1 Kasım'03
Sayı: 2003 (06)


  Kızıl Bayrak'tan
  Emperyalizme kölece bağımlılık, ...
  Irak halkının direnişi emperyalist işgalcileri sarsıyor!
  "Emperyalizm kağıttan kaplandır!"
  NATO Genel Sekreteri Robertson'un Türkiye ziyareti...
  Irak batağında debelenen ABD
  İki farklı Ramazan, iki farklı Türkiye!
  80 yıllık kontrgerilla cumhuriyeti
  25 Ekim "Cumhuriyeti kollama" yürüyüşü...
  Bireysel emeklilik sistemi...
  5 Kasım'da sağlık emekçileri iş bırakıyor...
  Gençlik gruplarından ortak açıklama ve çağrı...
  "Gençliğin sözü söz!" kampanyası hızlanarak sürüyor
  Dünya, Türkiye ve sol hareket/3
  Dünya, Türkiye ve sol hareket/Ek bölüm
  Tekelleşen medyanın büyüyen savaşı
  2004 bütçesi ve sendika konfederasyonlarının tepkisizliği...
  Almanya emperyalist askeri müdahalelere hazır!
  Uzlaşmacı ve sınıf işbirlikçi ihanetçi çizgi aşılmalıdır!
  Cumhuriyetin 80. kuruluş yıldönümü...
  Harcanan emek hiçbir zaman boşa gitmez!
  Modern toplumun köle pazarı
  Aaa! Demek bu bir işgalmiş!
  Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın



 
İki farklı Ramazan, iki farklı Türkiye!

Belediyelerin iftar çadırları, Kızılay’ın yemek dağıtım noktaları, bir parça ekmeğin dağıtıldığı her yerde uzayıp giden kuyruklar... Elinde bir tas kapla iftarını açmak için evde bekleyen ailesine yemek götürmek uğruna saatlerce kuyrukta bekleyen çocuğu, genci, yaşlısı, kadını, erkeği binlerce insan... İftarını evinde ailesiyle açmak yerine belediye çadırlarında açmak zorunda olan yüzbinler... Cami önlerinde, sokaklarda bir parça ekmek uğruna dilenen insanlar... İşte işçi ve emekçilerin yoksul Türkiye’sinin Ramazanı.

Bir de beş yıldızlı otellerde ünlü sanatçılar eşliğinde kurulan lüks sofralar... Özel porselen tabaklarda, kristal bardaklarda, altın kaplama çatal bıçakla yenilen binbir çeşit yemekler... Bu da öteki Türkiye’nin, bir avuç asalak kodamanın lüks ve sefahat Türkiye’sinin Ramazanı. İşte artık Ramazanlar bu görüntülerle gündeme gelip hafızalara kazınıyor. Yoksullukla zenginlik arasındaki uçurumu ortadan kaldırmak bir yana, onun en çıplak hali bizzat Ramazan’da kendini gösteriyor.

Bu çıplak gerçek, bu açık eşitsizlik dile getirildiğinde, devlet yetkililerinin bir kısmı hemen atılıp “dinimiz beş yıldızlı otellerde, lüks sofralarda iftar açmayı yasaklamıyor” diyorlar. Evet haksız da sayılmazlar! İslam da diğer dinler gibi sınıf farklılıklarını ve buradan doğan eşitsizlikleri yasaklamıyor. Sadece zenginin sofrasını fakirin gözünden uzak tutmasını, onun nefsini kabartmamasını öğütlüyor. Bir de yoksula sadaka verilmesini buyuruyor. Sermaye sınıfı ve temsilcisi devlet erkanı beş yıldızlı otelleri, lüks sofraları savunsalar da, arada bir satılmış medya ordusunu da peşlerine takıp göz boyamak için utanmazca gecekondulara, iftar çadırlarına gitmeyi ihmal etmiyorlar.

Üretenler sefaletin pençesinde kıvranırken
asalaklar lüks ve sefahat içinde yaşıyor!

Ankara Ticaret Odası (ATO) tarafından yapılan “Türkiye’de asgari ücretli olmak” konulu araştırmaya göre; Türkiye’de 5.5 milyon asgari ücretli, aileleri ile birlikte 22 milyon kişi, günde kişi başına 1 dolarla, yani uluslararası yoksulluk sınırının altında yaşıyor. Yönetmelikte asgari ücret “gıda, konut, giyim, sağlık, ulaşım ve kültür gibi zorunlu ihtiyaçları asgari düzeyde karşılamaya yetecek ücret” olarak tanımlanmasına rağmen, milyonlarca asgari ücretli ellerine geçen net 225 milyon lira ile bırakın diğer ihtiyaçlarını karşılamayı sadece karnını bile doyuramıyor. Aileleri ile birlikte 22 milyonu bulan asgari ücretlilerin yanında 10 milyonun üzerinde işsiz ve asgari ücretin altında ya da biraz üstünde maaş alan milyonlarca insan bulunmakta. Yani açlık ve yoksulluk tehdidi sadece asgari ücretle çalışanların değil ülke uuml;fusunun ezici bir çoğunluğunun yakasına yapışmış vaziyette.

Bu tablonun arkasında ülkenin en zengin yüzde 20’lik kesiminin toplam gelirin yüzde 80’ine el koyması gerçeği var. Geriye kalan yüzde 80’lik nüfusun ise toplam gelirin sadece yüzde 20’sini almasıyla oluşan adaletsiz gelir dağılımı yatmakta. Bir yanda tüm zenginliklerin üreticisi çalışan emekçi sınıflar açlık ve sefalet içerisinde kıvranmakta, fakat diğer yanda hiçbir şey üretmediği halde tüm zenginlikleri insafsızca tüketen bir avuç asalak bulunmakta. İşte kapitalizmin eşitsizlik ve adaletsizliği! İşte insanlığın bugünkü perişanlık içerisinde tükenmesinin nedeni.

Dilendirilen bir halk

İftar çadırlarının önünde soğukta saatlerce bekleyip eğer yemek kalırsa alıp bir köşeye kıvrılan insanlar uzatılan mikrofonlara yarı utangaç “Allah razı olsun” derken, televizyonda bu görüntüleri izleyen emekçilerin büyük bölümü de aynı temennide bulunuyor. Yine işyerlerinde bulgur, makarna ve mercimekten oluşan kumanyalar dağıtılırken, işçilerin hemen hepsi kendilerini bir poşet erzaka muhtaç eden, yaşadıkları sefaletin baş sorumlusu olan kan emici patrona “Allah razı olsun” demeyi ihmal etmiyor. “Allah dağıtandan razı olsun”; ezberlettirilen bu söz ülke nüfusunun yüzde yetmişince her gün tekrarlanıyor. Bir parça ekmeğe, bir kap yemeğe muhtaç yaşayan milyonlarca insana çözüm olarak sunulan ve dayatılan şey, kodamanlara el açmak, verilen bir lokmaya şükretmek.

Peki biz buna mecbur muyuz? Neden bir tas sıcak yemeği ailemizle birlikte yiyemiyoruz? Neden bu karda kışta bir öğün yemek için saatlerce kuyrukta beklemek zorundayız? Tüm bunların sorumlusu kim? Her geçen gün kuyruklar biraz daha uzamakta, sabır taşı biraz daha incelmektedir. Artık “Allah razı olsun” demek yerine bu soruları sormanın zamanı çoktan gelmiştir. Biz kimseden sadaka istemiyoruz. Biz insan gibi bir yaşam istiyoruz. Oysa bize dayatılan dilenciliktir, onursuzluktur. İnsan çalıştığı, ürettiği müddetçe karınını doyurur, ihtiyaçlarını karşılar. Ancak biz gece-gündüz demeden çalıştığımız halde bunu yapamıyoruz. Çünkü ürettiğimiz ekmek elimizden çekilip alınmakta, ancak kırıntılar bize verilmektedir. Üstelik verilen kırıntı ekmek karşılığında da hırsızlara el avuç açmamız, şükretmemiz beklenmektedir. &Ccedi;eşitli ülkelerden araştırmacılar, akademisyenler Türkiye’ye gelip “bu halk bu koşullarda nasıl yaşıyor, buna nasıl katlanıyor, neden bu ülkede sosyal bir patlama olmuyor” diye araştırmalar yapmaktalar. Haksız da sayılmazlar, çünkü bize dayatılan yaşam koşulları insana, insan onuruna aykırıdır. İnsanca bir yaşam için mücadele etmekten başka bir yol yoktur.



Çalışmalarımızı kararlılıkla sürdürüyoruz!

“Kamu Yönetimi Reformu” saldırısı ile ilgili emekçileri bilglendirme çalışmasını yürütmeye devam ediyoruz. Bu çerçevede bir dizi kamu işyeri ve işletmesinde saldırının kapsamını anlatan broşürlerimizi dağıtmayı planladık. Broşür, hükümetin “reform” olarak sunmaya çalıştığı saldırının iç yüzünü başarılı bir biçimde ortaya seriyor.

KESK’in düzenlediği çeşitli eylemlerde, birçok şubede, iki hastane ve bir vergi dairesinde, işyeri temsilcileri toplantılarında yüzlerce dağıtım yaptık. Sırada hedeflediğimiz diğer şubeler, işyeri ve işletmeler var.

Dağıtımlarımızda çoğu zaman ilgi ile karşılandık. Ancak dikkatimizi çeken en önemli konu emekçilerin geniş bir kesiminin yasa tasarılarından hiç haberdar olmamalarıydı. Birebir sohbetlerimizde, saldırı niteliğindeki “reformlar”ın ülkeyi kalkındıracağına ve bununla bankamatik memurlarının artık olmayacağına inananlarla da karşılaştık. Saldırılara devletin söylemiyle yaklaşan emekçilerle yaptığımız sohbetler sonrası bize hak verdiler. Bunun yanı sıra saldırılardan haberdar olan ve bir an önce bir şeyler yapılması gerektiğini belirtenler de oldu. Bu tarz bir ilgi ile karşılaştığımızda saldırıları püskürtmek için neler yapılması gerektiğini tartışıyoruz.

Broşür dağıtımı dışında şubelerimizde kamu yönetimi yasası ile ilgili yürütülen çalışmalara da aktif olarak katılıyoruz, geniş kesimlerin tepkilerini ve taleplerini gözlemlemeye çalışıyoruz.

Sömürüyü iliklerimize kadar her gün hissederken, “kazanılmış haklarımız var, bize bir şey yapamazlar” diyerek mücadeleden uzak duranlara, saldırılardan bihaber olanlara ulaşmak, onları bilgilendirmek ve bilinçlendirmek için çalışmalarımıza kararlılıkla devam ediyoruz. Kamu emekçilerini harekete geçirmek, tabanda sınıfın devrimci birliğini sağlamak için tüm enerjimizle çalışmalarımızı sürdürüyoruz.

Sosyalist Kamu Emekçileri/İstanbul



"İçerde dışarda hücreleri parçala!"

Cezaevlerinde TTE (tek tip elbise) uygulamasının yeniden dayatılmasına, D tipi ve L tipi cezaevlerine karşı çıkmak için, İHD İzmir Şubesi tarafından 25 Ekim günü Konak Sümerbank önünde cumartesi eylemlerinden biri daha yapıldı. Konak Gümrük'teki Türk Telekom önünde bir araya gelen yaklaşık 100 kişi, buradan çıplak ayaklarla Konak Sümerbank alanına kadar sloganlarla yürüdü. Alanda yapılan basın açıklamasında şunlar söylendi:

"Onursuzca üst aramsı dayatılması nedeni ile mahkemelere, hastanelere, görüşlere karda kışta yalınayak çıkan tutuklu ve hükümlülerin yalnız olmadığını göstermek ve çağdışı tek tip elbise uygulamasının yeniden dayatılmasına, D tipi ve L tipi cezaevlerine karşı çıkmak için buradayız. Buradan çağrımız tecrit ve sessiz imha politikasına karşı duyarlılığın yükseltilmesi ve karşı durulması için elele verilmesidir."

Eylemde "İnsanlık onuru işkenceyi yenecek!", "İçerde dışarda hücreleri parçala!", "Tek tip elbiseye hayır!", "Tek tip insana hayır!" soganları atıldı.

Kızıl Bayrak/İzmir