması” deniliyordu), hem Kızıl Ordu’nun daha da batıya ilerleyişini durdurmak ve hem de komünistlerin özel bir ağırlıkla yer tuttukları anti-faşist halk direnişlerinin devrimlere varabilecek inisiyatifini kırmak istemişlerdir. Bu çerçevede illa da bir kurtarmadan sözedilecekse bu kapitalist düzenlerin muhtemel bir devrimden kurtarılması olmuştur. Fransa ve İtalya sözkonusu olduğunda bu soyut bir ihtimalden de öteye, son derece somut bhi gerçekliktir.

Durum böyle olduğu halde, Normandiya yıldönümü bahane edilerek, yeniden Amerikan kurtarıcılığı üzerine masallar üretilmesinin hiçbir inandırıcılığı olmasa da, Amerikan emperyalizminin güncel ihtiyaçlarıyla doğrudan bağlantısı bulunuyor. ABD, BOP’u da bir tür “kurtuluş/kurtarış” olarak sunmaktadır dünyaya. Emperyalistlerin diliyle halkların dili hep farklılıklar göstermekle birlikte, bu proje kapsamında üretilen ve kullanılan terimler yüzünden emperyalist dünyada bile bir kavram karmaşası yaşanmaya başlandı. Irak’taki emperyalist güçlere ad koyma konusunda tam bir curcunadır gidiyor. Bir gün “işgal kuvveti” dediklerine, ertesi gün “müttefik kuvvetler”; bir gün “direniş güçleri” dediklerine ertesi gün “teröristler” diyebiliyorlar. ABD yöneticileri BOP için, bölge haın diktatörlerden kurtarılması, bölgeye demokrasinin yerleştirilmesi gibi tanımlar üretedursun, ABD’li aydınların da içinde bulunduğu pek çok düzen kalemi, projenin, bölgenin işgali ve kaynaklarının yeniden paylaşılması üzerine kurulduğunu yazıp çiziyor.

Projenin tartışılıp kararlaştırılması için planlanan iki büyük toplantıdan birincisi, G-8, gerçekleştirildi. Toplantının ortaya çıkardığı tablo, 8 büyüklerin şimdilik bir anlaşma sağlayamadığını gösteriyor. 8 büyükler uzlaşamadı, çünkü paylaşmaya çalıştıkları pasta oldukça büyük ve hiçbiri şefin önerdiği paya razı olma niyetinde görünmüyor. Büyükler uzlaşamadı ama, toplantıya çağrılan birkaç küçük tam bir uzlaşma sağladı. Ne de olsa onların paylaşmayı umdukları bir şey yoktu. Uzaktan koklatılan bir parça kemik dışında tabi. Türk devleti zaten, “ya projeye dahil etmezlerse, dışta bırakırlarsa” korkusunu her fırsatta dile getiriyordu. G-8 zirvesinde bir “eş başkanlık” payesiyle onurlandırılarak güya projeye dahil edilmiş oldu. T.C. gibi bir devletin projeye dehil edilmesianlama geldiği ise artık çok iyi biliniyor. ABD şefleri de, NATO şefleri de defalarca dile getirdiler. Türkiye “cephe” ülkedir. Emperyalist işgal orduları Türkiye’yi saldırı üssü olarak seçmişlerdir. Bu arada, Türk askerini de satın alıp savaşa sürmek isteklerini hiç gizlememekte, gizlemek ne kelime, “en iyi ihraç ürününüz” türünden aşağılayıcı ifadelerle bunu açıkacei;kdile getirmektedirler.

Son pazarlıkların yapılacağı, son kozların paylaşılacağı NATO Zirvesi’ne ise az bir zaman kaldı. Burada pazarlık masasına oturacak olan da yine emperyalist güçler. Ev sahibi Türkiye’ye de ev sahipliği yapmak, yani efendilerini memnun etmek için elinden geleni yapmak düşüyor. Buna, toplantı öncesi İstanbul’un temizlenmesi dahil olduğu gibi, toplantı sürecinde sokakların mümkün mertebe temiz tutulması da dahildir.

Tüm haydutlar gibi emperyalist haydutlar da öylesine ödlek ki, toplantıdan aylar önce İstanbul’u CİA ajanlarıyla doldurdular. Yetmedi, İstanbul polisini CİA’nın emrinde göstericilere, kitle örgütlerine saldırtıyorlar. İstanbul polisinin bunları ve daha fazlasını kendi başına da yapabildiği biliniyor. Ancak CİA ajanları rehberliğinde yürütmesinin farklı bir anlam ve önemi olduğu da ortada. Fakat Türk devletinin “efendilerini memnun etme” görevi, hiç de bu temizlik görevleriyle sınırlı ve bu kadar basit değil. Asıl BOP için verilecek görevleri ikiletmeden üslenmesi ve yerine getirmesi bekleniyor. Bu da emperyalist işgal ordularına jandarmalık ve maşalık yapmak anlamına geliyor.
Türk devletinin bu görevi reddetmek gibi bir niyeti olmadığı gibi şansı da bulunmamaktadır. Bu çıkışsızlığı kendileri farklı gerekçelere dayandırmaya çalışsalar da, gün gibi ortada olan, herkesin bildiği ve dillendirmekten de kaçınmadığı gerçek, Türkiye’nin emperyalizme göbekten bağlı olması olgusudur. Ne kadar ağır olursa olsun, taleplerini geri çeviremeyeceği düzeyde bir bağımlılıktır bu. Sermaye devletinin emperyalizmle ilişkisi böyleyken, egemen sınıfın emperyalist tekellerle göbek bağı daha zayıf değildir. Üstüne üstlük Türkiye’nin burjuvaları, işgal edilmiş ülkelerin yakılıp-yıkılmış kentlerinin yeniden inşasında bir taşeronluk kapabilmek için -buna onlar pastadan dilim diyorlar- hiç utanıp sıkılmadan işgali savunabilmişlerdir. Ağızları sulanarak pişmesini bekledikleri pastanın hamurunun Iraklıerin kanıyla yoğrulması da onları zerre kadar ilgilendirmemektedir. Dolayısıyla onlar, “pasta dilimi”ni güvenceye alacaksa eğer, Türk askerinin kanını da rahatlıkla feda etmekten çekinmeyeceklerdir. Türkiye’nin burjuvaları sadece BOP’u desteklemekle kalmamakta, Türkiye’nin de projeye dahil edilmesi için tüm imkanlarını seferber etmiş bulunmaktadırlar.

Dünyanın egemenleri yoksul halklara karşı bir haçlı seferine hazırlanıyor. Türkiye’nin egemenleri de, kendisi de yoksul bir ülke olan Türkiye’nin bu emperyalist işgal ordularının peşinde sefere katılmasını istiyor. Oysa Türkiye halkları, saldırı hedefindeki komşu ülkelerin halklarıyla aynı durumda ve konumdadır. Emperyalistlerle değil, komşu halklarla dayanışma içinde olması, onlarla birlikte hareket etmesi gerekmektedir.

Bu gereklilik, egemen burjuvazi ve devletiyle emekçi halklarımızın yolunun ayrıldığı, ayrılmak zorunda olduğunun da göstergesidir. Türkiye’nin emekçi halkları, kendilerini savaşa, demek ki tarifsiz acılara sürüklemeye hazırlanan burjuvazinin peşinden gitmeyi reddetmelidir. Halklarımıza yakışan, barışı, kardeşliği, özgürlüğü, eşitliği vaadeden işçi sınıfı sosyalizminin yolunu tutmaktır. Emperyalizmin dizginlenmesi ve altedilmesi, emekçi halkların işçi sınıfının gösterdiği yoldan mücadeleye atılmasıdır.

Unutmamak gerekir; kendisi için savaşmayan düşmanları için savaşır!..