1 Kasım'03
Sayı: 2003 (06)


  Kızıl Bayrak'tan
  Emperyalizme kölece bağımlılık, ...
  Irak halkının direnişi emperyalist işgalcileri sarsıyor!
  "Emperyalizm kağıttan kaplandır!"
  NATO Genel Sekreteri Robertson'un Türkiye ziyareti...
  Irak batağında debelenen ABD
  İki farklı Ramazan, iki farklı Türkiye!
  80 yıllık kontrgerilla cumhuriyeti
  25 Ekim "Cumhuriyeti kollama" yürüyüşü...
  Bireysel emeklilik sistemi...
  5 Kasım'da sağlık emekçileri iş bırakıyor...
  Gençlik gruplarından ortak açıklama ve çağrı...
  "Gençliğin sözü söz!" kampanyası hızlanarak sürüyor
  Dünya, Türkiye ve sol hareket/3
  Dünya, Türkiye ve sol hareket/Ek bölüm
  Tekelleşen medyanın büyüyen savaşı
  2004 bütçesi ve sendika konfederasyonlarının tepkisizliği...
  Almanya emperyalist askeri müdahalelere hazır!
  Uzlaşmacı ve sınıf işbirlikçi ihanetçi çizgi aşılmalıdır!
  Cumhuriyetin 80. kuruluş yıldönümü...
  Harcanan emek hiçbir zaman boşa gitmez!
  Modern toplumun köle pazarı
  Aaa! Demek bu bir işgalmiş!
  Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın



 
Dünya, Türkiye ve sol hareket/Ek bölüm

ABD gücünün sınırları ve
Irak macerası

H. Fırat

Diğer büyük emperyalist devletlere göre ABD halen de belirgin biçimde güçlü bir devlet. Bugün dünyada hiçbir devlet Amerika ile boy ölçüşebilecek olanaklara sahip değil. Ötekilerin nispeten avantajlı olduğu ekonomik alanda bile bu böyle. ABD’ye en yakın iki devletten ilki Japonya, öteki Almanya. İlkinin yıllık ulusal üretimi ABD’nin yarısını ancak buluyor, ikincisinin dörtte birine bile ulaşamıyor. Dünya Bankası’nın 2000 yılı rakamlarına göre dünyanın toplam yıllık üretimi kabaca 31.5 trilyon dolar ve bunun 9.8 trilyonu, yani yaklaşık üçte biri yalnızca ABD’nin elinde. En yakın rakibi Japonya ve onun payı 4.8 trilyon, kabaca %15. Almanya’nınki ise yalnızca 1.9 trilyon ve bu rakam son on yıldır pek az değişiyor, arada gerilediği bile oluyor (1990’da 1.7 trilyon dolar olan rakam 1999’da ise 2.08 trilyona ancak &cceil;ıkıyor ve bir yıl sonra 1.9 trilyon dolara iniyor). Tabii bu rakamlar kendi başına yanıltıcı olmamalı; gerisinde, ABD’ye dünyanın dört bir yanından sermaye akarken, Almanya’dan ise tersine bizzat Alman tekellerinin yatırımlarını dışarıya kaydırması olgusu da var. Alman tekelleri kârlarını aşırılaştırmanın ve rekabette üstünlük elde etmenin yolu olarak dış yatırımlara büyük eğilim duyuyorlar ve bu giderek dev boyutlara ulaşıyor.

Öte yandan, örneğin Almanya’nın gücüne henüz AB’nin ekonomik gücü üzerinden de bakacak durumda değiliz. Zira son Irak krizi de gösterdi ki, AB henüz bu gücü blok olarak kullanabilme olanaklarından yoksundur. Dahası, İngiltere’den öteye İtalya, İspanya, Danimarka, bir ölçüde Hollanda ve Rumsfeld’in “yeni Avrupa”sı, yani Doğu Avrupa, bu kriz esnasında ABD’nin yanında saf tuttu.

Bu sonuncular bir yana bırakılırsa, öteki Avrupalı emperyalistlerin ABD’nin yanında saf tutuşunun gerisinde ortak ekonomik çıkarlar var aynı zamanda. Avrupalı tekellerin ABD’de çok önemli yatırımları var. İngiltere’nin ABD’nin kuyruğundan ayrılmamasının, Blair’in sadakatle hep de Bush’u izlemesinin gerisinde de bu, ABD’deki büyük İngiliz sermaye yatırımları var. ABD’deki yabancı kökenli sermaye yatırımlarının %20’si İngilizlere, %6’sı da Almanlara ait. Bunun için Almanya savaş konusunda o kadar hevesli olmazken, Toni Blair Bush’un eteğinden ayrılmayabiliyor. Savaşta Amerikan yanlısı tavır alan bütün emperyalist ülkelerin somut durumuna dönüp baktığımızda, hep Amerikan kapitalizmiyle, özellikle Amerikan silah tekelleriyle sıkı ortaklığa dayanan bir takım çıkarlar var (bunu Danimarka ile Hollanda için de söyleyebiliriz). Hükümtler sadece kendi tekellerinin eğilimlerini, tercihlerini dillendirerek, Amerikan savaşından yana ya da karşı olabiliyorlar.

Sonuçta son krizle de açığa çıkan bu olgusal gerçekler, AB’nin henüz çok gevşek bir birlik olduğunun da bir göstergesi. Bundan dolayı Almanya ile Fransa daha gerçekçi davranarak ve yanlarına Belçika’yı da alarak, AB içinde ayrı bir yapılaşmanın adımlarını atıyorlar. Bunun yeni bazı örneklerini de bizzat son Irak krizi esnasında gördük. ABD müdahalesine karşı ortak tavır alan bu ülkeler, anlamlı bir tutumla tam da Irak savaşı esnasında, NATO’dan ayrı, ki bu ABD’den bağımsız olmak anlamına geliyor, bir askeri karargah kurma kararı aldılar.

Fakat sonuçta rakamlar gösteriyor ki, ABD hala da çok büyük bir ekonomik güçtür. Aynı şekilde ABD, halihazırda dünyada büyük bir siyasal güçtür de doğal olarak. Dünkü müttefikleriyle giderek daha çok karşı karşıya gelse de, onlar üzerindeki eski etki ve denetimini giderek kaybetse de, yarım asırlık işbirlikçilerinin başına çuval geçirmek zorunda kalsa da, dünyada en önemli siyasal güç hala da ABD. Askeri alandaki üstünlüğü ise tartışılmaz bir olgu; dünyanın hiçbir öteki ülkesi, hatta ülkeler grubuyla kıyaslanmaz ölçüde devasa bir askeri güce ve savaş makinasına sahip, bunun üzerinde daha önce durmuştum.

Ama işte tüm bunlar bugün sorunsuz bir dünya egemenliğine yetmiyor, bunlara rağmen ABD denetim kurmakta zorlanıyor, 60 yıllık sorunsuz egemenlik artık çözülme işaretleri veriyor.

ABD 10 trilyonluk bir ekonomi ama unutmayalım ki, bu bir kapitalist ekonomi. Onun öyle onulmaz iç çelişmeleri var ki, bu 10 trilyonluk ekonomi beklenmedik bir anda çökebilir de. ABD dünyaya karşılıksız dolar basıyor, dolar basıp kaynak yaratıyor, ama bunun da bir sınırı olacak. Gün gelir bu doları pula çevirebilir, hele de böyle Irak maceralarıyla da elele giderse. Vietnam savaşının o güne kadar altınla eşdeğer dünya para birimi olan dolar için yarattığı akibetin bir benzerini kastediyorum. Nitekim daha bugünden en büyük kaygılarından biri de bu, birçok ülkenin dış ticaretinde, dış ödemelerinde doları para birimi olmaktan çıkarması korkusu. Irak çıkarmıştı mesela, geldi işgal yoluyla Amerikan dolarını yeniden egemen kıldı. Bu aynı zamanda doların euroya karşı mücadelesi diyenler, kuşkusuz doğru bir noktaya işaret ediyorlar.

Bugün ABD ekonomisi çok büyük bir zaafiyetle yüzyüze. Ülkede işsizlik yeniden ve sürekli olarak büyüyor. Ekonomide herhangi bir toparlanma belirtisi de yok halen. Normalde 3-4 yıllık durgunluk evrelerinin ardından yeniden toparlanmayı başarıyordu, hiç değilse ABD ekonomisi. Geçmişteki devrelere bakarak 2003 yılında da toparlanacağını, hele “Irak zaferi”nin ardından itilim kazanacağını sanıyor ve bekliyorlardı. Ama halen bütün göstergeler kötüye gidiyor; durgunluk artıyor, mali spekülasyondu, yabancı sermayeyi kendi ülkesine çekmek için izlenen yollardı, borsadaki bir sürü düzenbazlıklardı, Enron skandalıydı, başka skandallardı... Sonuç olarak Amerikan ekonomisi halen bir zaafiyet ve güvensizlik içerisinde. 10 trilyonluk ekonomi olmak kendi başına bir şey ifade etmiyor; bu kapitalist ilişkiler içerisinde anlamını bulan 10 trilonluk bir kapasitedir, kapitalizmin onulmaz çelişkilerinin azizliğine uğramak her an olanaklıdır bu ilişkiler içinde. ABD 1929’u önceyen yıllarda da çok zengin ve güçlü bir ülkeydi, ama bunalım bir anda patlak verdi, borsa bir anda çöktü ve arkası korkunç bir yıkım oldu. İşsizlik, iflaslar, kapanmalar, vb. ile büyük bir dünya bunalımına dönüştü.

Petrol ve silah tekelleri için sergilen saldırgan çıkışların, onları rahatlatan akıl almaz silahlanmanın ve savaş yatırımlarının ABD ekonomisi için maliyeti ne olacak henüz belli değil. Bunlar durgunluktan bir çıkış imkanı yaratmak bir yana, ekonominin dengelerini tepe takla eden sonuçlara da varabilir pekala. Ayda 4 milyar doları suya atmak zorunda kalıyor ve gelişmeler bu faturayı katlayacak gibi görünüyor. Emperyalist egemenlik mücadelesi bu türden harcamalar yapmayı gerektirir, bu işin doğasında var. Ama birçok gözlemci haklı olarak; ABD’nin şu anda üstlendiği savaş faturası Irak petrolüne tümüyle el koysa bile karşılanabilir bir fatura değil, hiçbir petrol zenginliği bu savaşı finanse etmeye yetmez diyorlar. Bu ABD’yi yönetenleri de derinden düşündürüyor olmalı ki artık başka ülkeleri yardıma çağırıyorlar. Bu aynı amanda bu faturayı da yardıma geleceklerle paylaşmak anlamına geliyor.

Başka ülkeleri yardıma çağırmak, aynı zamanda, iç ve dış kamuoyunun karşısına Irak’a petrolü için el koyan işgalci bir güç olarak değil de, “barışı ve Irak’ın yeniden inşası”nı gerçekleştiren “uluslararası camia” olarak çıkmak ihtiyacının da bir ürünü kuşkusuz. Böylece dönüp kendi kamuoyuna, biz bunu iddia edildiği gibi Dick Cheney ya da Rumsfeld’ın şirketleri için yapıyor değiliz, bu uluslararası camianın sorunu, yetki de irade de onlarda diyebilmek, oradaki tepkileri yatıştırabilmek için de gerekli bu.

Ama ben bunun da bir çözüm olacağını sanmıyorum. Neticede Irak halkı işgale itiraz ediyor. Bu işgalin bir emperyalist devlet ile “uluslararası camia”, yani Birleşmiş Milletler kılığı altında karşılarına çıkacak üç-beş büyük emperyalist devlet ile onların yardakçısı bir dizi devlet tarafından yapılması arasında bir fark görmeyecektir. Neticede işgalin son bulmasını isteyecektir.

Irak halkını öyle Amerikan propagandasına aldanarak çok küçümsememek gerekir. Geri bir halktır, aşiret bölünmüşlüğü içerisindedir, modern ulusal bilinci yoktur, ABD’ye karşı birleşik bir direniş ortaya koyamaz, diyor Amerikancı propaganda. Oysa Irak halkı şimdiden sanılandan da bilinçli olduğunu fazlasıyla sergilemiş bulunuyor. Şii ve Sünni kesimler işbirliğini geliştirmek için karşılıklı çaba harcıyorlar. Halklar artık ABD’yi iyi tanıyor, “böl-yönet”in ne demek olduğunu iyi-kötü biliyorlar. Elbette Irak’ta kitleleri şu veya bu şekilde denetim altında tutan çeşitli siyasal güçler ABD işbirlikçiliğini seçebilir ya da buna eğilim duyabilirler, bunu bugün için Şii yönetici kastı üzerinden somut olarak görüyoruz da. Ama bu yalnızca onları gitgide kendi tabanları ile karşı karşıy getirmekten ve giderek yeni direnişçi güçlerin önünü açmaktan başka bir sonuç vermez.

Irak halkı 1920’lerde gerçekten bölünmüş, iç birlikten, modern ulusal bağlardan ve bunun ürünü bir bilinçten yoksun, feodal bir aşiret toplumuydu. Ama buna rağmen 1926 yılında kurulan çıplak İngiliz manda yönetiminin altı yılda son bulmasını sağlayabildi. Manda yönetimi 1926’da, Musul meselesinin halledilmesi ardından kurulduğunda, İngiliz hükümeti bunun için 25 yıllık bir süre ilan etti. 25 yıl sonra durum yeniden görüşülene kadar bu yönetim biçimi egemen olacaktı Irak’a. Bu kabaca 1950’ye kadar demekti. Ama kurulduğundan yalnızca 6 yıl sonra, 1932 yılında son bulmak ve yerini yine İngiliz işbirlikçisi olmakla birlikte sonuçta bağımsız bir Irak devletine bırakmak zorunda kaldı. Tarihçiler bu gelişmeyi “ünlü aşiret ayaklanmalarının bir sonucu olarak” görüp tanımlıyorlar.

Dolayısıyla, daha bir aşiret toplumuyken işgali kabul etmeyen bir halk, 70 yılın ardından, yaşanan modernleşmeden sonra hiç kabul etmez. Baas rejimi Irak’ta büyük bir modernleşme hareketiydi aynı zamanda, zaman içinde yozlaşıp kokuşması bu konuda yanıltıcı olmamalıdır. Irak ‘80’li yılların başında, İran’la giriştiği 8 yıllık tüketici savaşın hemen öncesinde, 10 bin dolar ulusal geliri olan, birçok alanda önemli ilerlemeler kaydetmiş önemli bir Arap ülkesiydi. Arap dünyasının en eğitimli, gelişmiş ve modern insan malzemesine sahip ülkesiydi. Petrolü vardı, bundan öte Dicle ve Fırat’ı vardı ve bu, petrolü olan öteki Arap ülkelerinden farklı olarak, geniş tarımsal olanaklara sahip olmak demekti. Irak dışında hiçbir Arap ülkesi bu çifte avantaja sahip değildi. Mısır Nil nehrinin ve verimli vadisinin sağladığı tarımsal olanaklara sahipti ama onun a petrolü yoktu. Suudi Arabistan petrole sahipti ama suyu yoktu. Irak hem suyu hem petrolü olan tek önemli Arap ülkesiydi.

Sonuçta Irak Arap ülkeleri içerisindeki en avantajlı ülkelerden biri, belki de birincisiydi. Saddam’ın önce İran’a karşı savaşa girişmesi, ardından Kuveyt’i de ele geçirerek Arap dünyasının lideri olarak ortaya çıkmak istemesi çok temelsiz de değildi; bu Irak’ın konumundan da gelen bir maceraydı ve yazık ki ayağa dolanmakla sonuçlandı ve Irak’ın çok yönlü ve telafisi on yılları bulacak yıkımına yol açtı.

Irak önce, emperyalistlerin de teşviki ve desteği ile İran’a karşı 8 yıllık savaş içerisinde kaynaklarını tüketti. Sonra Kuveyt müdahalesi geldi ve onu da Irak’a karşı emperyalist savaş, ağır bir yıkım ve 10 küsur yıllık ambargo izledi. Böylece yirmi yıla yayılan bu olaylar içinde Irak ve Irak toplumu adeta tüketildi. 20 yıl önce kişi başına yıllık ulusal geliri 10 bin dolara dayanan bu ülkede son emperyalist müdahalenin hemen öncesinde bu rakam yalnızca 600 dolardı. Zenginlikleri tahrip edildi, yetişmiş insan malzemesi tüketildi, bunu olanaklı kılan altyapı yitirildi, vb... Deyim yerindeyse, Irak son 20 yıl içerisinde, özellikle de 1. Körfez Savaşı sonrasında hadım edildi. Bunu Amerika kendi çıkarlarının yanı sıra İsrail için, denebilir ki özellikle İsrail için yaptı.

Ama bütün bunlar, gene de on yılları bulan modernleşme süreci içerisinde Irak halkının elde ettiği bir takım üstünlükleri tümden ortadan kaldırmıyor. Lenin, ilk emperyalist savaş sonrasındaki bir yazısında, savaşın yıkımı ne olursa olsun insan varoldukça kültür yokedilemez, diyor. Nitekim biz bunu Almanya üzerinden somut olarak gördük de. Zengin bir sınai temele, bunu olanaklı kılan bilimsel ve teknolojik gelişme düzeyine, kültür birikimine ve insan malzemesine sahip bu ülke, iki dünya savaşında harabeye dönmesine rağmen her seferinde yeniden toparlandı ve başa güreşebilecek bir emperyalist güç olarak sahnedeki yerini aldı. Elbette kendi son derece sınırlı koşulları içerisinde Irak’taki duruma da yöntemsel olarak bu gözle bakılabilir.
Dünyada devrim dalgası düştü, Ortadoğu’yu İran devrimi üzerinden bir islamcı akım dalgası sardı, Irak toplumunun %60’ı Şii’dir, İran’dan etkilenme çok dolayısızdır. Bütün bunlardan dolayı geri ideolojiler, bunu temsil eden akımlar bugün ön planda olabilir. Ama bu yanıltıcı olmamalıdır, Irak gene de kendi çapında modernleşmiş bir ülke olmanın potansiyel imkanlarına sahiptir, Irak halkı iyi-kötü bir ulus kimliğine ve bilincine de erişmiştir. Aşiret bölünmeleri, din ve mezhep ayrılıkları hala bir sorun olsa da, milliyet ayrılıkları onun gücünü zayıflatsa da, bu güç zaman içerisinde emperyalist işgalcilere karşı daha güçlü ve bilinçli bir biçimde direnecektir. 1926’da başlayıp 1932’de mandacı İngiltere’yi Irak’tan kovan güç bugünün işgalcilerini de kovacaktır. Amerika tasını tarağını toplayp defolup gidecektir, bundan en ufak bir kuşku duyulmasın.

Ama buna yine de daha zaman var. Duruma egemen olamaz da bugünkü direniş büyürse, ABD’nin yapacağı ilk iş önce iç savaş çıkararak Irak halkını birbirine düşürmek, kendi içinde tüketmeye çalışmak olacaktır. Bundan istediği sonucu alamazsa, sıra bu kez Irak’ı bölmeye ve Kürt bölgesini ayrı bir devlet haline getirerek buradan mevzilenmeye, Irak’ı bu yolla güçsüz düşürmeye çalışmaya gelecektir. Bugünden öngöremeyeceğimiz başka bazı yollar ve oyunlar da deneyebilir ABD.

Sonuç olarak demek istiyorum ki, Irak halkının ödemesi gereken çok büyük bedeller var daha. Vietnam’ın kaç yılda halkların övüncü Vietnam haline geldiğini, ABD’yi topraklarından sürüp atmak için ne türden bedeller ödemek zorunda kaldığını da biliyoruz. Ama emperyalist işgalciler ve onların ağababası olarak ABD, sonunda tasını tarağını toplayıp defolup gidecektir Irak’tan, bu da ona Vietnam türünden yeni bir darbe olacaktır, bundan kimse kuşku duymamalıdır.

Amerikan propagandasına aldananlar; “Şimdi sıra İran’da, Irak’ı deviren İran’ı da devirir” diyorlar. Yok canım! İran dediğiniz 2.500 yıllık devlet geleneğine sahip köklü bir uygarlıktır. Her zaman egemen bir devlet olagelmiştir, bu açıdan Irak’tan temelden farklıdır. Irak daha Birinci Dünya Savaşı’na kadar Osmanlı egemenliğinde Musul-Bağdat-Basra valiliklerinden oluşan bir eyaletti. Ulusal bilincini bulması, bir egemen devlet haline gelmesi son 60-70 yılın olayıdır. Hiçbir biçimde İran’la kıyaslanamaz. İran 2.500 yıllık bir imparatorluk geleneğinden geliyor; tarihsel bir kimliği, güçlü ve köklü bir kültürü var. Irak’ı 170 bin askerle tutamayan ABD için İran’da bunun birkaç misli askeri kuvvet lazım. Nereden bulacak ve hangi güçle finanse edecek? Gelişmiş yıkıcı teknolojisini kullanarak İran kentlerini yakıp yıkabilir bu çok kolay. İran rejimini devirebilir de, bu da belki bir ölçüde olanaklı. Peki ya sonra? İran halkıyla neye göre başedecek?

İran halkı çok güçlü ilerici tarihsel gelenekleri olan bir halktır. 1905 Devrimi’nin ardından harekete geçen halklardan biridir, burjuva devrimi daha o dönemde başlamıştır. Komünist partisi bütün bir 20. yüzyılda hep önemli bir güç sahibi olmuştur bu ülkede. 1950’de milliyetçi bir iktidarı, kelimenin olumlu anlamıyla yurtsever bir iktidarı, Musaddık iktidarını başa getirmiştir. ‘70’li yıllarda koca Şah diktatörlüğünü devirmiştir. Ordusuyla, SAVAK’ıyla, iç baskı aygıtlarıyla her bakımdan tahkim edilen o Amerikancı Şah diktatörlüğünü yerle bir eden bir tarihsel inisiyatif gösterebilmiş bir halktır İran halkı. İşgalci bir güç olarak böyle bir halka nasıl ve neyle hükmedecek eski ve yeni Amerikancılar’ın tapındığı o Amerika?

Kendini henüz son 70 yıllık süreç içinde bulan Irak halkında güçlü bir onur duygusu var. Dikkat ediniz, direniş örgütleri açıklamalarında, işgalci güçlerin Irak halkının onuruna yönelik her saldırısı misliyle karşılık bulacaktır, diyorlar. Onur kelimesini özellikle ve vurgulu bir biçimde kullanıyorlar. İşgal güçleri uluorta halkın onurunu incitiyorlar, kadınlara hakaret ediyorlar, çocuklara silah dayıyorlar, evlere girip talan edip dağıtıyorlar. Bunun bedelini de ödüyorlar ve daha da çok ödeyecekler.

İyimser olabiliriz, sonuçta sözü buraya bağlıyorum; ödenecek büyük bedeller var, buna bir diyeceğim yok. Emperyalistler Irak halkına dünyayı zindan etmeden orayı terketmeyeceklerdir, Irak’ta büyük bedeller ödenecektir, bunu yeterli açıklıkta ifade etmiş oldum. Ama sonunda defolup gideceklerdir, tıpkı Vietnam’dan defolup gittikleri gibi, buna da en ufak bir kuşkum yok. Irak yenilgisi emperyalistlere, özellikle de ABD’ye büyük bir tarihsel fatura olacaktır ve bu dünyada, ama özellikle de Ortadoğu’da çok şeyi değiştirecektir. Sonuç, Irak halkının çekeceği acılara, ödemek zorunda kalacağı bedellere fazlasıyla değecektir.