1 Kasım'03
Sayı: 2003 (06)


  Kızıl Bayrak'tan
  Emperyalizme kölece bağımlılık, ...
  Irak halkının direnişi emperyalist işgalcileri sarsıyor!
  "Emperyalizm kağıttan kaplandır!"
  NATO Genel Sekreteri Robertson'un Türkiye ziyareti...
  Irak batağında debelenen ABD
  İki farklı Ramazan, iki farklı Türkiye!
  80 yıllık kontrgerilla cumhuriyeti
  25 Ekim "Cumhuriyeti kollama" yürüyüşü...
  Bireysel emeklilik sistemi...
  5 Kasım'da sağlık emekçileri iş bırakıyor...
  Gençlik gruplarından ortak açıklama ve çağrı...
  "Gençliğin sözü söz!" kampanyası hızlanarak sürüyor
  Dünya, Türkiye ve sol hareket/3
  Dünya, Türkiye ve sol hareket/Ek bölüm
  Tekelleşen medyanın büyüyen savaşı
  2004 bütçesi ve sendika konfederasyonlarının tepkisizliği...
  Almanya emperyalist askeri müdahalelere hazır!
  Uzlaşmacı ve sınıf işbirlikçi ihanetçi çizgi aşılmalıdır!
  Cumhuriyetin 80. kuruluş yıldönümü...
  Harcanan emek hiçbir zaman boşa gitmez!
  Modern toplumun köle pazarı
  Aaa! Demek bu bir işgalmiş!
  Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın



 
Bülten’den...

Herşeyiz!

Herşeyiz, dünyanın bütün nimetleri biz üretiyoruz diye var. Biz üretiyoruz diye arabalar, biz yapıyoruz diye villalar, yenen çikolata ya da bir somun ekmek. Biz üretiyoruz diye zenginler, asalak patronlar, kan emici sanayiciler bin bir türlü rantiyecisi, Uzan’ı Sabancı’sı, Koç’u. Dünya kuruldu kurulalı, insanlık varoldu olalı emek her değerin yaratıcısı. O ulaşılmaz gökdelenler, lüks oteller, onlar da bizim eserimiz. En küçük kibrit çöpünden en gelişmiş makinesine herşeyin yapıtaşı bizim emeğimiz. Ve fabrikalar, fabrikalarımız, karın tokluğuna herşeyi biz üretiriz orada. Bir an dursak, bir banta değmese elimiz, bir düğmeye dokunmasa koca bir metal yığınına döner o kale gibi yapılar. Ve bu dünya varsa, ve şimdi övünüyorsa burjuvalar atom çağlarıyla ve övünüyorsa insanlık mağaralardanuzaya ulaştığına, bu bizim eserimiz. Bunun için herşeydir işçi sınıfı.

Hiçbir şeyiz!

Hiçbir şeyiz bu düzen için, hiçbir zenginlik bizim için değildir. Biz ancak çalışmak ve üretmek için varızdır. Yok hayır kendimiz için değil asalak patronlar lüks içinde yaşayabilsin, servetlerine servet katabilsin diyedir. 6 milyarlık dünyada 2 bin kişinin dünya nüfusunun yarısından daha fazla zengin olduğu bir dönemde yaşıyoruz. Ve hala açlıktan ölmüyorsak ve yaşamak, çalışmak dışında birkaç kırıntımız varsa, yaşamda az buçuk karşı koyma gücü gösterdiğimiz içindir. Bu sistem için hiçbir şeyiz. Onlar için üreten bir makine, onların kulu. İlk çağın köleleri ne ise onlar için öyleyiz.

Peki nasıl oluyor bütün bu zenginliklerin var olması bize bağlı iken ve biz bu kadar güçlüyken, hayatı durdurabilecekken, insanlık dışı yaşama koşullarına mahkum edilmemiz nasıl oluyor!.. Kuşkusuz ki bunun tek nedeni onların örgütlü olması, bizlerin ise her geçen gün daha az örgütlü, daha az mücadele eder halde olmamızdır.

İlk sabanın tarlaya vurulduğundan beri emekle oluyor herşey ve sadece emek döndürüyor dünyanın çarkını. Bunun için dünyanın gerçek sahipleri emeği ile geçinen insanlar, bunun için herşey işçi sınıfı. Şu anda mahrum bırakılmışsa bütün güzelliklerden, örgütsüz ve ümitsiz diyedir. Ne zaman ki başkaldıracaktır, ne zamanki dur diyecektir, değişecektir bu yazgı. Ve tüm güzellikler, tüm değerler gerçek sahibinin, yani üretenlerin olacaktır. Bunun için örgütlenmelidir işçi sınıfı hakkını almak için.

İşçi sınıfı ya örgütlüdür herşeydir,
ya değildir hiçbir şey!

(Anadolu Yakası İşçi-Emekçi Platformu
Girişimi Bülteni
’nin Ekim ‘03 tarihli son sayısından...)



Uzlaşmacı ve sınıf işbirlikçi
ihanetçi çizgi aşılmalıdır!

Dudullu Organize Sanayi Bölgesi’nde kurulu olan Ünifil Elektronik Fabrikası’nda çalışan işçiler yaklaşık 8 ay önce DİSK’e bağlı Birleşik Metal-İş Sendikası’na üye oldular. 2 aylık sürenin ardından Birleşik Metal-İş Sendikası işyerinde sözleşme yetkisini aldı. Ünifil işvereni sendikanın yetkisine itiraz etmedi. Ancak yetkinin gelmesinden 1 ay sonra işyerinden 9 işçi atıldı. İşçiler bu atılma sırasında kararlı bir tutum göstererek atılan arkadaşlarını geri aldırdılar.

Ancak Ünifil patronu sendikal örgütlülüğü dağıtmak amacıyla saldırılarına devam etti. Sendikanın yetki almasıyla başlayan görüşmeleri zamana yaymaya çalıştı. Fabrikada çalışan idari personelde değişiklikler yaptı. Emekli polis ve eski ordu mensuplarından oluşan yeni bir ekibi işe aldı. Bu yeni “elemanlar” vasıtası ile işçiler üzerinde tam bir terör estirilmeye başlandı. Ünifil’deki gelişmelerle ilgili olarak Evrensel ve Kızıl Bayrak gazetelerinde çıkan haberler bahane edilerek işyerinde “terör örgütü mensupları var, sendikayı onlar getirdi, amaçları başka” propagandası yapılarak işçiler sendikadan soğutulmaya çalışıldı.

Bu propagandayı bakım bölümünden 4 işçinin işten atılması izledi. Ardından biri işyeri temsilcisi olmak üzere 2 işçi daha atıldı. Daha sonra 3 işçi daha atıldı. Asalak patronun baskılarına sendikanın dirayetsiz ve kararsız tutumları eklenince sendikadan istifalar başladı. 110 olan sendikalı işçi sayısı 36’ya düştü. Sendikanın üye kaybetmesinden de güç alan asalak patron süren sözleşme görüşmelerinde yüzde 10 kotasında ısrarcı olmaya başladı. Oysaki sendikasız işçilere zaten yüzde 12 zam veriyordu. Böylelikle sendikal örgütlülüğü işlevsiz, hatta zararlı bir duruma düşürmek istiyordu.

Ünifil Eletronik’te sendikalaştıktan sonra yaşanan gelişmeler kısaca böyle. Ünifil’in asalak patronunun yaptıklarında şaşılacak bir yan yok. Çünkü o tüm süreç boyunca çıkarlarının gereklerini yerine getirdi. Sömürdüğü, sırtından milyarlar kazandığı işçilerin örgütlü olmasını istemiyorlar. Peki Ünifil işçisinin birbirine güvenerek sendikal örgütlenmeyi başardığı koşullarda, metal işçisinin iktisadi, sosyal ve sendikal hak ve çıkarlarının savunucusu olma iddasındaki Birleşik Metal-İş Sendikası ne yaptı? Hiçbir şey mi, hakkını yemeyelim, iyi diplomasi yaptılar!

Anadolu yakasındaki birçok örnekte olduğu gibi diplomasinin hiçbir derde deva olamadığını bir kez daha gördük. İşten atılanlardan biri işyeri temsilcisi olmasına rağmen hiçbir şey yapamayan Birleşik Metal-İş Sendikası yönetiminin gerçek manada savunulabilecek, tutunabilecek hiçbir yanı yoktur. Özellikle yeni yönetime gelen Anadolu şube yönetimi eski çizginin sürdürücüsü olduğunu göstermiştir. Saldırıları mücadeleyle karşılayacağına, işçileri eyleme sevkedeceğine, uzlaşmacı ve diplomatik tutumlarla sendikal örgütlülüğün dağıtılmasında, işçinin sendikaya olan güveninin yok olmasında temel bir rol oynamıştır.

Ünifil, Dudullu Organize Sanayi Bölgesi’nde ne ilktir ne de son olacak! Ünifil hala kurtarılabilir, kurtarılmasa bile, Dudullu Organize Sanayi Bölgesi’ndeki sömürü cehenneminde birçok fabrika tekrar tekrar elbette örgütlenecektir. Ama asıl görevlerimizden biri sendikalarımızın başına çöreklenmiş bu uzlaşmacı ve mücadeleci bir kimlikten yoksun sendika bürokratlarından kurtulmak, sendikamızı gerçek birer mücadele örgütü haline getirmektir. Ünifil’in gösterdiği en büyük derslerden biri budur.

Şimdi Ünifil işçisi tekrar kararlılık göstermeli, sınıf dostları da gerekli dayanışmayı yükseltmelidir. Tüm olumsuzluklara rağmen bu zorlu süreç ancak bu şekilde geride bırakılabilir.

Dudullu OSB’den bir metal işçisi

(Anadolu Yakası İşçi-Emekçi Platformu
Girişimi Bülteni
’nin Ekim ‘03 tarihli son sayısından...)



Ablukayı dağıtmak için her alanda örgütlenmeliyiz!

Sermaye devleti iliğimizi, kemiğimizi kurutmaya devam ediyor. Son çıkan kölelik yasalarıyla birlikte bu sömürü arttı ve katmerlendi. Artık öyle şartlarda çalışıyoruz ki, nasıl oluyor da ‘00’li yıllarda, hele de verilen bunca mücadeleden sonra bizlere Ortaçağ’dan kalma kölelik koşulları dayatılıyor, insanın aklı almıyor. Bu gücü ve pervasızlığı nereden alıyor sermaye? Tabii ki işçi sınıfı ve emekçi kesimlerin örgütsüz olmasından.

Bu azgın sermayenin en büyük gücü, işçi sınıfının örgütsüz, sinmiş, korkutulmuş olmasıdır. Düşünün ki böyle bir dönemde işçinin en fazla dayanıp güç alabileceği sendikalar tersinden mücadele etmek isteyen işçiyi de takatten düşürüyorlar. Sermayeye güç taşıyorlar. Örneğin Ortaçağ’dan kalma çalışma koşullarını geri getiren kölelik yasasını sendikalar önceden kabul ettiler. Sonra tabandan gelen tepkileri göğüslemek için birkaç göstermelik eylem yaptılar. İsteselerdi işçinin önüne geçip bu saldırıyı durdurabilirlerdi. Ama onlar artık sermayenin uşağı konumundalar. Sermayenin saldırılarını durdurmak şöyle dursun onlara çanak tutmakla meşguller. Geriye ne kalıyor, geriye ya tamamen teslim olmak ya da kendi gücümüze ve birliğimize güveerek mücadelenin yolunu tutmak kalıyor.

Hem işyerlerindeki sorunlara çözüm üretebilmek için, hem sermayenin genel saldırılarını boşa çıkarmak, hem de sendikalarımızı gerçek birer işçi örgütü haline getirmek için taban örgütlülüklerimizi oluşturmamız gerekiyor. Tüm bu saldırılar boyunca eğer tabanda örgütlü olsaydık, örgütlü gücümüzle davranır, saldırılara izin vermezdik. Kan emici patronların fabrikalarda bizi istediği gibi çalıştırmasını, zalimce davranmasını ve her gün değişik bahanelerle haklarımıza saldırmalarının önünü kesebilirdik. Şimdi önümüzde iki yol var; ya hayatın her alanında örgütlenerek, örgütlü mücadeleyi yükselterek haklarımızı kazanacağız ya da bu saldırılara boyun eğeceğiz.

Onurlu yaşamak istiyorsak, haklarımızın her gün parça parça gaspedilmesine seyirci kalmak istemiyorsak, örgütlenmeliyiz. Örgütsüz toplum ölü bir toplumdur. İşçi sınıfı hızla yaşayan ölüler haline getirilmeye çalışılmaktadır. Saldırıları boşa çıkarmak için bu ablukayı dağıtmak için her alanda örgütlenmeliyiz.

Metal işkolundan bir işyeri temsilcisi

(Anadolu Yakası İşçi-Emekçi Platformu
Girişimi Bülteni
’nin Ekim ‘03 tarihli son sayısından...)