1 Mayıs'04
Sayı: 2004/17 (09)


  Kızıl Bayrak'tan
  Emperyalist NATO Zirvesi'ne Denizler'in anısından güç ve ilham alarak hazırlanalım!
  Geleceğin devrimci 1 Mayıslar'ına doğru!..
  12 Eylül ürünü cübbeli faşist terör aygıtı olarak DGM'ler...
  Varşova polis işgali altında!
  Telekom'da özelleştirme süreci başladı!
  Emperyalizme karşı mücadele programı ve EMEP
  BDSP'nin "İşçilerin birliği, halkların kardeşliği!" pikniği başarıyla gerçekleştirildi...
  Mamak BDSP 1 Mayıs çalışmalarından...
  "Kamu Reformu", sendikalar ve KESK'in tutumu
  TKİP, geçmişin devrimci mirasının biricik gerçek savunucusu ve temsilcisidir
  Irak halkı emperyalist barbarlığa teslim olmuyor
  Siyonistler Arafat'ı ölümle tehdit ediyor!
  İsrail barışın bedelini ödemek istemiyor"
  ABD emperyalizminin Kosova planları
  Medya: "Güç bende artık"!
  Eğitim-Sen Ege Bölge toplantısı yapıldı...
  Kıbrıs ve Annan Planı
  Bültenlerden...
  Bir roman: "Direnen Haliç"
  İsrail: Bir Büyük Cephanelik
  Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın



 
Emperyalizme karşı
mücadele programı ve EMEP

EMEP Genel Başkanı Levent Tüzel, 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı vesilesiyle bir basın toplantısı gerçekleştirdi. 22 Nisan tarihli basın toplantısı bir gün sonraki Evrensel gazetesinde ayrıntılı bir şekilde haber yapıldı. 23 Nisan günü ayrıca SHP Genel Başkanı Murat Karayalçın’la birlikte TBMM’de yapılan törene de katılan Levent Tüzel’in basın toplantısında ortaya koyduğu fikirleri kısaca değerlendirmek gerekiyor. Çünkü Levent Tüzel’in sözleri, emperyalizme karşı mücadele ve bağımsızlık gibi konulara EMEP’in nasıl yaklaştığını çarpıcı bir biçimde ortaya koyuyor.

Önce sözünü ettiğimiz basın toplantısında nelerin söylendiğine bir gözatalım:

“84 yıl önce ülkeyi işgal eden emperyalist güçlere karşı halkın gerçek iradesini TBMM’nin temsil ettiğinin ilan edildiğini, halkın esareti değil, bağımsızlığı tercih ederek, işbirlikçilerin karşısına çıktığını” hatırlatmış.

Ona göre, “Anti-emperyalist bağımsızlık mücadelesinin örgütleyicilerinin oluşturduğu Meclis’in bugünkü çoğunluğu, ülkenin geleceğini yayılmacı AB, Büyük Ortadoğu gibi projelerde” aramaktaymış.

“’Yurtta Sulh Cihanda Sulh’ fikrinin yerini halkların esareti ve ezilmesine dayanan emperyalist işgallerden pay kapma, köprü olma fikri ve acizliği” almış. “Bugün üzerinde o kadar laf edilip bir o kadar kirletilen ‘egemenlik kayıtsız şartsız halkındır’ düşüncesi kafalardan silinmeyecek”miş. “Halkımız ABD ve her türlü emperyalist mihrakın dayatmaları karşısında bağımsızlık, barış ve kardeşlik ülküsüne sahiptir. Bunun kararı 84 yıl önce verilmiş”miş ve “hiçbir güç bunu engellemeyecek”miş.

Görüldüğü gibi konuşma baştan sona 23 Nisan 1920’de toplanan ilk TBMM’ye, milli kurtuluş savaşına yönelik övgülerden, güzellemelerden oluşuyor. Konuşmadan anlıyoruz ki, 23 Nisan 1920’de kurulan ve “halkın gerçek iradesini” temsil eden TBMM, emperyalizme karşı bağımsızlık mücadelesini örgütlemiş ve yürütmüş. TBMM’nin 1920’li yıllarda emperyalizme karşı mücadelesini yere göğe sığdıramayan Levent başkana göre aynı meclisin bugünkü çoğunluğu, ülkenin geleceğini yayılmacı AB, Büyük Ortadoğu gibi projelerde aramaktaymış.

Kuşkusuz bu fikirler ilk defa dile getirilmiyor. Türk burjuvazisinin önderlik ettiği milli kurtuluş savaşının güdük anti-emperyalist yönünü abarttıkça abartma, onu tamamlanmamış bir demokratik devrimin ilk basamağı olarak görme ve kendi demokratik devrim stratejisini bu temel üzerinde biçimlendirme tutumu 1960’lardan bu yana Türkiye sol hareketinde görülen ideolojik bir hastalık. Emperyalizme karşı “ulusal güçlerin” mücadelesini esas alan bu gerici milliyetçi tutum bugün esasta düzen uşağı İP çetesi ve onun reisi Doğu Perinçek tarafından programatik bir çerçevede savunuluyor. Zaten insan Levent başkanın açıklamalarını okurken, acaba Doğu Perinçek mi konuşuyor diye sormadan da edemiyor.

1920’de kurulan TBMM’nin ve yürütülen milli kurtuluş mücadelesinin emperyalist sömürü ve dayatmalara karşı burjuva karakterde bir direnme anlamına geldiği, sonuçta da siyasal bağımsızlığı kazanma yoluyla kapitülasyonlar gibi emperyalist sömürünün aşırı biçimlerini tasfiye etmeyi başardığı açık. Fakat milli kurtuluş savaşını kazanan burjuva iktidarının emperyalist sömürü ilişkilerinin temellerine dokunmadığı, bu temelleri kaldırmak bir yana kendi siyasal egemenliğini tanıma koşuluyla emperyalistlerle yeni iktisadi ve mali ilişkiler içerisine girdiği ise aynı gerçeğin diğer yüzü.

Ekte bir metin sunuyoruz. Bu metinde Türk milli kurtuluş savaşının, emperyalistlerle ilişkiler boyutu ve Tüzel’in öve öve bitiremediği siyasal bağımsızlığın sınırları en açık bir biçimde ifade ediliyor. Buradan da anlaşılacağı gibi Levent başkanın (dolayısıyla EMEP’in) emperyalizme karşı mücadele rehberi anlamında bizim önümüze koyduğu şey, bir burjuva ulusal mücadele programıdır. Bu program, emperyalist boyunduruğa karşı mücadelede işçi ve emekçilere, onların devrimci mücadelesine değil, “ulusal güçlere”, esas olarak da çıkarlarının emperyalizmle uzlaşmadığı savunulan ulusal burjuvaziye dayanmaktadır.

Çıkarları emperyalistlerle uzlaşmayan ulusal burjuvazi gibi bir toplumsal kategori bugünün dünyasında, hele hele bugünün Türkiye’sinde söz konusu değildir. Dolayısıyla emperyalizm ve proleter devrimler çağında bu programın hiçbir pratik değeri yoktur. Halklar için emperyalist boyunduruktan gerçek anlamda kurtuluşu sağladığı da görülmemiştir. Kısaca ifade etmek gerekirse, Levent Tüzel’in kemalistlerin 1920’lerdeki mücadelesini överek bugünkü mücadele görevlerine atıfta bulunmasının hiçbir ciddiyeti yoktur. EMEP’in emperyalizme karşı mücadele programı diye işçi ve emekçilere önerdiği şey, 1920’de TBMM’yi kuran “ulusal burjuvaziden” medet ummaktır. İsmi olan fakat cismi olmayan “ulusal burjuvazi”den emperyalizme karşı medet umma işini yıllardan bu yana yapan Doğu Perin&ccdil;ek’le neden ittifaka gitmediği ise yanıt bekleyen bir soru olarak ortada durmaktadır.

Bu vesileyle işin bir başka boyutuna da dikkat çekmek gerekiyor. Bu, EMEP’in son yıllarda giderek hız kazanan politik evrimidir. Devrimci hareketten uzun yıllar önce kopan, süreç içinde düzen içi solculuğun ideolojik temellerini sağlamlaştıran EMEP, bugün tümüyle düzen içi bir akım haline gelmenin sancılarını yaşamaktadır. EMEP’in temel politikalarının pek çoğu, artık gözle görülür bir biçimde, düzen partileri ve kurumları nezdinde meşrulaşma, elbette tabanını da fazla ürkütmeden düzenle arasındaki mesafeyi tüketme amacına hizmet etmektedir. 3 Kasım ve 28 Mart seçimlerinde izlenen kaba parlementarist politikalar bunun ifadesidir. SHP’yle girilen seçim ittifakı ve gelecekte CHP ile muhtemel bir ittifaka dönük beklentiler bunun ifadesidir. TBMM’ye yapılan ziyaretlerin ve 1920 TBMM’sine düzülen methiyelerinEMEP açısından hem bir ideolojik mantığı, hem de düzene kendini beğendirme anlamında politik anlamı bulunmaktadır.

İdeolojik-politik şekillenmelerini düzenin icazet ve ihtiyaçlarına göre yaşayanların, önümüzdeki yıllarda düzen solunda yaşanan boşluğu doldurmanın hayaliyle yatıp kalkanların emperyalizme ve sermayeye karşı işçi sınıfı ve emekçilerin mücadelesine önderlik etmeye ne niyetleri ne de yetenekleri vardır.

İşçi ve emekçilerin emperyalizme ve işbirlikçi sermayeye karşı yükseltmesi gereken mücadele programı sınıfın bağımsız devrimci programıdır. Emperyalist yıkıma ve kapitalist sömürüye karşı yükseltilmesi gereken bayrak proleter sosyalizminin kızıl bayrağıdır. Bu bayrakta “Ya barbarlık, ya sosyalizm!” yazmaktadır.



Kemalizm ve anti-emperyalizm

“Kurtuluş savaşına, bildiğiniz gibi, o henüz cılız, henüz herhangi bir sanayi temeline sahip olmayan, daha henüz tefeci-tüccar özellikleri ağır basan bir burjuvazi önderlik etti. Ve doğal olarak, milli kurtuluş devrimi de buna uygun bir kapsam ve karakter kazandı.

“Osmanlı İmparatorluğu emperyalist dünya savaşına Alman emperyalizminin güdümünde girmiş ve yenilmişti. Yenenler doğal olarak yenilenlere kendi koşullarını dayattılar. Osmanlı İmparatorluğu’nun payına da önceki gizli anlaşmalara ve savaş sonrasının güç dengesine göre galip emperyalist devletler arasında paylaşılmak düştü. Emperyalistler bu paylaşım esasları çerçevesinde Türkiye’yi işgale ve tümden sömürgeleştirmeye giriştiler.

“Milli Türk ticaret burjuvazisinin önderliğini ele geçirdiği ve gelişme seyri üzerinde tam hakimiyet kurduğu kurtuluş savaşı, özünde ve esasında bu sömürgeleştirme girişimine karşı bir direnmeydi. Emperyalistlerin işgal eyleminde Rum ve Ermeni azınlıkları kullanması, Yunan ordularının İngiliz emperyalizminin güdümünde Anadolu’nun işgaline bizzat katılması, Türk burjuvazisinin direncini arttıran bir başka öğe oldu. Bu aynı olgu, Türk burjuvazisinin, onun temsilcisi olarak kemalistlerin, müslüman kimliği ön plana çıkararak Kürtleri kendi amaçları doğrultusunda yedeklemesini de kolaylaştırdı.

“Sömürgeleştirme girişimini boşa çıkaran, işgali kıran ve siyasal bağımsızlığın kazanılması ile sonuçlanan milli kurtuluş savaşı, bu sınırlar içinde anti-emperyalist/bağımsızlıkçı bir karakter taşıyordu. Bu yönüyle ulusal karakterde bir burjuva devrimiydi. Bu devrime önderlik eden sınıfın feodal, yarı-feodal toprak ağalarıyla güçlü bağları vardı. Bu nedenle sosyal ve iktisadi ilişkiler planında feodalizme karşı yönelmek bir yana, bu doğrultuda bir eğilim ve potansiyel taşıyan sosyal ve siyasal hareketler anında ezildi ve tasfiye edildi. Bu anlamda, emperyalist işgale karşı direnç gösteren burjuvazi, emperyalist egemenliğin iktisadi ve sosyal temellerine dokunmadı. Tersine, kendi siyasal inisiyatifi temeli üzerinde, kendi iktidar hakimiyeti temeli üzerinde bu güçlerle birleşti. Şunu da önemle belirtmek gerekir ki, kemalist burjuvazi emperalizmin ülkedeki iktisadi ve mali varlığına değil, fakat bu varlığın kapitülasyonlarda ifadesini bulan çok özel ayrıcalıklarla donanmış biçimine karşıydı. Nitekim gerek milli kurtuluş savaşı boyunca gerekse kurtuluştan sonra, başta Mustafa Kemal olmak üzere kemalist önderler bu ayrıma konuşma ve açıklamalarında çok özel bir itina gösterdiler.
“Mustafa Kemal’in İzmir İktisat Kongresi’ni açış konuşması bu konudaki tutumun en veciz bir ifadesidir. Mustafa Kemal bu konuşmasında bir yandan kapitülasyonları sert bir biçimde suçlar, gümrük bağımsızlığından bile yoksun olan Osmanlı devletinin gerçekte ‘ecnebilerin müstemlekesi’, yani sömürgesi olduğunu söyler. Fakat bunun hemen ardından yabancı sermayeye hiçbir biçimde karşı olmadıklarını, tersine, Türk devletinin koyduğu kurallara ve kanunlara uymak kaydıyla, ona her türlü teminat vermeye, onunla her türlü yararlı işbirliğine hazır olduklarını, dahası sermaye kıtlığı koşullarında buna ihtiyaç duyduklarını söyler. Denebilir ki, kemalistlerin önderlik ettiği kurtuluş savaşının sınırları bundan daha iyi çizilemezdi. Onların temsil ettiği Türk burjuvazisinin emperyalizme karşı tutumunun sınırları bunan daha iyi anlatılamazdı. Nitekim kemalistler savaşın belli bir aşamasında, işgal girişimine son vermek kaydıyla Fransız ve İtalyan emperyalistleriyle çabucak anlaşmakta ve özellikle Fransızlarla iktisadi anlaşmalar imzalamakta herhangi bir güçlük çekmediler. Bu genellikle kemalistlerin emperyalistler arası çelişkilerden yararlanmasına bir örnek olarak gösterilir. Böyle bir yanı elbette var. Fakat aynı zamanda onların emperyalizme karşı aldıkları tuumun sınırlarına da bir göstergedir, hatta esas olarak buna bir göstergedir.” (H. Fırat, Bağımsızlık ve Devrim, Eksen Yayıncılık, s.251-53)



Esenyurtlu devrimcilerin ortak çağrısı:

“NATO’yu İstanbul’dan defetmek için
seferber olalım!”

İşçi sınıfının uluslararası birlik, mücadele ve dayanışma günü 1 Mayıs yaklaşıyor. Öte yandan dünyada ve ülkemizde son derece önemli gelişmelerin yaşandığına tanık oluyoruz.

Amerikan emperyalizmi bundan bir yıl önce işgal ettiği Irak’ta halkın direnişi nedeniyle zor günler yaşıyor. Hem buradaki direnişi kırmak, hem de bölgedeki başka ülkelere saldırı imkanı yaratmak için NATO’yu devreye sokmaya hazırlanıyor. Bu amaçla Haziran ayında İstanbul’da bir NATO Zirvesi toplanması planlanıyor.

Bu zirvede alınacak kararlar doğrultusunda emperyalizmin savaş örgütü NATO Ortadoğu halklarına karşı harekete geçirilecek. Böylece, bir NATO üyesi olan Türkiye de Ortadoğu’daki emperyalist savaş bataklığının içine çekilmiş olacak. Çocuklarımız, Amerikanın çıkarları uğruna savaşmak için, direnen Irak halkının üzerine sürülecek.

Emperyalizme uşaklık siyasetini büyük bir kararlılıkla sürdüren AKP hükümeti ve diğer devlet kurumları aynı kararlılığı antidemokratik baskı ve zulüm politikalarını uygulamada da gösteriyor. Egemenlerin devleti, devrimcilerin, işçilerin, emekçilerin ve halkların sesini boğmak için her türlü baskı ve sindirme politikasını pervasızca uyguluyor, kendi yasalarını bile çiğneyerek pervasızca saldırıyor. Zindanlardaki devrimcilere dönük tecrit ve imha politikası aynen sürdürülüyor. İşçilerin grevleri yasaklanıyor, sokağa çıkan öğrenciler coplanıyor. Devrimci, ilerici kurumlar, polis tarafından hiçbir yasal gerekçe olmadan basılıyor, insanlar keyfi gerekçelerle tutuklanıp zindanlara dolduruluyor. Son olarak TAYAD ve İstanbul Temel Haklar Derneği 21 Nisan tarihinde Dernekler Masası tarafından geçici olarak kapatıldı. Ouml;ne sürdükleri gerekçe ise NATO Zirvesi’nin güvenliği. Bu gerekçe baskıların ve hukuksuzlukların gerçek amacını da gösteriyor. Amaçları emperyalizme uşaklık siyasetine karşı aykırı sesler çıkmasını engellemek. Amaçları sömürü ve zulüm politikalarına karşı direnişi ortadan kaldırmak.

Öte yandan sömürü ve zulmün olduğu her yerde direniş de var. Zindanlarda devrimci tutsaklar direniyor. Filistin halkı, ABD destekli İsrail siyonizmine karşı yıllardır direniyor, ezilen halklara moral ve esin kaynağı oluyor. Ülkesi işgal edilen Irak halkı, işgalcilere karşı direniyor ve ülkesini kurtarmak için büyük bedeller ödüyor.

Bizler, aşağıda imzası bulunan kurumlar olarak;

Ortadoğu’yu kan gölüne çeviren emperyalist saldırganları ve işbirlikçilerini lanetlediğimizi, ülkesi ve onuru için direnen Filistin ve Irak halklarının yanında olduğumuzu,

Ortadoğu halklarını köleleştirme saldırısına yeni bir düzey ve yoğunluk kazandıracağına kesin gözüyle bakılan NATO Zirvesi’nin ülkemizde toplanmasını kabul etmediğimizi, bunu engellemek için her türlü çabayı ortaya koyacağımızı,

Devrimcileri, emekçileri ve halkları sindirmeye dönük hukuksuzluk, baskı ve terör uygulamalarına karşı direniş ve dayanışma içerisinde olacağımızı, buna karşı mücadeleyi birlikte örgütleme anlayışıyla hareket edeceğimizi ilan ediyoruz.

Bu yıl 1 Mayıs gösterilerinin mümkün olduğu kadar kitlesel ve coşkulu bir havada geçmesinin, alanlara emperyalizm karşıtı mücadele şiarlarının hakim kılınmasının son derece önemli olduğuna inanıyoruz.

Başta Esenyurt’ta yaşayan ve çalışanlar olmak üzere bütün işçi ve emekçilere, ilerici ve demokrat insanlara, kurumlara, sömürü ve zulme karşı saf tutanlara çağrımızdır! İşyerimizde, semtimizde, sendikamızda, derneğimizde, okulumuzda mücadeleyi yükseltmek için bir araya gelelim! 1 Mayıs’a en güçlü katılımı örgütlemek için, NATO’yu İstanbul’dan defetmek için, seferber olalım!

24 Nisan 2004
BAĞIMSIZ DEVRİMCİ SINIF PLATFORMU
EZİLENLERİN SOSYALİST PLATFORMU
ESENYURT TEMEL HAKLAR VE ÖZGÜRLÜKLER DERNEĞİ
DEMOKRATİK HAKLAR PLATFORMU
PARTİZAN