18 Ekim'03
Sayı: 2003 (04)


  Kızıl Bayrak'tan
  Irak halkının son mesajı
  İMF programlarına hayır!
  Büyük olmak ile büyüklenmek
  Savaş ve işgal karşıtı eylemlerden...
  Kaynaklar emekçiye değil emperyalist savaşa ayrıldı!
  Kızılay'ın Irak seferi
  Irak'ta işgalci olmanın "yol haritası" çizildi
  Kitlelerin öfke ve tepkisini örgütlemek için daha fazla çaba!
  İmam hatip gerilimi uzlaşmayla sonuçlandı...
  Türkiye işçi sınıfı ve Ortadoğu halklarının zorlu dönemi!
  Bilgi edinme yasası!
  Dünya, Türkiye ve sol hareket/1
  Fanset işçisiyle dayanışmayı yükseltelim!
  TKY saldırısına eğitim emekçileri de ortak ediliyor!
  Emperyalist-siyonist saldırganlık azıyor!
  İslam Konferansı Örgütü Malezya toplantısı...
  Bolivya'da büyük halk hareketi...
  Büyük Zindan Direnişi yolumuzu aydınlatmaya devam ediyor!
  Savas tezkeresi ve kendini dayatan görevler...
  Tecavüzcü sürüsü!
  Olağanüstü hal başlar mı?
  Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın



 
Tecavüzcü sürüsü!

Takip ediyor musunuz? Dün, Jandarma Genel Komutanlığı, Ş.E.’ye tecavüz ettiği gerekçesiyle 405 (dört yüz beş) personeli hakkında açılan davaya ilişkin sadece birkaç gazetede çıkan haberlerden duyduğu rahatsızlığı dile getirdi:

“... abartılı olarak yansıtılan iddianın.. basın organlarında yorum ve değerlendirmelere tabi tutulması ve ‘Ş.E.’nin onur mücadelesi’, ‘Tecavüz skandalı büyüyor’, ‘Ş.E.’nin annesi de tecavüze uğramış’.. gibi başlık ve sloganlarla çarpıtılarak sunulmasının bölücü örgüt ve işbirlikçilerinin propaganda amaçlı gayelerinin bir parçası olabileceği değerlendirilmektedir.”
Haydi biz de bölücü işbirlikçileri olmaktan korkmayalım, Ş.E.’nin hikâyesini birlikte hatırlayalım. Ne sanıyordunuz? Yıllarca vatan mücadelesi kisvesi altında sürdürdüğünüz savaşın gerçek hikâyesi sonsuza kadar zafer kasalarınızda kilitli mi kalacaktı?

8 Ekim tarihli Radikal’de Ş.E.’nin hikâyesinin yanı başında ‘Koruculara bir şans daha’ başlıklı bir haber vardı. OHAL’in kaldırılmasının ardından silah taşıma ruhsatlarını ‘bulundurma’ya çevirmeyen köy korucularına üç ay süre tanındığı ve haklarında açılmış soruşturma ve davaların düşürülmesinin öngörüldüğü, bu düzenlemeyle de ‘teröre karşı devletin yanında yer alan vatandaşların mağdur olmamasının amaçlandığı’ belirtilmiş. Köy korucularının OHAL süresince uyuşturucu kaçakçılığından gaspa çeşitli karanlık örgütlenmeler içinde üremiş bir tecavüzcüler ordusu olduğunun haberleri de zaman zaman ayyuka çıkmıştı. Devlet, yöre halkını zapturapt altına almak için tasarımlamış olduğu bu kirli kurumu başından atabilmek için nicedir çeştli rüşvet programları çıkarmakla meşgul. Korucuların yörede kaçırdığı, tecavüz edip ölümüne neden olduğu kadınların sayısı da çıkacak nasılsa bir gün.

“Gerçek hayat hikâyesi”

Ş.E., 1997’den bu yana canını güç bela atmış olduğu Almanya’da yaşıyor. Mardin Ağır Ceza Mahkemesi’nin aralarında rütbelilerin de bulunduğu 405 asker hakkında açtığı davanın mağduru olarak biliniyor. Mardin Derik’e bağlı Çayköyü’nde yaşayan Ş.E., ilk olarak 93 Kasım’ında gözaltına alınıyor. Suratına yediği yumrukla üç dişi kırılıyor. Bir üsteğmen saçlarından tutup kafasını panzere vuruyor. Sonra karakol. Orada çırılçıplak soyuyorlar. Onu bir araba lastiğinin içine yerleştirip ellerindeki sopayı cinsel organına sokuyorlar. Bu arada üstüne tazyikli su sıkıyorlar. O bir hafta boyunca tazyikli su, elektrik verme, tekerin içine sokma, filistin askısı, ayaklardan baş aşağı asma işkencelerinin yanı sıra defalarca tecavüze uğruyor. Bir hafta sonra savcılığa çıkarılmadan serbest bırakılıyr.

Dört ay sonra, evi basılarak bir kez daha gözaltına alınıyor. Bu kez de aynı işkenceler ve iki hafta boyunca sürekli tecavüz. Yine savcıya çıkarılmadan, olanları anlatmaya kalkarsa kız kardeşlerini de aynı muamelenin beklediği tehdidiyle salıverilme. Ş.E., köyüne dönemeyip Derik’te akrabalarının evinde saklanmaya başlıyor. Ancak birkaç ay sonra köyüne dönüyor. Bir tarlada çalışmaya başlıyor. Bu kez de operasyona çıkan bir askeri birlik onu ve birkaç kişiyi tarladan alıp boşaltılmış köydeki evlerden birine sokuyor. Dayak yiyor. Ağzına tuz dolduruluyor.

“İri, yeşil gözleri olan bir subay vardı. Beni çırılçıplak soyup üzerimden geçti. İşini bitirdikten sonra oradaki askerlere dönüp ‘Siz de serbestsiniz’ deyince bu kez de onlar üzerime saldırdı. Bayılana dek dört kişi daha tecavüz etti.” Silah dipçiğiyle dövülen Ş.E., öldü sanılıp oracıkta bırakılıyor. Gözünü hastanede açıyor. Birkaç ay sonra İzmir’deki akrabalarının yanına kaçıyor. Kimselerle konuşmaması, sık sık düşüp bayılması, sinir krizleri geçirmesi akrabaları kaygılandırıyor. Ş.E.’yi 1995 Ağustos’unda Türkiye İnsan Hakları Vakfı tedavi merkezine götürüyorlar. Orada üç ay boyunca tedavi görüyor. Raporuna düşen, anlattığı hikâyelere uygun travma belirtileri, aşırı güvensizlik, majör depresif bozukluk ve yüksek anksiyete düzeyi. Sürekli k&acrc;buslar gördüğü, dikkat toplamakta güçlük çektiği de raporda belirtilmiş.

1997 yılında köyünden gelen akrabalarının “Askerler seni arıyor” haberi üstüne Almanya’ya kaçıyor. 98’de Almanya’da “Kadına Yönelik Devlet Kaynaklı Şiddet” konulu bir panelde söz alıp ağlayarak başından geçenleri anlatınca tam beş yıl sonra başlayacak bir hukuki süreci tetiklemiş oluyor.

Ş.E.’nin babası “örgüte yardım ve yataklık” suçlamasıyla gözaltına alınıp ağır bir işkenceden geçmiş. Kalbi kaldırmamış. Anası, babanın ölümüyle altı çocuğunu İzmir’e tarım işçiliğine göndermek zorunda kalmış. Ş.E.’nin anası İ.E. de, kızı ilk tutuklandığında yan odada kızının çığlıklarını dinleyerek aynı muameleden geçiyormuş. O da kızının uzun süre yemeden içmeden kesildiğini, hiç konuşmadığını, ancak ikinci tutuklanmasından sonra hastaneye götürüldüğünde defalarca tecavüze uğramışlığının ortaya çıktığını anlatıyor. Kızının acılarından ve neden sonra rahminden ameliyat oluncaya dek kesilmeyen kanamalarından söz ediyor. Ana da daha sonra ağır işkenceye ve tecavüze maruz kalmış. O da dört yıl boyunca tedavi görmüş.

Ş.E. ve anası, o yörede gözaltında tecavüze uğrayan belki binlerce kadından ikisi. Güneydoğu’da özellikle 90-95 yılları arasında gözaltında tecavüzün sistematik olarak uygulandığını bilmeyen kaldıysa hatırlatalım. Bir örnek: O dönemin Derik Karakol Komutanı Yüzbaşı Musa Çitil, daha önce de Şükran Aydın’a tecavüz suçuyla yargılanmış, tabii ki delil yetersizliğinden beraat etmişti. Yörede namlı bir işkenceci olarak tanınan yüzbaşı bu topraklarda yargılanamayınca iş AİHM’ye kalmış, Türkiye, işkence kurbanı Salih Tekin’e 25 bin sterlin tazminat ödemek zorunda bırakılmıştı. Karakolda askerlerin cinsel ihtiyaçlarını karşılamak için mutlaka gözaltına alınmış bir kadın kurban bulundurulduğu da ayyuka çıkmış “söylentilerden”. Tecavüz, gerek kanıtlanması güç olduğundan, gerekse kurbanların başlarınageleni anlatamamasından, herkesin bilip kimsenin engelleyemediği bir gerçeklik olarak suratımıza sırıtıyor. Tecavüz kurbanlarının, 14 Haziran’da İstanbul’da kaçırılıp tecavüze uğrayan DEHAP İstanbul Kadın Kolları yöneticisi Gülbahar Gündüz gibi korkmadan onur mücadelesi verebileceği bir ortam hazırladık mı?

Tecavüze ortak

Bu topraklarda her nesilden kaç milyon kadının tecavüze uğrayıp hayatta kalmak adına yaşadıklarını sineye çekerek bir başına yaralarını sarmaya çalıştığını hiç düşündünüz mü? Gecenin bir vakti kan ter içinde uyanıp kâbuslarını yapayalnız yaşamak zorunda olan; çocuklarını, yakınlarını, en önemlisi hayatlarını korumak için uğramış oldukları bu en vahşi saldırıyı unutmaya çalışan ne kadar kadın var yanımızda yöremizde. Solcu diye, Kürt diye, yoksul diye, fahişe diye, kocasının karısı diye, onun yeğeni bunun baldızı diye ve daha bütün insanlık hallerini sıralasak onlar diye, her şeyden geçtim kadın diye, ‘kirletilmek’ fiiliyle peçelenmiş diye her gün kaç kadın tecavüze uğruyor diye düşünmüşlüğünüz var mı? Mutlaka vardır. Çünkü sokaklarda, eviçlerinde, hayatın her öşesinde kadın cinselliğini küfre emanet etmiş dolanıp duruyorsunuz. Ancak birbirinizin anasını avradını bacısını sıradan geçirdiğinizde rahatlayabiliyorsunuz.

Birbirlerine yılışarak el veren saygıdeğer aile babaları tarafından iştahla ırzına geçilmiş kız çocuklarının gönüllü olup olmadığını tartışmayı biliyorsunuz çünkü. Sizden değil diye, HADEP’li diye, Dev-Solcu diye, fahişe diye, gülüp geçmeseniz bile içinizden sinsi bir “Oh olmuş orospuya” geçiyor çünkü. Tecavüzcü Coşkun’u gıptayla kudurmuş bir tezahüratla karşılayan sizsiniz çünkü.

Çünkü Türk askeri yapmaz. Çünkü hepsi söylenti. Çünkü her şey bölücülerin ekmeğine yağ sürüyor. Çünkü kadındır, hak etmiştir.

Kadınlardan nefret eden bu toplum tecavüzcülere çanak tutuyor.

İkiyüzlülükle, korkaklıkla, alçakça susup görmezden gelerek. Kimileyin açıkça onaylayarak.

Pekiyi neden her erkeğin anasına bacısına karısına küfredildiğinde bir cinayet makinesine döndüğünü, hele içkiliyse sel salya sümük bağrını yumruklayıp ölüme koşar gibi yaptığını hâlâ anlayamadınız mı? Bu namus müsameresinde kadınına toz kondurmayan horoz kılığına bürünmek saklanmanın en mubah yolu da ondan.

Yıldırım Türker
(Radikal, 13 Ekim 2003)



Eyüp Yerel Platformu’ndan eylem

Sermaye devleti bir yandan fabrikalarda sınıfa dönük saldırılarını sürdürürken, diğer yandan onları oturdukları mahallelerde de kuşatmaya çalışıyor. İşçi ve emekçilerin bilinçlenmesinden ve tepkisinden korkan sistem emekçi semtlerine hırsızlığı, çeteleşmeyi, fuhuşu, uyuşturucuyu bilinçli tarzda sokarak sorunlarına duyarsız bir toplum yaratmaya çalışıyor.

Bu saldırılara karşı çalışmalarını belli bir süredir sürdüren Eyüp Yerel Platformu 12 Ekim günü bir yürüyüş gerçekleştirdi. Öncesinde bu sorunların yoğun olarak yaşandığı Alibeyköy Saya Yokuşu ve Cengiz Topel mahallelerinde bildiri dağıtımları ve kahve konuşmaları ile eyleme çağrı yapıldı. Saat 18:00 gibi yaklaşık 250 kişinin katıldığı bir yürüyüş gerçekleştirildi.

Katılım istenilen düzeyde değildi. Ancak eylem platformun pratik adımlara kavuşması bakımından anlamlıydı. Pencerelere çıkan insanların yürüyüşçü kitleyi alkışlaması moral ve motivasyonu artırdı. Bu durum platformun kısa sayılabilecek bir dönemde yarattığı etkinin bir göstergesi sayılabilir. Elbette platformun kitleselleşmesi uzun soluklu ve çok yönlü bir mücadele için emek harcanması sonucu gerçekleşecektir.

Eyüp Yerel Platformu’ndan
BDSP çalışanları



İzmir’de “tek tip elbise” karşıtı eylem

İHD İzmir Şubesi Cezaevi Komisyonu tarafından 11 Ekim günü Konak Sümerbank alanında TTE uygulamasına karşı bir basın açıklaması yapıldı. Yapılan açıklamada; “Adalet Bakanlığı’na 2 Temmuz ‘03 tarihinde teslim edilen ve geçtiğimiz hafta meclise gönderilen 73 sayfalık ‘Ceza ve tedbirlerin infazı hakkındaki kanun tasarısı’nın tüm maddeleri tutuklu ve hükümlülerin haklarını yoketmeye yöneliktir. 39. maddede ‘tutuklu hükümlülerin sessiz tepki vermesi’ dahi yasaklanmış, 28. maddede zorla çalıştırılma yasal hale getirilmiştir. 62. maddesinde de tutuklu ve hükümlülere tep tik elbise dayatılmasını F tipi saldırı ve yoketme sürecinin devamı olarak görüyor ve karşı çıkıyoruz” denildi.

Kısa bir oturma eyleminin de yapıldığı basın açıklamasında “İnsanlık onuru işkenceyi yenecek!”, “Zindanlar boşalsın tutsaklara özgürlük!”, “İçerde dışarda hücreleri parçala!”, “Tek tip elbiseye hayır!” sloganları atıldı.

Kızıl Bayrak/İzmir