Irak halkının direnişi
esas yoğunluğunu kazanmaya, hızını almaya başladığı, işgal güçlerine
karşı günde ortalama 33 eylemin düzenlendiği bir ortamda, ABD
emperyalizmi aynı hızla bir başka döneme giriyor. Bush yönetimi
şaşkına dönmüş bir durumda, çaresizlik içinde kıvranıyor.
11 Eylül eylemleri
ile devrik Irak rejiminin temsil ettiği tehlike arasında bir parallelik
kurarak, hesaplı yalanlar üzerine bina edilmiş gerekçelerle kamuoyunu
baştan çıkarmak, Amerikan halkını savaşa hazırlamak pek zor olmadı.
Üstelik tüm hazırlık kampanyası boyunca temiz savaş, sıfır
Amerikan kaybı, kabarık bir savaş ganimeti temaları işlenerek
sonucun her durumda ABD emperyalizmi için her açıdan bir kazanım
olacağı, hatta stratejik karakter taşıyacağı iddia edildi. Amerikan
halkının ezici bir çoğunluğu kendisine sunulan bu senaryonun ABDnin
çıkarlarına denk düştüğüne ve dünya barışını korumak için isabetli
biç seçenek olduğuna inandı ve savaşı destekledi.
Bugün sürecin belli
bir aşamasına gelinmiş durumda. Saddam Hüseyin rejiminin yıkılmasının
ardından başlayan tekil eylemlerin yerini artık çok daha örgütlü,
profesyonel ve büyük ölçekli bir direniş aldı. Irak halkı işgal
güçleri ve onlarla işbirliği içinde olanlar arasında ayrım yapmaksızın
fırsat buldukça en ağır darbeyi vurmaya çalışmakta ve sık sık
hedefine de ulaşabilmektedir.
Direnişin daha da genelleşmesi, yoğunlaşması ve yetkinleşmesi dışında bir alternatif bulunmuyor. Çünkü, herşey bir kenara, ABD emperyalizminin refah, huzur ve demokrasi getirmek adına bu ülkeye yaptığı saldır nüfusun %70ini ansızın işsizliğe ve açlığa mahkum etti. Bu insanları Saddam döneminin muhasebesini yapmakla ilelebet oyalamak ve sefaletlerinin kökeninde ABDnin sorumluluğu olduğunu gizlemek mümkün değildir.
Irakta güvenliği sağlama ve istikrar ortamını tesis etme iddiasındaki işgal güçleri bugün kendi öz güvenliklerini sağlamakta bile zorluk çekmekte, kayıp üstüne kayıp vermeye devam tmektedirler.
ABD emperyalizmi savaşın, deyim yerinde ise, soylu boyutunu sonuçlandırdıktan sonra geri kalan sürecin fiili görevini taşeronlara devrederek kendisini doğrudan hedef olmaktan çıkarmayı ve sağlama almayı plalıyordu. Bu plan boşa çıktı ve bundan sonra da asla hayat bulmayacaktır. Hakkında yapılan pazarlıklar ne olursa olsun, BM Güvenlik Konseyinde alınan kararlar ne kadar yeniden yazılırsa yazılsın, ABD emperyalizmi Irakta ihtiyaca yanıt verecek ve kendisine canlı kalkan işlevi görecek taşeron bulamayacaktır. Zira böyle bir role soyunmanın kararı sadece pazarlık masalarında birbirinden taviz koparmak sonucu alınmıyor. Irak halkının sergilediği direniş iradesi tüm uzüaşmaları anında geçersiz kılıyor.
Güvenlik Konseyi son kararını oy birliği ile aldığında oturumdan daha yeni çıkan diplomatlar, koridorlarda yaptıkları açıklamalarla, bunun sonucu hiç değiştirmeyeceğini belirtmişlerdi bile. ABD emperyalzmi sadece yeni taşeron bulmakta sıkıntı çekmemekte, kendisine bir kez söz verenler de bin pişman, daha fazla angajman altına girmemenin hesaplarıyla meşguller. Belki de sözünü verdikleri sorumluluktan kaçmanın fırsatını kolluyor, bahanesini arıyorlar.
Ayrıca, ABD emperyalizmi son günlerde, Birleşmiş Milletler ve Uluslararası Kızıl Haç Örgütü gibi kuruluşların Irakı terk etmelerini sineye çekmek zorunda kalıyor. Bu tür kuruluşların Iraktaki varlıkları vesembolik faaliyetleri, askeri işgale bir nevi manevi kefalet işlevi sunmaktaydı. Yalandan hareketle haksız bir savaşın yapıldığı, özgürlüğü ve demokrasiyi getirme adına keyfi bir yıkımın gerçekleştirildiğı bir mekanda işgal güçleri ile işbirliği ve dayanışma içinde, işgalin kendisine açık tavır almadan, onu kınayıp mahkum etmeden insani faaliyette bulunmaya çalışmanın en temel ahlaki değerlerle bağdaşacak b¤r yönü yoktur.
Kısacası, başka devletler nezdinde kendisine takviye askeri güç arayan Washington bu kez bu tür manevi desteklerden de mahrum kalmış durumda.
Sonuçta, ABD emperyalizmi, bu kez Amerikan kamuoyunu çok farklı bir perspektife hazırlamak, alıştırmak ve ikna etmek zorunluluğu ile yüzyüze. Irakta kitle imha silahları, nükleer laboratuvarlar vs. bulunamadı. ABD azarına Amerika halkına vaadedilen bol ve ucuz Irak petrolü de hünez akmıyor, akacak gibi de görünmüyor. Irak halkı petrol borularını ateşe vermeyi tercih ediyor.
Petrol yerine Irakta Amerika askerlerinin kanı akıyor. Amerika kamuoyu petrol tankerleri yerine Iraktan gelen asker tabutu karşılıyor. Bush Iraktaki başarımız teröristleri korkutuyor ve onun için eylem yapıyorlar, fakat uruma hakimiz derken, Bağdatta, savaşın başlıca teorisyenlerinden biri olan Paul Wolfowitzin bulunduğu otel yoğun roket yağmuruna tutuluyor. Birkaç ay önce de Rumsfeldi taşıyan uçak düşürülme tehlikesi yaşamıştı.
Adına ve çıkarları için hareket edildiği iddia edilen uluslararası cemia da ABDnin yardımına koşmuyor. Bush Irak işgalinin finansmanı için Kongreden 87 milyar dolar talep etmişti. Halen bunun ancak 18,4 mlyar doları onaylandı. Bu birbirini izleyen başarısızlıklar ve sorunlar silsilesi daha da uzatılabilir.
Bu durumda, Irak sorunu ABD kamuoyunun gündemine geçmişten çok farklı bir biçimde oturmakta ve giderek yerleşik bir gündem maddesi olmaktadır. Artık savaşın gerekçeleri, gidişatı, hatta mutlak gerçeklermiş gibi ayılan yalanlar tartışılmıyor. Bu çıkmazdan, bu dipsiz bataktan nasıl çıkılır, artık bu tartışılıyor.
Savaş karşıtı gösterilere yoğun katılım, yaklaşan başkanlık seçimlerinin canlandırdığı polemikler ABD emperyalizminin Irak sendromuna günübirlik tuz biber ekmektedir. Rumsfeldin kaybetmek veya kazanmaktan başka se¸enek yok dediği söylenmektedir. Bu ikilem, eğer Rumsfeld böyle ifade etmemiş olsa bile, ABD emperyalizminin Irak konusunda baştan beri takındığı tavrın özüne tekabül etmektedir. Ancak, ABD emperyalizminin kazanması Irak halkının direnişten vazgeçmesi, teslimiyet bayrağını çekmesi gerekir ki, bu olacak şey değildir, deyim uygunsa eşyanın tabiatına aykırıdır. Nitekim aradan geçen her yeni gün böyle bir olasılı&curen;ın tam tersini kanıtlıyor.
ABD Irak batağına saplanmıştır, orada tümden boğulmamak için günü geldiğinde defolup gidecektir, şimdiden kesin olan gerçek budur.
Gazi Üniversitesinde yoğunlaşan sivil faşist baskı ve saldırılara karşı Gazi Üniversitesi Öğrenci Platformu tarafından 28 Ekim akşamı saat 17:00de Yüksel Caddesinde bir eylem gerçekleştirildi. Yaklaşık 100 öğrencinin katılımıyla gerçekleşen eylemde faşist saldırılara geçit verilmeyeceği vurgulanarak; Gazi faşizme mezar olacak!, Baskılar bizi yıldıramaz!, Faşizmi döktüğü kanda boğacağız!, Kurtuluş yok tek başına; ya hep beraber, ya hiçbirimiz! sloganları atıldı.
Eylemde yapılan açıklamada Murat Okur, Mehmet Yarar ve Fuat Keleş adlı öğrencilerin sivil faşistlerin saldırılarına maruz kaldığı belirtildi. Faşist baskının tepeden tırnağa kurumlaştığı Gazide, okul idaresinin, hatta bizzat dekanların da bu saldırganları teşvik ettiği anlatıldı. Buna karşı ancak örgütlü bir biçimde mücadele edilebileceği vurgulanarak tüm öğrencilere birlik çağrısı yapıldı. Açıklamanın en olumlu yanlarından biri sadece bu sorunu değil, bununla birlikte gençliğe yöneltilen diğer saldırılara da değinmesiydi. Gazi öğrencileri, işgale ve yasa tasarısına karşı 6 Kasımda Kızılayda olacaklarını kararlı bir tutumla ifade ettiler.
Açıklamanın okunmasının ardından saldırıya uğrayan Fuat Keleş bir konuşma yaptı. Eylem Gündoğdu Marşının söylenmesiyle bitirildi.