1 Mayıs'04
Sayı: 2004/17 (09)


  Kızıl Bayrak'tan
  Emperyalist NATO Zirvesi'ne Denizler'in anısından güç ve ilham alarak hazırlanalım!
  Geleceğin devrimci 1 Mayıslar'ına doğru!..
  12 Eylül ürünü cübbeli faşist terör aygıtı olarak DGM'ler...
  Varşova polis işgali altında!
  Telekom'da özelleştirme süreci başladı!
  Emperyalizme karşı mücadele programı ve EMEP
  BDSP'nin "İşçilerin birliği, halkların kardeşliği!" pikniği başarıyla gerçekleştirildi...
  Mamak BDSP 1 Mayıs çalışmalarından...
  "Kamu Reformu", sendikalar ve KESK'in tutumu
  TKİP, geçmişin devrimci mirasının biricik gerçek savunucusu ve temsilcisidir
  Irak halkı emperyalist barbarlığa teslim olmuyor
  Siyonistler Arafat'ı ölümle tehdit ediyor!
  İsrail barışın bedelini ödemek istemiyor"
  ABD emperyalizminin Kosova planları
  Medya: "Güç bende artık"!
  Eğitim-Sen Ege Bölge toplantısı yapıldı...
  Kıbrıs ve Annan Planı
  Bültenlerden...
  Bir roman: "Direnen Haliç"
  İsrail: Bir Büyük Cephanelik
  Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın



 
Kıbrıs ve Annan Planı

Serhat Ararat

Kıbrıs sorunu, Annan Planı, referandum, referandum sonrası gibi kavramlar, son dönemde en çok tartışılan ve uluslararası politik gündemi işgal eden kavramlar oldu... Annan Planı’nın son raundu olan referandum yapıldı; Kıbrıs Rum tarafı bu planı üçte iki çoğunlukla reddetti, Kıbrıs Türk tarafı ise yüzde altmış beşe ulaşan net bir çoğunlukla kabul etti. Böylece Kıbrıs sorunu yeni bir aşamaya gelmiş oldu. Bundan sonra ne olacak sorusu tarafları ve ilgililerin gündemini meşgul etmeye devam ediyor. Biz işin bu boyutu üzerinde durmak yerine, sorunun kendisi ve “çözüm” olarak ortaya konulan Annan Planı üzerinde ana çizgileriyle bir değerlendirme yapmak istiyoruz.

Kıbrıs sorunu, işgal edilen ve bu işgale dayalı yapay bir devlet oluşturulan, stratejik açıdan çok önemli bir ülke sorunudur! 30 yıla varan işgal, Kıbrıs sorununun özünü oluşturmaktadır. İşgalin bu niteliği, “uluslararası hukukun gereklerini yerine getirme”, “Barış Harekatı” olarak tanımlama ve meşrulaştırma çabalarıyla ortadan kaldırılamaz!

30 yıldan bu yana uluslararası hukukun dışında olan Kuzey Kıbrıs, özel savaş karargahı, özel savaş okulu, her türlü kirli paranın aklandığı ve kirli işin planlandığı, örgütlendiği ve yürütüldüğü bir merkez, MHP türünden ırkçı-şoven Türk milliyetçiliğinin çok yönlü beslendiği bir alan işlevini görmüştür. Bundan dolayı mevcut fiili durumu bugüne kadar sürdürülmüş, “çözüme” dönük girişimler hep baltalanmıştır. Rauf Denktaş’ın bu baltalama hareketinin başını çekmesi de boşuna değildir.

Ancak Büyük Ortadoğu Projesi’nin Irak işgalinden sonra dillendirilmesi ve bunun Ortadoğu ve dünya politikasında önemli bir aşama olarak değerlendirilmesiyle birlikte Kıbrıs sorununun “çözümü” de yeniden, hem de dayatıcı, dikte ettirici bir tarzda gündeme getirilmiştir.

AB, daha önceden açıkladığı genişleme planı bağlamında Kıbrıs Cumhuriyeti’ni 1 Mayıs 2004’ten itibaren tam üyeliğe alma kararını almıştı. Kıbrıs sorununun çözümünden bağımsız olarak bu kararını açıklamıştı. Kuşkusuz bu kararda stratejik öncelikler belirleyici bir rol oynamıştır. Kıbrıs adası Ortadoğu ve Akdeniz su yollarını kontrol etmede çok önemli bir stratejik yer tutmaktadır. Askeri uzmanlar Kıbrıs’ın bu konumunu “Sabit uçak gemisi” olarak değerlendirmektedirler. AB, gerçi, kısa vadede Ortadoğu ve dünya hegemonya mücadelesinde geri kaldığını biliyor, ama ABD karşısına güçlü bir rakip olarak çıkma isteminden de vazgeçmiş değildir. Dolayısıyla her alanda ve zeminde hazırlıklarını yapmayı, bugünden belli mevzileri kazanmayı ihmal etmiyor...

Buna karşılık ABD, AKP şahsında kendi Büyük Ortadoğu Projesi’ne denk düşen bir ayak bulmuş ve onun üzerinden kendi politikalarını dikte edebileceğini varsayıyordu. Annan Planı’na ayak direten Rauf Denktaş ve onun ardındaki TC’nin geleneksel iktidar güçlerini aşabileceğini hesaplıyordu. 1 Mayıs tarihine kadar Annan Planı’nın taraflarca kabul edilmesi için bir takvim dikte ettirildi. Bu bağlamda görüşmeler, müzakereler yapıldı, sonuçta karşılıklı varılan anlaşma değil, Annan’ın son şeklini verdiği plan tarafların onayına sunuldu. Son raund referandumdu. Bu noktaya kadar işleyen büyük ölçüde ABD’nin diktesiydi, AB de bunu destekliyordu. Burada ABD ve AB’nin Kıbrıs üzerindeki planlarının örtüştüğü sanılıyor, ancak bu, görünüşte ve kimi noktalarda böyledir. Gerçekte ise ABD, TC ve onun Kuzey Kırıs üzerindeki denetiminden yararlanarak Kıbrıs’ın tümünde konumunu uzun vadede güçlendirmek istiyor. İleride bunu askeri üs isteme ve kurma adımlarıyla tamamlamak istediği de kaydedilmesi gereken diğer önemli bir noktadır. Annan Planı’nın arkasında esas olarak ABD’nin iradesi vardı. Referandum öncesinde Kıbrıslı Rumlar’ın BM’den güvence istemeleri karşısında İngiltere ve ABD’nin hemen harekete geçerek bu do&curen;rultuda bir tasarı hazırlamaları, bu konudaki istek ve kararlılık derecelerini gösteren çarpıcı bir gelişme olmuştur.

TC de Annan Planı’na onay vermişti, bunda ABD politikaları doğrultusunda hareket etme eğilimi kadar, uluslararası ilişkilerde Kıbrıs kamburundan kurtularak daha geniş bir manevra olanağı ve zemini yakalama istemi de belirleyici olmuştur. Geleneksel çizgide verilen tavizleri ordu ve katı ırkçı şoven kesimlere kabul ettirmede ABD’nin verdiği “kararlı destek” önemli derecede rol oynamıştır.

Buna karşılık Kıbrıs Rum yönetimi ve Yunanistan kendilerine dayatılan Annan Planı’nın final versiyonunu kabule yanaşmamış ve bu tutumunu referanduma taşıyarak halkın ezici desteği ile taçlandırmıştır. Rum halkı neden böyle davranma gereğini duymuştur?

Türkiye’de kimi siyasetçiler ve yorumcular, “Rumların referandumda ‘hayır’ demeleriyle zaten kaybedecekleri bir şey olmazdı, her durumda 1 Mayıs 2004 tarihinde AB’ye tam üye olacaklardı” diyorlardı. Kuşkusuz bu değerlendirme bazı temel gerçekleri gözlerden kaçırıyordu. Herşeyden önce Annan Planı, 1974’te gerçekleşen işgal hareketini meşrulaştırıyor ve kalıcılaştırıyordu. Buna göre 1974 işgal hareketiyle topraklarını, mal varlıklarını kaybeden Rumlar’ın önemli bir çoğunluğu bu haklarından ebediyen vazgeçmiş oluyorlardı. İşgal hareketinden sonra Kıbrıs’a yerleşen “Türkiyeli Göçmenlerin” önemli bir bölümü “Kıbrıslı” kimliğini kazanıyordu. Bu da adadaki nüfus dengesinin kendi aleyhlerine bozulması anlamına geliyordu. Bu kayıplarına karşılık kazançları sınırlıydı. Bu temel etkenlerden dolayı halk, oyunu #147;hayır” doğrultusunda kullandı.

Annan Planı’ndan en kazançlı çıkan devletlerden biri İngiltere idi. Sömürge döneminden kalma ve bugüne kadar varlığı devam eden askeri üsleri kalıcılaşıyor ve daha dokunulmaz bir nitelik kazanıyordu. Ortadoğu hegemonya kavgasının derinleşerek devam ettiği günümüzde anılan askeri üslerin stratejik önemi daha bir anlaşılır olmaktadır.

Annan Planı Kıbrıs Rum halkının oylarıyla reddedildi.

Kıbrıs sorunu yeni bir aşamaya gelmiş olsa da varlığını sürdürüyor. Sorunun doğrudan muhatapları arasına AB de girmiş bulunuyor. Bu, uzun vadede TC’nin işini zorlaştıracak bir etken. Yakın dönemde Annan Planı’na “evet” denilmesi nedeniyle kimi manevra olanakları kazanmış olsa da bu, yine böyledir. Yine bu dönemde ABD Rumlar üzerinde baskı kurmaya çalışacak, hatta KKTC’yi tanıma kozunu bile kullanabilir. İşlerin daha da çatallaşması durumunda varolan fiili parçalanma hukuksal bir kılıfa da büründürülebilir. Bunların hepsi birer olasılıktır. Anlaşılan o ki Kıbrıs üzerindeki mücadele boyutlanarak devam etme eğilimindedir.

Açıkça görüldüğü gibi Kıbrıs’ın yeniden şekillendirilmesinde halkların iradesinden çok emperyalist merkezlerin ve onların yerel ayaklarının istemleri, kısa ve uzun vadeli hegemonya hesapları belirleyici bir rol oynamıştır.

Devrimcilerin görüşü ve tutumu, öncelikle Kıbrıs üzerindeki hegemonya mücadelesini deşifre etmek, halkların bağımsızlık ve özgürlük özlemlerine karşıt olan bu hesap ve planlara karşı net bir tavır almak, her iki taraftan kaynaklanan milliyetçi yaklaşımlarla kendi sınır çizgilerini çok kesin bir biçimde belirlemek, işgal ve bu temelde oluşan yapılara karşı ikirciksiz bir duruşa sahip olmak biçimde özetlenebilir. Bu, her türlü işgal, hegemonya ve denetimden uzak, halkların özgür iradelerini yansıtan Bağımsız Birleşik Kıbrıs biçiminde de ifade edilebilir.



Sermaye basınının Amerikan yalakalığı

Halkların kanını döken, ülkeleri yakıp-yıkan, işgal etmek için her yola başvuran ABD emperyalizmi akıl almaz zulümlerle özdeşleşmiş bir barbardır. Avrupa dahil dünyanın dört bir yanındaki halkların bu barbar çeteyi en büyük tehlike görmesi, ondan nefret etmesi bundandır.

Türkiye’deki egemenler kampında ise, Amerikan uşağından geçilmiyor. Büyük Ortadoğu Projesi ile bölge halklarını öncelikli hedef olarak belirleyen bu savaş çetesinin hizmetindeki düşkün takımının, devletin temel kurumlarından siyasi partilere, kapitalist asalaklardan bürokrasiye, yargıdan medyaya kadar her tarafta cirit attığı biliniyor. Bu düşkünler ABD’nin çıkarını kendi çıkarları, ABD’nin zararlarını kendi zararları kabul ediyorlar. Amerikan askerleri ölmesin diye mehmetçik kanını piyasaya sürmüşler, pazarlığı Bush’la yürüten Erdoğan’a bol bol tezahürat yapmışlardı.

Bu tiksinti verici yalakalığı en açık ve pervasızca yapan hiç kuşkusuz sermaye medyasıdır. Öyle ki, bu kiralık kalemler emperyalist ordulardan önce Irak’a saldırmış, Amerikan askerlerinden önce Bağdat’ı fethetmişlerdi. Bağdat’ın düşüşünden sonra Amerikan medyasına taş çıkartacak cinsten bir sevinç histerisine girenler de bu soysuz güruhtan başkası değildi. Keza, çocuk kadın erkek ayırımı yapmadan her gün katliam yapan işgalcileri “kahraman”, ülkesinin özgürlüğü için direnen Iraklılar’ı ise “terörist” sayanlar da yine kalemlerinden kan damlayan bu Amerikan yalakalarıdır.

Kokuşmuş sermaye medyası son günlerde Afganistan’da ölen bir Coni’nin yasını tutuyor. Çünkü söz konusu olan “sıradan” bir asker değil, ABD’de ünlü bir futbolcuymuş. “11 Eylül saldırılarının ardından futbol kariyerini bırakarak orduya yazılan eski ABD futbol oyuncusu Pat Tillman’ın, Afganistan’daki bir çatışmada öldürüldüğü haberi Amerikalıları yasa boğdu. ABD’liler Afganistan’da hayatını kaybeden eski Amerikan futbol yıldızına ağlıyor”muş.
Adı geçen askerin kahraman ilan edilip yüceltilmesinin nedeni ise, Arizona Cardinal kulübünün 3.6 milyon dolarlık teklifini geri çevirerek 18 bin dolara Afganistan’da savaşmayı tercih etmesiymiş. Bu da ne kadar “vatansever” olduğunu gösteriyormuş. İşgal askerlerini yüceltip uşaklıkta birbiriyle yarışan bu soysuzlar, Afganistan’ı yakıp-yıkan, katliamlara imza atanların da bu aynı askerler olduğu gerçeğini gizliyorlar. Zaten onların misyonu gerçekleri anlatmak değil, üstünü örtmektir.

Sermaye medyasının tutumu tiksinti verici olmakla beraber şaşırtıcı değil. Zira emperyalist barbarlar ile kapitalist asalakların attıkları kemikleri kemirenler, bu cellatlar için kalem oynatma onursuzluğuna mahkumdurlar.