29 Mayıs'04
Sayı: 2004/21 (13)


  Kızıl Bayrak'tan
  Emperyalizme ve siyonizme karşı mücadeleyi yükseltelim!
  Barbarların NATO Zirvesi için İstanbul'da fiili sıkıyönetim...
  NATO karşıtı eylem ve etkinliklerden...
  NATO karşıtı eylem ve etkinliklerden...
  NATO karşıtı eylem ve etkinliklerden...
  NATO karşıtı eylem ve etkinliklerden...
  NATO dağıtılsın!
  DİSK 12. Genel Kurulu'na doğru...
  DİSK Genel Kurulu öncesi sendika yöneticileriyle konuştuk...
  Sermaye işbirlikçisi sendika ağaları yeni saldırılar için mesaide!
  Erdoğan TOBB Genel Kurulu'nda işsizliğe çare buldu!
  Gericilerin Çağlayan mitingi ve EMEP
  Yaz dönemi çalışmasının çok yönlü gündemleri
  Ekim'in Mayıs 2004 tarihli 236. sayısı çıktı...
  Devlet-mafya-futbol üçgeni...
  Ebu Garib'ten Ulucanlar'a...
  "Pişmanlık yasası" yeni hazırlanan TCK ile süresiz hale getiriliyor...
  Siyonist cellatlar Filistin'de etnik temizlik yapıyor
  Filistin halkıyla dayanışmayı yükseltelim!
  Irak'taki işkence vahşeti bakanlık onaylı!
  Arap Birliği Zirvesi...
  Uluslararası hareket...
  EMEP'ten düzenle barışmanın yeni adımları...
  Edirne şenliğinde polis terörü...
  YÜT 8. Geleneksel Bahar Şenlikleri...
  Basından...
  Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın



 
Ebu Garib’ten Ulucanlar’a...

Emperyalist-kapitalist sistemin zindan gerçeği

Günlerdir, haftalardır medyada Iraklı esirlere yapılan işkenceyi, insanlık dışı uygulamaları belgeleriyle, dehşet veren görüntüleriyle izliyoruz. Bu görüntüler, bu vahşet, bu katliamcı ve işkenceci kimlik bizler için çok tanıdık.

Tüm bu yaşananlar bizler için tanıdık; çünkü topraklarımızda yaşanan katliamlar, işkenceler, darbeler vb. bizzat CİA tezgahlarında planlanmış; katliamcılar, işkenceciler yine aynı yerlerde eğitim görmüşlerdir. Bu yaşananları bizler yakından biliyoruz; çünkü işkence emperyalist-kapitalist sistemin egemenliğini ayakta tutabilmesi, bu sömürü düzenini sürdürülmesi için kullandığı evrensel bir uygulamadır.

Bizim topraklarımızda da onyıllardır binlerce devrimci, ilerici insan işkence görmüş, tecavüz ve tacize uğramış, cezaevlerinde sayısız katliam gerçekleştirilmiştir. Tüm bunlar bir devlet politikası olarak sistematik bir şekilde uygulanagelmektedir.

Ve bugün, Ebu Garib’te yaşanan işkenceyi, aşağılık uygulamaları Türk devletinin sözcüleri de büyük bir utanmazlık ve yüzsüzlük örneği sergileyerek kınadığını açıklamaktadırlar. Kendi korkunç icraatları belleklerimize silinmemecesine kazınmışken üstelik. Üstelik her karakolda işkence olağan bir uygulamayken ve bunu bu ülkede yaşayan herkes biliyorken.... F tipi hücrelerin kendisi tecrit işkencesiyken üstelik...

Ebu Garibler’in en çarpıcı örnekleri bu topraklarda da yaşandı. Tutsaklara zindanlarda nasıl muamele edildiğine dair yakın örnekler hala hafızalarımızda. Son yıllarda yaşanan cezaevi katliamları emperyalist-kapitalist sistemin tüm gerçekliğini gözler önüne seriyor. Biz de bu katliamlarla ilgili kısa bir derleme yaptık:

19 Aralık 2000 katliamı, 20 cezaevinde birden “Hayata Dönüş Operasyonu”...

ABD’nin Irak’a özgürlük, demokrasi götüreceğini söyleyip, katliam, işkence, ölüm, zulüm, esaret götürmesi gibi; Türk devleti de 19 Aralık’ta 20 cezaevinde birden gerçekleştirdiği ve 28 tutsağın ölümüyle, onlarcasının ise yaralanmasıyla sonuçlanan katliama, büyük bir yüzsüzlükle “Hayata Dönüş” adını koymuştu. Ulucanlar katliamının ardından tutsaklar hücrelerin kapatılmasını ana hedef alan bir dizi taleple Süresiz Açlık Grevi’ne ve sonrasında Ölüm Orucu’na başlamışlardı. 19 Aralık’ta devlet tüm cezaevlerine eş zamanlı olarak saldırarak bir kez daha katletme geleneğini göstermiş oldu.
Katliamı yaşayan bir tutsağın anlatımı yaşananları tüm çıplaklığıyla ortaya koyuyor:

“Diri diri yaktılar...”

Ayla Özcan (Ölüm orucu 1. gruptan): “(...) Yüzüme havanın çarpmasıyla nefes almak için zorladım kendimi. Merdivenlerden aşağı zorla inerken bacaklarım tutmuyordu. Birçok yoldaşım bu haldeydi. Sinir gazının etkisiyle şok yaşıyorduk. Bazı şeyleri algılayamıyorduk. Alt kata indiğimde bazı yoldaşlarım üzerlerine su döküyordu. Çoğumuzun saçları, elleri, sırtı, iyice yanmıştı. Sonra bir yoldaşımız, ‘Yukarıda yananlar var, ateşin içinden çıkamayanlar var’ deyince birçoğumuz hızla merdivenlere yöneldik. Ebru Dinçer’in, her tarafı yanık bir şekilde merdivende oturduğunu gördüm. Sesi zor çıkıyordu. Elleri, yüzü, saçları, vücudunun büyük bir bölümü yanmıştı. Sonra Hacer Arıkan, Birsen Kars, Gülizar Kesici zorla ateşin içinden çıkarıldı. İçeride kalan yoldaşlarımız vardı daha. Gülser Tuzcu kapının ağzında yanmaya başmıştı. Herkes oradan oraya koşturuyordu. En son iki yoldaşımız bir kez daha bakmak için yanan koğuşun içine girdiler. Kimseyi bulamayıp döndüklerinde onların da yüzleri, saçları ve elleri yanmıştı. Aşağı indiğimizde Nilüfer, Seyhan, Özlem, Sefinur, Gülseren Öztürk’ün olmadığını gördük. Onlar alev alev yanan koğuşun içinde kalmışlardı. Katliamcılar ise çatıdan kamerayla eserlerin eyrediyorlardı zevkle. Ellerinde ise itfaiyenin su hortumları vardı ama yanan koğuşa sıkmıyorlardı.”

26 Eylül 1999, Uulcanlar katliamı...

26 Eylül sabahı Ulucanlar Cezaevi’nde tutsakların üzerlerine bombalar yağdırıldı, işkencelerden geçirildi, 10 devrimci tutsak katledildi. Katliam sabahı ABD’ye uçan dönemin başbakanı Bülent Ecevit üzerinde 10 devrimcinin kanını taşıyordu; işçi-emekçilere yönelik saldırılar için yolun düzlenmeye çalışıldığının, bu konuda her türlü çabanın (siz bunu katliam, işkence vb. anlayın) sarfedileceğinin kanıtını sunuyordu efendisi ABD’ye. F tipi saldırısını hayata geçirmek için bir provaydı bu.

Ve diğerleri...

24 Eylül 1996’da Diyarbakır Cezaevi’nde yine insanlık dışı vahşet uygulamaları ile hepsi de demir çubuklarla, kalaslarla, dipçiklerle kafaları parçalanarak 10 devrimci tutsak hunharca katledildi. Katliamcılar, işkenceciler öylesine gözü dönmüş bir şekilde hareket etmişlerdir ki, otopsi raporları, tutsaklara öldükten sonra dahi işkenceye devam edildiğini ortaya çıkardı.

4 Ocak 1996’da Ümraniye Cezaevi’nde yaşanan katliam sonucu dört devrimci öldürüldü, onlarcası yaralandı. Tutsakların kafaları parçalandı, işkencelerden geçirildiler. Katliamdan yaklaşık bir ay önce F tipleri gibi allanıp pullanarak kokteyllerle açılan Ümraniye Cezaevi bu vahşi katliamın mekanı oldu.

21 Eylül 1995’te Buca Cezaevi’nde gerçekleştirilen saldırıda 3 devrimci yaşamını yitirdi, onlarca tutsak ise ağır yaralandı.
Son 10 yılda topraklarımızda yaşanan, belleklerimize kazınan cezaevi katliamlarıdır bunlar. Faşist sermaye rejiminin işkenceci kimliğine, katletme yeteneğine ve geleneğine kanıttır. İşkence dünyanın dört bir yanında uygulanmaktadır. Kapitalist sistemin doğasında vardır işkence.