1 Kasım'03
Sayı: 2003 (06)


  Kızıl Bayrak'tan
  Emperyalizme kölece bağımlılık, ...
  Irak halkının direnişi emperyalist işgalcileri sarsıyor!
  "Emperyalizm kağıttan kaplandır!"
  NATO Genel Sekreteri Robertson'un Türkiye ziyareti...
  Irak batağında debelenen ABD
  İki farklı Ramazan, iki farklı Türkiye!
  80 yıllık kontrgerilla cumhuriyeti
  25 Ekim "Cumhuriyeti kollama" yürüyüşü...
  Bireysel emeklilik sistemi...
  5 Kasım'da sağlık emekçileri iş bırakıyor...
  Gençlik gruplarından ortak açıklama ve çağrı...
  "Gençliğin sözü söz!" kampanyası hızlanarak sürüyor
  Dünya, Türkiye ve sol hareket/3
  Dünya, Türkiye ve sol hareket/Ek bölüm
  Tekelleşen medyanın büyüyen savaşı
  2004 bütçesi ve sendika konfederasyonlarının tepkisizliği...
  Almanya emperyalist askeri müdahalelere hazır!
  Uzlaşmacı ve sınıf işbirlikçi ihanetçi çizgi aşılmalıdır!
  Cumhuriyetin 80. kuruluş yıldönümü...
  Harcanan emek hiçbir zaman boşa gitmez!
  Modern toplumun köle pazarı
  Aaa! Demek bu bir işgalmiş!
  Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın



 
2004 bütçesi ve sendika konfederasyonlarının tepkisizliği...

Sendikal ihaneti tabanın
devrimci birliği bozacak!

Hükümet 2004 bütçesini açıkladı. Mecliste görüşülmeye başlanan bütçe yine faiz, borç ve savaş bütçesi. Tıpkı bundan önceki bütçelerde olduğu gibi. 160.9 katrilyonluk bütçenin %42’si borç faizlerine ayrılmış durumda. Bütçe açığı olarak öngörülen miktar ise 40.7 katrilyon. Elbette bu açık dolaylı-dolaysız vergilerle, harç ve zamlarla işçi ve emekçilerin sırtına bindirilecek. Buna karşılık bütçeden personele %6, sağlığa %2.96, eğitime ise %7.9 pay ayrılmış.

Zaten bütçede belirtilen 113.7 katrilyonluk gelir toplamı için 99.2 katrilyonluk vergi geliri hedefleniyor. Bunun yaklaşık %70’inin KDV, ÖTV, harçlar vb. dolaylı vergilerden toplanması hedeflenirken, büyük patronlardan alınması gereken kurumlar vergisinin oranı ise %10. Bu da demek oluyor ki, hergün işsizlik tehdidi ile karşı karşıya kalan, düşük ücrete mahkum edilen işçi ve emekçiler %70 daha yoksullaşacaklar.

Bunun ilk uygulaması başladı bile. 1 Ocak ‘04’ten itibaren ücretlerin tamamına gelir vergisi uygulanacak, böylece çalışanlar daha fazla vergi ödemeye başlayacaklar. Bu da, ücretlerde aynı miktarda bir düşüşü beraberinde getirecek. 2 milyon memur ve sözleşmelinin özel indirim mağduriyetini bu şekilde giderdiğini iddia eden hükümet faturayı işçilere kesiyor. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı istatistiklerine göre 4 milyon 781 bin 958 kayıtlı işçinin çalıştığı ülkemizde, özel indirimin kalkmasıyla, maaşlarda 6 milyon 750 bin lira ile 9 milyon 450 bin lira arasında azalma görülecek. 32 milyon 265 bin lira vergi ödeyen asgari ücretli bir işçi de, Ocak’ta bugünkü tutar üzerinden 39 milyon 15 bin lira gelir vergisi ödemek durumunda kalacak. Halen 225 milyon 999 bin lira olan net asgari ücret de, böylece 219milyon 249 bin liraya gerileyecek.

Devlet tasfiye etmeyi planladığı sosyal güvenliğe ayırdığı payı da düşürdü. ‘03’te sosyal güvenlik kuruluşlarına bütçeden yapılan aktarma 16 katrilyon 140 trilyon lira olarak hesaplanırken, gelecek yıl bu rakam 15 katrilyon 900 trilyon lira civarında bir rakama indirildi.

İşçi ve emekçilerin hak gaspları ve kayıpları sadece bunlarla da sınırlı değil. 12 Kasım’a kadar sürecek olan ‘04 Bütçe Tasarısı kamuda 60 bin kişinin emeklilik yoluyla tasfiye edilmesini, açıktan atama ve vadesi uzatılan borçları ödemekle yükümlü kuruluşlar dışındaki atamaların da 40 bin ile sınırlandırılmasını öngörüyor.

Sadece çalışanları değil tüm emekçi halkı açlık, yoksulluk ve sosyal yıkıma mahkum eden bu tablo daha fazla uzatılabilir. Ancak sokaktaki insanın dahi artık çok net olarak gördüğü ve dile getirdiği gibi, bu yılki bütçe de savaş, faiz ve borç bütçesidir. Sermaye hükümetleri bütçeyi işbirlikçi sermaye sınıfı ve İMF, DB vb. emperyalist kuruluşların çıkarları ve emirleri doğrultusunda hazırlamaktadır. Artık bugün kimse bunun doğruluğunu ya da “acaba”sını tartışmıyor. Yoksulluğu, açlığı, işsizliği hergün etinde-kemiğinde daha fazla yaşayarak biliyor, görüyor, tepki gösteriyor.

Perşembenin gelişi çarşambadan belliydi

‘03 savaş ve borç bütçesine imza atan sermaye hükümetlerinin tüm uygulamaları ‘04 bütçesinin ipuçlarını veriyordu. Ancak ‘03 yılını sınıfa ihanetle, sessizlikle geçiştiren sendika konfederasyonları doğal olarak ‘04 bütçesini de büyük bir hareketsizlikle karşıladılar. Laf olsun tarzından yapılan açıklamaları bir kenara bırakırsak, sınıf örgütleri cephesinden ortada elle tutulur, gözle görülür hiçbir tepki yok.

Türk-İş Genel Başkanı Salih Kılıç sanki bu ülke topraklarında yaşamıyormuş gibi, 2004 yılı bütçe yasa tasarısının eski bütçelerden bir farkının bulunmadığını belirterek, 2004 yılı bütçe yasa tasarısının değişim değil, çalışana vergi getirdiğini açıkladı. İMF ve Dünya Bankası patentli politikalara uygun bir bütçe yasa tasarısının hazırlandığını belirten Kılıç, bu anlayışla hazırlanan bütçeden çalışanlar lehine bir gelişmenin beklenmesinin mümkün olmadığını ifade etti.

KESK Genel Başkanı Sami Evren ise, “Biliyoruz ki, bu bütçe AKP hükümetinin iradesi dışında gerçekleşmiştir. AKP Hükümeti bir avuç ulus üstü sermaye kurumunun elinde bu ülke insanın geleceğini oyuncak etmiştir. Bu nedenle 2004 bütçesi bir teslimiyet belgesidir. AKP Hükümeti, bu ülkenin kaynaklarını talan ettirmek için mi orada oturmaktadır? İMF bürokratlarının önünde ceket iliklemek için mi orada oturmaktadır? Milyonlarca işsiz, yoksulluk sınırı altında yaşayan emekçi, kısacası bu ülke insanı hizmet bekliyor. Bu ülke insanı yoksul” yazılı açıklamasını yaptı.

DİSK’ten ise ne yazılı ne de sözlü bir tepki henüz kamuoyuna yansımış değil.

Bir önceki bütçenin sonuçlarına karşı mücadele örgütlemez, eyleme geçmezseniz, bir sonraki bütçeyi de böyle olağan ve doğal karşılarsınız. 6. kez denetlemeye gelen İMF heyetinin ziyaretlerini ve emperyalistlerle yapılan anlaşmaları ağzınız açık seyrederseniz, “bağımsız Türkiye” edebiyatı yapmaktan öteye gidemezsiniz. Hükümet kamu emekçilerine reva gördüğü sefalat ücretini savaşı öne sürerek açıklarken başınızı öne eğerseniz, savaşın da, krizlerin de faturasını milyonlarca işçi ve emekçiye ödetmekten en ufak bir rahatsızlık ve sıkıntı duymazsınız. Özelleştirmeler yoluyla ülke değerleri karış karış emperyalistlere peşkeş çekilirken, işten atılmalar yaşanırken, tepki boşaltmaktan öte kılınızı kıpırdatmazsanız açıklama yapmakla yetinmeyi marifet sayarsınız. YÖK’ hayır diyenin başına cop, savaşa ve işgale hayır diyenin tepesine bomba, iş diyene dayak, ekmek diyene gözaltı terörü, işçi sınıfının devrimci iktidarı diyene F tipi hücre, ulusal bağımsızlık ve özgürlük isteyen Kürt halkına işkence ve imha politikaları uygulanırken eyleme geçmez, üretimden gelen gücünüzü kullanmazsanız, “demokratik Türkiye” sloganınızın altı ve içi boş kalır. Sendikaların altı boşalılırken kölelik yasalarına onay verir, sermayeyle işbirliği yaparsanız, eliniz böğrünüzde koltuğunuza yapışıp kalırsınız. Bugün sendika konfederasyonları cephesinden yaşanan durum budur.

Sendika ağaları ihanette ortaklaşıyorlar!

Demek ki bu ülkede emperyalistlerle işbirliği yapan sermaye iktidarına karşı kararlı bir mücadele yürütülmeden Türkiye “bağımsızlaşamıyor”muş. İMF, DB vb. emperyalist kuruluşlarla imzalanan anlaşmalarla dış borç ödemeleri geçersiz sayılmadan, bu ülkede “halk için bütçe” yapılamıyormuş. NATO, AB, AGİT vb. emperyalist kuruluşlarla tüm ilişkiler kesilmeden, ülke savaş üssü ve ABD jandarması olmaktan kurtulamıyormuş. Açık-gizli tüm faşist-militarist örgütlenmeler dağıtılmadan, MGK, DGM’ler ve askeri yargı feshedilmeden bu ülke “demokratikleşemiyor”muş.

Ekonomik, sosyal, demokratik hak ve özgürlükleri kazanmak için sermaye iktidarının her türden saldırısına karşı dişe diş bir mücadele yürütmeyi, bedel ödemeyi göze almadan düzenin eteğine yapışarak siyaset yapmanın adı MGK sendikacılığıdır. Sen bunu, ister uzlaşacağım diye boş hayallerle meclis koridorlarında yürüt, ister sermaye toplantılarında saldırı yasalarını onaylayarak, ister kokteyllerde dilenerek, istersen meclise vekil yollayarak yap. Temsil ettiği sınıfın çıkarlarını korumakta ve haklarını kazanmakta birleşemeyenler sınıfa ihanette, onursuzlukta, işbirlikçilikte, işçi sınıfı ve emekçileri sosyal yıkıma daha fazla mahkum eden saldırılara tepkisiz kalmakta, hatta olan tepkileri dizginlemekte gönül rahatlığıyla ortaklaşıyorlar. Çünkü onları ne milyonlarca işçi ve emekçinin, ne de ülkenin geleceği ilgilendiriyor. Tek dertlri koltuklarındaki konumlarını korumak, rahatlarını bozmamak. Bunun için alçaldıkça onursuzlaşıyor, taviz verdikçe teslimiyette ve işbirlikçilikte sınır tanımıyorlar.

Satılmış işbirlikçi hainlerden hesap soralım!

Sendika yönetimlerinin ihanetine karşı tepkileri bugüne kadar hiç olmadığı kadar açığa çıkan işçi sınıfı ve emekçiler bu gerçeği elbette ki görüyorlar. Ancak bu ihanet şebekesini parçalayacak devrimci bir taban inisiyatifi yaratılamadığı için giderek hem örgütlülüğe hem de mücadeleye karşı güvensizleşiyorlar. Pireye kızıp yorgan yakıldığında, açıkta kalıp üşüyen yine işçi ve emekçiler oluyor.

İşyerlerinde, sendika şubelerinde gidişattan rahatsız, ihanete tepkili, mücadele etmeye niyetli ve kararlı unsurlar devrimci sınıf mücadelesi temelinde biraraya gelemedikçe, tabanın devrimci birliği sağlanamadıkça, ne bu hainlerden hesap sorulabilir, ne bu ihanet şebekesi dağıtılabilir, ne de sermayenin saldırılarına dur denilebilir.