12 Nisan '03
Sayı: 14 (104)


  Kızıl Bayrak'tan
  Bağdat'ta rejim düştü... Irak halkı henüz son sözünü söylemedi!..
  Kurtlar sofrasında it dalaşı
  Bombalarla birlikte emperyalist medyanın balonları da patladı!
  İşgalciler direnişe katliamla yanıt veriyor!
  İşgal ordularını Irak'ta ve Ortadoğu'da intifada bekliyor!
  Irak kentlerinde işgalcilerin denetiminde yağmalamalar başladı
  İşbirlikçilerin "savaşta yokuz" yalanı çöktü
  >Emperyalist savaşa ve işbirlikçi iktidara karşı 1 Mayıs'ta alanlara!
  Anadolu Yakası İşçi Emekçi Platformu'nun çağrısı: 1 Mayıs'ta alanlara!
  Kölelik yasasına karşı 1 Mayıs'ta alanlara!
  Sınıfın devrimci 1 Mayıs'ını örgütleyelim!
  6 Nisan mitinginde emekçilerle savaş ve saldırılar üzerine konuştuk...
  Emperyalist savaş karşıtı eylemlerden...
  Personel rejimi saldırısı gündemde
  İMF programı kararlılıkla uygulanacak!
  Sınıftan haberler...
  PETKİM sermayeye peşkeş çekilmek isteniyor
  Fransa'da bir günlük genel grev...
  Savaş ve savaşa karşı tavır üzerine...
  O kadar çok yalan söylendi ki!
  "Günü geldiğinde hep beraber ateşleneceğiz!"
  Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 
İşbirlikçilerin “savaşta yokuz” yalanı çöktü

Colin Powell’ın Türkiye ziyareti sonrasında ortaya çıkan tablo işbirlikçi uşak takımının yüzündeki son perdeyi de indirdi. Daha önce verilen sözlere ve geçmişten bu yana süren uşakça işbirliğine rağmen, gerek tezkerenin “kazaya uğraması” gerekse toplumun hemen her kesiminden yükselen tepkiler nedeniyle savaşa açıktan destek veremeyen hükümet ve Genelkurmay, Powell’ın ziyareti sonrası yapılan açıklamalarla gerçek konumlarını ortaya koydular. Ziyaret sırasında Dışişleri Bakanı Abdullah Gül yaptığı açıklamada, Türkiye’nin savaş koalisyonu içinde yer aldığını açıkladı. Böylece Türkiye’nin savaşta yer aldığı tescil edildi.

Bu açıklamayla sanki daha önceden destek verilmiyormuş da bundan sonra destek verilecekmiş gibi bir tablo da çizilmiş oldu. Sanki tezkere oylanmadan üsleri ABD denetimine ve kullanımına açan onlar değildi. Sanki üslerin modernizasyonu, daha doğrusu Irak’ın ve sonrasında tüm bölgenin işgali için hazırlanmasına izin verenler onlar değildi. 12 yıldır İncirlik’ten kalkan uçaklarla Irak halkı katlediliyor. Türkiye madem koalisyonun içinde değildi, bunların yapılmasına nasıl izin verildi?

Binlerce asker ve savaş araç gereci gemilerle İskenderun limanına getirildiler. Akdeniz’de bulunan gemilerden atılan ve hergün onlarca sivilin ölümüne neden olan füzeler hangi ülkenin hava sahasını kullanıyordu? Kuzey Irak’ta bulunan onbinin üzerindeki Amerikan askeri oraya nereden geçti?

Reddedilen tezkere şokundan kurtulur kurtulmaz yenisi için uğraşan uşak takımı hava koridorunu ABD uçaklarına açan tezkereyi bir çırpıda meclisten geçiriverdi. Kuzey Irak’a asker, silah ve lojistik malzeme yardımı için verilen bu izne utanmazca insani yardım kılıfı giydirildi. Ama yalancının mumu yatsıya kadar bile yanmadı. Sınırdan geçen onlarca tırın içinde Stingerler ve makineli tüfeklerin monte edilmesine uygun Hummer cipler vardı. Bunların yardım malzemesi oldukları doğru aslında. Ne de olsa gene Türk hava sahasını kullanarak taşınan silah ve askeri mühimmatla birleşince Iraklı sivilleri katletmede ve ülkenin işgalinde Amerikan emperyalizmine oldukça yardımcı olacaklar. Türkiye başından beri bu savaşın içindeydi. Şimdiyse hizmetini daha ileri bir noktadan vermeye hazırlanıyor. Artık Kuzey Irak’ta bulunan Amerikan askerlerinin işgalini ve katliamlarını kolaylaştıracak her türlü lzeme Türkiye üzerinden sağlanacak.

Elbette yapılan açıklamalar nedensiz değil. Artık Amerikan emperyalizmi herkesi saflarını açıkça seçmeye ve buna uygun davranmaya zorluyor. Çünkü karşısında hiçbir gücün duramayacağını tüm insanlığa kanıtlamak niyetinde. Irak sonrasında atacağı adımları buna uygun olarak planlıyor. Uşaklar da bu durumda çaresiz efendinin isteklerini yerine getirmek zorunda kalıyorlar. Savaşın ilk gününden itibaren hükümet ve sermaye çevreleri tarafından dillendirilen “biz savaşa karşıyız” açıklamaları da böylece resmen yalanlanıyor. Aslında bu daha o günlerde belliydi. Savaş karşıtı her açıklamanın ardından “ama”larla başlayan ve savaşı destekleyen açıklamalar birbirini izliyordu. Elbette o zaman savaşın açıktan savunulamamasının nedeni kitlelerdeki büyük tepkiydi. Ama gelinen noktada iki arada bir derede açıklamalar yapmak icedil;in manevra alanı kalmadı.

Aslında yapılan açıklama bilinen gerçeklerin resmi ağızlardan itiraf edilmesinden ibaretti. Yoksa bu ülkeyi yönetenlerin Amerikancılıkları veya ona bağlılıkları konusunda kimsenin şüphesi yok. Bunu her fırsatta kanıtlıyorlar. Öyle ki tezkerenin reddinin ardından paniğe kapılıp buna neden olanları vatan hainliğiyle suçlayacak kadar ileri gitmeye başladılar. Aslında bu onlar için vatana ihanettir gerçekten. Ne de olsa onların asıl vatanı, secde ettikleri Amerika emperyalizmi ve yeşil dolarlarıdır. Amerika’nın da sık sık Türkiye’yi örnek ülke olarak göstermesi boşuna değil, çünkü böyle bir uşak bulmak kolay değil.

Bu uşak takımı ülkenin onurunu yere serip üzerini kardeş bir halkın kanıyla örterek efendisine yaranmaya çalışıyor. Ancak unutulmamalı, yalnızca emperyalistler değil, onun işbirlikçileri de ergeç döktüleri kanda boğulacaklar.



Birleşmiş Milletler silah denetçilerinin şefi
Hans Blix açıkladı:

“Meğer kimyasal silahlar işin bahanesiymiş”

ABD emperyalizminin, Irak’taki Saddam rejimine uzun zamandır diş bilediği, devirmek için fırsat kolladığı biliniyordu. 11 Eylül’den sonra uygun koşulların oluştuğunu düşünen ABD önce “terörle mücadele” bahanesiyle Afganistan’a girdi. Orada istediğini elde ettikten, çıkarlarını güvenceledikten sonra gözünü Irak’a çevirdi.

Irak’a saldırmak için Amerika’nın bir dizi bahane ürettiğini biliyoruz. Amerika’ya göre Saddam diktatördü, halkını baskı ve terörle yönetiyordu. Üstelik Saddam yönetimi komşu ülkeleri ve bütün bir dünyayı tehdit eden kitle imha silahları üretiyordu. Saddam’ın elinde tonlarca kimyasal silah ve bunları komşu ülkelere atmasını sağlayacak füzeler vardı. Amerika’nın Irak’a dönük baskı ve tehdit politikası aylar yıllar boyunca bu “Irak’ın elinde kimyasal silah var” demagojisine dayandırıldı. Saddam’dan bu kitle imha silahlarını imha etmesi istendi. Gene bu silahları bulması için Irak’a Birleşmiş Milletler heyetleri gönderildi. Bu heyetler Irak’ta aylarca çalıştılar, tek gram kimyasal silah bulamadılar, fakat gene de Amerika’yı inandıramadılar. Amerika yanına İngiltere’yi de alarak Irak’a saldırdı.

Amerika’nın ortada bir gram bile kimyasal silah yokken Irak’a saldırması sonunda Hans Blix’in de aklını başına getirmişe benziyor. Geçen hafta bir İspanyol gazetesine demeç veren Hans Blix “İlk başlarda ABD’nin, Irak’ın elinde bu tür silahlardan bulunduğuna inandığını düşünmüştüm. Ancak daha sonra ortaya atılan uydurma kanıtlar bende kuşku uyandırmıştı” diyor. Hans Blix sözlerine nihayet bir şeylerin farkına vardığını gösteren şu sözlerle devam ediyor; “Anlaşılıyor ki ABD bu savaşı çok önceden planlamış. Kitle imha silahları işin bahanesiymiş.”

Hans Blix sonunda gerçeği görmeye başlamış! Ama bunun için ille de Irak’ın işgal edilmesi gerekmiyordu. ABD emperyalizminin kanlı siciline, dünyaya hakim olmak için bugüne kadar ne tür yöntemlere başvurduğuna şöyle bir dönüp bakması yeterliydi. Bunu zamanında yapamadığı içindir ki insanlık Blix’i emperyalist saldırganlığa karşı direnen onurlu bir insan olarak değil, ABD’nin kirli savaş taktiklerinin sıradan bir piyonu olarak hatırlayacak.