1 Mayıs'04
Sayı: 2004/17 (09)


  Kızıl Bayrak'tan
  Emperyalist NATO Zirvesi'ne Denizler'in anısından güç ve ilham alarak hazırlanalım!
  Geleceğin devrimci 1 Mayıslar'ına doğru!..
  12 Eylül ürünü cübbeli faşist terör aygıtı olarak DGM'ler...
  Varşova polis işgali altında!
  Telekom'da özelleştirme süreci başladı!
  Emperyalizme karşı mücadele programı ve EMEP
  BDSP'nin "İşçilerin birliği, halkların kardeşliği!" pikniği başarıyla gerçekleştirildi...
  Mamak BDSP 1 Mayıs çalışmalarından...
  "Kamu Reformu", sendikalar ve KESK'in tutumu
  TKİP, geçmişin devrimci mirasının biricik gerçek savunucusu ve temsilcisidir
  Irak halkı emperyalist barbarlığa teslim olmuyor
  Siyonistler Arafat'ı ölümle tehdit ediyor!
  İsrail barışın bedelini ödemek istemiyor"
  ABD emperyalizminin Kosova planları
  Medya: "Güç bende artık"!
  Eğitim-Sen Ege Bölge toplantısı yapıldı...
  Kıbrıs ve Annan Planı
  Bültenlerden...
  Bir roman: "Direnen Haliç"
  İsrail: Bir Büyük Cephanelik
  Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın



 
12 Eylül ürünü cübbeli faşist terör aygıtı olarak DGM’ler...

Demokratik hak ve özgürlükler
dişe diş mücadelelerle kazanılacaktır

Avrupa Birliği’ne “uyum yasaları” çerçevesinde DGM’lerin kaldırılması gündeme gelmiş bulunuyor. DGM’ler 12 Eylül askeri faşist darbesinin ardından askeri mahkemelerin uzantısı olarak kurulmuştu. Uzun bir dönem askeri yargıçlar DGM’lerde çalıştı.

12 Eylül askeri faşist darbesinin
yarattığı ortamın uzantısı

DGM savcılarının iddianameleri tümüyle polis fezlekelerine dayandırılır. Dahası bu fezlekelerin maddi bilgiler içermesi de gerekmez. İşkence ile insanlara imzalatılmış ifadeler delil olarak kullanılır. Savcılıkta ve mahkemelerde bu ifadelerin işkence zoruyla imzalandığının açıklanması da sonucu değiştirmez. İşkencehanelerde susma hakkını kullanıp ifade vermeyenlerin bu tavrı ise “örgüt üyeliği”ne delil olarak kullanılır.

İnsanlara onlarca yıl ceza verilmesi için maddi delillerin uygun koşullarda elde edilmesi zorunluluğu DGM’ler için geçerli değildir. DGM’lerin işleyişine ilişkin olarak, emekli eski DGM savcısı Mete Göktürk’ün 24 Nisan ‘04 tarihli Birgün gazetesinde çıkan açıklamaları bu konuda yeterince açıklayıcıdır:

“DGM’ler kapanmalıdır. Toplumda bu kuruma güven sarsılmıştır. DGM’ler Türkiye’de belli bir siyasal sürecin parçasıydı ve işlevini bitirdi. DGM’lerdeki en büyük yanlış farklı usul hükümlerinin uygulanmasıdır. Gözaltı süresi uzundur, sanık avukatı ile görüştürülmez, soruşturma evrakı sanık avukatlarınca yeterince incelenemez. Cezaların infazında bile DGM’de hüküm almış terör sanığı cezasının üçte ikisini cezaevinde geçirirken bu diğer mahkumlarda yüzde kırktır. Belli suçlara daha ağır cezalar getirilebilir ama yargılama yönteminde ayrım olmaz... 22 yıl boyunca DGM’lerde büyük haksızlık yapılmıştır. Bazı DGM savcıları derin devletin tetikçiliğini yaptılar, korku salan insanlar durumuna geldiler ve insan hakları hiçe sayıldı. Kimi kararlarda emniyetin hazırladığı evraklar hükme esas alındı. Su¸a ilişkin yeterli kanıtın bulunmadığı tüm davalarımda mahkumiyet kararlarını sanık lehine temyiz ettim ki bu sık rastlanan bir durum değildir. Ancak bu kararlar yargıtay tarafından onaylandı...”

Mete Göktürk’ün ortaya koyduğu gibi, DGM’ler belli bir siyasal ortamın (buna dosdoğru 12 Eylül askeri faşist darbesinin yarattığı ortam demek gerekir) gerektirdiği özel mahkemelerdir. “Yargı bağımsızlığı” gibi burjuva hukukunun ilkeleri bile hiçe sayılarak, 22 yıldır komünistler, devrimciler, Kürt yurtseverleri yargılanıp, onlarca yıl hapis cezalarına çarptırılmaktadır.

AB makyajının gerisinde herşey eskisi gibi sürecek!

Peki, şimdi DGM’ler kalktığında yargı bağımsızlaşacak mı? Adil yargılama gerçekleşecek mi? Elbette temel işlevi devrimcileri ve toplumsal muhalefeti denetim altında tutmak ve ezmek olan bu faşist kurumun ortadan kaldırılması önemli bir sorundur. Nitekim 2000 yılı Ekim’inde başlayan büyük zindan direnişinin taleplerinden biri de DGM’lerin kaldırılmasıydı. Ancak, tek başına DGM’lerin kaldırılması, ne yargı bağımsızlığı, ne de adil yargılanma planında bir şey ifade edebilir. Çünkü devletin bütün organları (ordu, polis, yargı, zindan vb.) burjuvazinin hizmetindedir. Devletin herşeyden önce kendisi burjuvazinin egemenlik aygıtıdır. Egemen sınıfın ihtiyaçlarına uygun şekillenecektir ve şekillenmektedir. DGM’ler kalktıktan sonra onların işlevini daha incelikli bir biçimde yerine getirecek kurumlar ve yasalar burjuvazi tarafından devreye sokulmaktadır ve sokulacaktır.

Bugün Türk burjuvazisi Avrupa Birliği’ne girme hedefi çerçevesinde bir takım kurumlarına makyaj yapmak ihtiyacı duymaktadır. Bu makyajlardan biri de DGM’lerin kaldırılmasıdır. AİHM kararı doğrultusunda DEP milletvekillerinin davalarının yeniden görülmesi de benzer bir işlevi içeriyordu. Ancak DGM’nin kararında direnmesi buna engel oldu. Şimdi duruma uygun yeni yöntemlerle sorun çözülecektir.

Dolayısıyla, DGM’lerin kaldırılması, bir kez daha burjuva sınıfın ihtiyaçları çerçevesinde gündeme gelmiştir. CHP’nin konuya ilişkin bir açıklama yaparak, aniden infaz sistemindeki haksızlığı fark ettiğini ortaya koyması bir rastlantı değildir. CHP yeni bir yasa teklifi ile bu haksızlığı ortadan kaldıracaklarını açıkladı, ama bu açıklama fazla uzun sürmedi. Adalet Bakanı Cemil Çiçek’in bu düzenlemeden diğer terör suçlularının da yararlanacağı, adli suçluların infazını yükseltmeyi planladıklarını açıklamasıyla birlikte, CHP de çark etti. Devletin sorun çözmek için varolduğunu, başka çözümlere de açık olduklarını açıkladı.

Bugüne kadar toplumsal muhalefeti ezmek için demoklesin kılıcı gibi sallandırdıkları kimi kurumlar artık burjuvazi için yüke dönüşmüş durumdadır. Ama bu hiç de o kurumların işlevlerine ihtiyaç duyulmadığı anlamına gelmemektedir. Sadece makyajla bir yanılsama yaratılmak istenmekte, bu çerçevede bir takım düzenlemeler yapma yoluna gidilmektedir. “AB demokrasisi”nden medet umanlar da hesaba katıldığında, bu düzenlemelerin işlevi daha bir anlaşılır olmaktadır.

Demokratik hak ve özgürlükler dişediş
mücadelelerle kazanılacaktır

İşçi sınıfı ve emekçiler cephesinden bu tür düzenlemelerin bir şey ifade etmeyeceği ortadadır. Bir yandan “demokratikleşme” yalanlarıyla emekçiler aldatılmaya çalışılırken, öte yandan burjuva devlet çıplak bir baskı ve terör aygıtı olarak tahkim edilmekte, yasalar, yargılama, zindanlar buna uygun olarak sürekli yeniden düzenlenmektedir. İnfaz yasası ağırlaştırılmakta, F tipi hücreler yeterli görülmeyerek yeraltına zindanlar inşa edilmektedir. En sıradan hak arama eylemleri bile kolluk güçlerinin şiddetiyle yanıtlanmakta, işçilerin hak arama ve örgütlenme girişimleri baskı ve terör ile boğulmaya çalışılmaktadır.

Her geçen gün ekonomik-siyasi krizi daha da derinleşen burjuvazinin baskı ve terörü daha da yoğunlaştırmaktan, sınırlı hak ve özgürlükleri gaspetmekten başka bir seçeneği yoktur. Açlığa, sefalete, yoksulluğa ve işsizliğe mahkum ettiği emekçi yığınların mücadeleye yönelmesinin önünü kesmek, işçi ve emekçileri kölelik koşullarında çalıştırmak, yeni saldırı paketlerini sorunsuzca hayata geçirmek için baskı ve terörden başka bir çıkış yolu bulamamaktadır. “AB’ye uyum yasaları” çerçevesinde, demek oluyor ki, burjuvazinin ihtiyaçları doğrultusunda gündeme getirilen DGM’lerin kaldırılması türünden bir takım sözde değişiklikler de, bu baskı ve terörü perdelemenin, kitleleri aldatmanın bir aracı olarak kullanılmaya çalışmaktadır.

İşçi sınıfı ve emekçiler için demokrasi mücadelesinin her zamankinden daha çok önem taşıdığı bir dönemden geçiyoruz. Burjuvazi sadece ülkemizde değil tüm dünyada saldırılarını “demokrasi ve özgürlük”leri korumak adı altında gerçekleştiriyor. Yıkım savaşları “özgürlük” ve “demokrasi” adı altında yürütülüyor. Burjuvazinin dilindeki “özgürlük ve demokrasi”nin işçi ve emekçiler için karşılığı baskı, terör, açlık, işsizlik, yıkım ve savaşlar demektir. İşçi sınıfı ve emekçiler için demokratik hak ve özgürlükler uğruna mücadele ise, yepyeni bir dünyanın kurulması mücadelesinde alınacak mesafenin kısaltılması anlamına gelmektedir.

İşçi ve emekçilerin hiçbir zaman unutmaması gereken temel önemde gerçeklik, hiçbir zaman demokratik hak ve özgürlüklerin burjuvazi tarafından bahşedilmediğidir. Bu haklar her zaman işçi ve emekçilerin can bedeli mücadeleleri ile kazanılmıştır. 1 Mayıs’ın bir mücadele günü olarak işçi sınıfının mücadele tarihindeki yerini alması da, bunun en somut ve çarpıcı örneğidir. Önümüzdeki zorlu süreçte de, hak ve özgürlüklerin korunması ve kazanılması dişe diş mücadelelerle mümkün olacaktır.