24 Nisan'04
Sayı: 2004/08


  Kızıl Bayrak'tan
  1 Mayıs'a doğru belirsizlikler tablosu
  DİE raporunun yeni itirafları ve gizledikleri
  İkinci DEP davası sounçlandı...
  Düzen ordusu nasıl demokratlaştı?!
  NATO: Halklara karşı bir kirli savaş örgütü!
  Ordunun asli görevi burjuva düzenin güvenliğidir!
  Devrimci tutsaklardan açıklama...
  İmzalar KESK MYK'sına ulaştırıldı...
  Liseli gençlik yanıt vermek için 1 Mayıs'ta alanları doldurmalı!
  1 Mayıs'ta alanlara!
  1 Mayıs faaliyetlerinden...
  Uluslararası işçi sınıfı hareketi tarihinde ve Türkiye'de 1 Mayıs
  Bush-Blair çetesinden kasap Şaron'a tam destek...
  İşgalci haydut takımı "Irak batağı"ndan çıkış yolları arıyor!
  BM'de "insan hakları" ikiyüzlülüğü
  Bugün 23 Nisan, neşe dolamıyor insan!
  1 Mayıs ve Kürdistan emekçileri
  İzmir Eğitim-Sen 3 No'lu 1. Olağanüstü Genel Kurulu
  Bültenlerden...
  Bir-Kar 4. Gençlik Kampı başarıyla gerçekleştirildi...
  Ateş saçan Yürekli yoldaş mezarı başında anıldı
  "Plana hayır, önemli olan ortak eylem"
  Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın



 
Düzen ordusu nasıl demokratlaştı?!

A. Aydın

Bir süredir Kıbrıs konusundaki görüşü beklenen ordudan, sonunda bir açıklama yayımlandı. Söz konusu açıklama bekleyenlerin beklentilerine tam ve açık yanıtlar -daha doğrusu destek- vermese de, konuya ilişkin gerçeklerin dolaylı bir teyidi niteliğindeydi. Gerçek; ordunun onayının ta baştan alındığı, böyle bir onay olmadan hükümetin değil adım atmak parmağını bile kımıldatamayacağıdır. Fakat ordunun bu gerçeği açıklama tarzı, yine ve bir süredir alışkanlık haline getirdiği üzere, topu meclise atmak biçiminde oldu.

Ancak bu tutumu, “sorumluluğu üstünden atma” çabası olarak değerlendirmek de çok kolaycı bir yaklaşım olacaktır. Elbette ordu, pratikte kendi tekelinde tutmaya devam ettiği “yetki ve karar üst merciliği”ni, her kritik konuda, hukukun işaret ettiği makamı göstermek suretiyle, o mercinin sorumluluğundan sıyrılma eğilimi göstermekte. Fakat Kıbrıs konusundaki tutum da gösteriyor ki, iş bu kadar basit değildir.

Genelkurmay özetle diyor ki; gönlümüz ve aklımız farklı şeyler söylüyor, ancak akılcı davranmak gerekiyor. Yani? Yani gönlümüz fetih sevdasıyla dolu olmakla birlikte, dünyanın bugünkü gerçekliği içinde, zamanında şan ve şeref nidalarıyla işgal ettiğimiz toprakları gelinen yerde terketme zorunluluğumuzun farkındayız ve elimiz mahkum terkedeceğiz. Ama karar, “her zaman olduğu gibi”, TBMM’ye aittir. Kimse bizden hukukun bize verdiği yetkinin dışına çıkmamızı beklemesin!..

Sonuç, medyadan demokratlık övgüleri. Ordunun nasıl demokrasi dersi verdiğine dair yalakalık yazıları ve yorumları.

Peki, nasıl oldu da, Türkiye’nin darbeci, kontracı, kirli savaş uzmanı ordusu bir anda demokrasi havarisi haline geldi? Ve bu dönüşüm ne zaman gerçekleşti de kimseler farkına varamadı?..

Susurluk vakasında ortaya çıkan kontr-gerillasını dağıtmamakta (dağıtmak ne kelime, koruyup saklamakta) direnen bu aynı ordu değil mi? 80 yıllık cumhuriyet tarihine iki faşist darbeyi, on yıllar süren cunta yönetimlerini, kimi illerde nerdeyse bu 80 yıllık sürenin yarısını kapsayan sıkıyönetim uygulamalarını sığdıran kim? 28 Şubat’ta bugün iradesine saygı duyduğunu söylediği aynı meclise “balans ayarı” çeken, “post-modern darbe” yapmakla övünen de bu aynı ordu değil mi? Bunlar daha dünün olayları değil mi?

Ordu, hiçbir suçunu ve suç örgütünü geçmişte bırakma eğilimi göstermemekle birlikte, hadi diyelim ki, geçmiş geçmişte kaldı. Ya şu fişleme olayına ne demeli? Hani daha dün, sosyete gruplarını bile içeren KKK imzalı direktifin Genelkurmay tarafından sahiplenilmesi!.. Ordu, “hukukun kendine tanıdığı yetkilerin dışına çıkmaz”mış! Anayasa’ya saygılıymış!..

Ordunun Anayasa’ya ne kadar saygılı olduğunu, onu, 3 kez darbeyle değiştirmesinden biliyoruz. Ama bunu da geçelim. Değil ama, eh artık saygılı olsun!.. Yürürlükteki Anayasa’nın yazımı da son büyük darbe altında ve faşist generallerin denetiminde gerçekleşmişti. Düne kadar 12 Eylül faşist yasalarından söz edenler, şimdi o yasalara saygıdan bahsettiği için yasa sahiplerini demokrat ilan edebiliyorlar ya, aşk olsun onlara. Daha dün, fişleme konusunda hukukun çiğnendiğinden bahisle, “beni de fişle” kampanyaları açanlar –her ne kadar arkası gelmese de- bugün aynı kurumu aynı kişileri demokrat ilan etmeyi başarabiliyorlar ya, onlara da aşk olsun.

Konuya ilişkin gelişmeler, burjuvazinin demokrasi anlayışını, güne ve rüzgara göre nasıl fırdöndü demokratlar ürettiğini göstermesi açısından ibret vericidir. Ama daha da önemlisi, alternatifine, yani proletarya demokrasisine ihtiyacın aciliyetini göstermesidir. İşçi ve emekçiler, sermaye sınıfının ve düzeninin bu yalan-dolan, bu sahtekarlık, bu kan-revan, bu soygun-vurgun üzerine kurulu demokrasisinden kurtulmak istiyorlarsa, işçi sınıfı adaletinin hükmünü yerine getirmek, eşitlik, özgürlük, kardeşlik üzerine kurulacak yeni bir demokrasiyi elleriyle inşa etmek için ayağa kalkmak, mücadele etmek zorundadırlar.



DİE’nin açıklamasına göre halkın yüzde 60’ı yaşamından memnunmuş!..

“Bilimsel” yalanlar

Her konuda yaptığı araştırmalarla, yayınladığı istatistiklerle tanınan Devlet İstatistik Enstitüsü (DİE), sermaye devletinin sözümona en güvenilir, en saygın kurumlarından biridir.

Özellikle son zamanlarda yayınladığı bir takım araştırmalar sermayenin bu kuruma boşuna güvenmediğini ortaya koymakta, fakat diğer yandan aynı araştırmalar bu kurumun bilimle, bilimsellikle hiçbir ilgisinin olmadığını, işçi ve emekçiler açısından herhangi bir inandırıcılığının bulunmadığını da göstermektedir.

Daha önce enflasyonu düşük, kişi başına geliri ise yüksek gösteren açıklamalarından tanıdığımız DİE’nin son marifeti, yayınladığı “yaşam memnuniyeti” araştırması. Bu araştırmaya göre Türkiye’de yaşayanların yüzde 60’ı hayatlarından memnunmuş! Halkın sadece yüzde 5.6’sı mutsuz, yüzde 1.7’si ise çok mutsuzmuş.

Rakamları sıralamanın, halkın çektiği sıkıntılardan söz etmenin, DİE’nin yanıldığını söylemenin, öyle değil de böyle olduğunu ispata çalışmanın fazla gereği yok. Zaten tescilli sermaye uşakları dışında bu araştırma sonuçlarını ciddiye alan da yok. Fakat gene de DİE’nin, daha doğrusu sermaye devletinin ne yapmaya çalıştığını anlamak gerekiyor.

Sermaye her zaman emekçileri kandırmak için yalan ve çarpıtmalardan, sahte umutlardan medet umar. Çünkü kölece koşullarda çalışan, sefalet içinde yaşayan, işsizlik ve açlık gibi en temel sorunlarla boğuşan, kendisi ve çocukları için asgari geçim imkanlarını bile sağlamaktan mahrum bırakılan işçi ve emekçileri denetim altında tutmanın bir aracıdır bunlar. İşçi ve emekçiler bir şeylere inansınlar ki sermayeden, onun devletinden, partilerinden, kurumlarından umudu kesmesinler. Yaşadıkları koşullara, baskı ve sömürüye isyan etmesinler.

Bunun için gerektiğinde “sorunlara karşı birlik beraberlik” nutukları atılır, gerektiğinde bireysel kurtuluş umutları körüklenir. Somut olarak görüldüğü gibi sermaye kimi zaman da bilimi bu amaçla kullanır. Bilime, bilimsel düşünceye gerçekte en ufak tahammülü olmayan sermayenin işbilir sözcüleri yeri geldiğinde yüzlerine birer bilim adamı maskesi takarak ortaya çıkarlar. Rakamları çarpıtırlar, bilimin en temel gerçeklerini tahrif ederler. Gayet ciddi bir edayla bizlere herşeyin yolunda olduğunu, ekonominin düzeldiğini, enflasyonun düştüğünü, çok geçmeden bolluk ve mutluluk içinde yaşayacağımızı anlatmaya koyulurlar. Emekçilerin bazıları bilinçsizliğinden inanır bu sözlere, bazıları ise tutunacak bir dal aradığından, bir şeylere inanmak istediğinden... İşccedil;i ve emekçilere asıl gerçekleri anlatan da yoksa eğer, sermaye amacına ulaşır, kitlelerin hiç değilse bir bölümünü aldatmayı ya da kafalarını karıştırmayı bir kez daha başarır.

Fakat DİE’nin bizleri “aç ama mutlu” olduğumuza inandırmaya yönelik “bilimsel” yalanları sermayenin bu konuda da sınırları zorladığını göstermektedir. Sermayenin bilim adamı maskesi takınmış sözcüleri “siz farkında değilsiniz ama mutlusunuz” diyerek işçi ve emekçilerle alay etmektedir.

Sermaye sözcülerine gerçekleri ters yüz edip gösterme, işçi ve emekçilerle alay etme cesaretini aslında biz veriyoruz. Onlara verilecek en iyi yanıt ise 1 Mayıs’ta yaşadığımız sorunları ve taleplerimizi haykırarak alanları doldurmak olacaktır.