29 Haziran'02
Sayı: 25 (65)


  Kızıl Bayrak'tan
  Sermayenin artan saldırıları ve devrimci görevler
  Sınıfa yeni saldırıda sendika ağalarının açık suç ortaklığı
  İşçi sınıfının tarihsel mücadele sorumluluğu
  Asgari ücrette sadaka artışı
  Banka operasyonlarının tüm faturası da emekçilere ödetiliyor
  Siyonist İsrail Filistin'i işgal planlarını hayata geçiriyor...
  Bush'un yeni "Filistin Planı" Filistin halkına teslimiyeti ve köleliği dayatıyor...
  MGK ve sonrası
  MHP usulü düzen siyaseti
  Eğitim-Sen Tüzük Kurultayı'na giderken...
  Öncü-devrimci kamu emekçilerine çağrı!
  AB sorunu üzerinden yaşanan çatışmanın anlamı ve sınırları
  İşbirlikçi düzen cephesinde iç dalaşma
   Katliamcı sermaye düzeninden hesabı işçi ve emekçiler soracak!
   "Sermayenin ve savaşın Avrupası"na karşı geniş çaplı kitle gösterileri
   Gençlik
   Esenyurt İşçi Bülteni'nin Haziran sayısından...
   Anadolu Yakası Öncü İşçi-Emekçi Platformu Girişimi Bülteni'ninden...
   Kavgamızda bir buzkıran, geleneğimizde bir kilometre taşı: Nazım Hikmet!
   Çiğli İşçi Kültür Sanat Evi coşkulu bir etkinlikle açıldı!
   Fransız işçilerinin görkemli Haziran ayaklanması...
   15-16 Haziran ve "çağdaş sendikacılık"
   Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 
Emperyalist AB’nin Sevilla zirvesi, üç gün boyunca biribirini izleyen kitlesel protestolara sahne oldu...

“Sermayenin ve savaşın Avrupası”na karşı
geniş çaplı kitle gösterileri

20-22 Haziran tarihleri arasında AB’nin 15 hükümet ve devlet başkanı, dönem başkanlığı sona eren İspanya’da son kez biraya geldiler. Berlin duvarının yıkılışını naralar atarak kutlayan batılı emperyalistler, Sevilla’da kale duvarlarını daha da sağlamlaştırmak ve sermaye için sınırsız dolaşım sağlanırken dünyanın yoksul halklarına karşı duvarlarını daha da yükseltmek için buluştular.

İspanya’nın gerici Aznar hükümeti daha günler öncesinden Sevilla’ya gelecek 15 ülkenin devlet ve hükümet başkanlarını korumak üzere kente 10 bin polis ile yığınak yapmıştı. Havada avcı uçakları, denizde donanma gemileri hazır bekletiliyordu. Sınırlarda Şengen anlaşması bir kez daha ihlal edilerek küreselleşme karşıtları geri çevrildi. Portekiz’den gelen 500 kişilik bir grup İspanya’ya sokulmadı. Şehre tüm giriş çıkışlar kontrol altına alındı, kimlik kontrolleri yoğunlaştırıldı, aramalarda ele geçen pankart vb. malzemeye el konuldu, kentte tüm benzin satışları ve nakliyatı yasaklandı.

Tüm bunlara karşın sokaklardan yine üç gün boyunca yüzbinlerin başka bir dünya özlemlerini dile getirdiği şiarlar yükseldi. "Sermayenin ve savaşın Avrupası!" protesto edildi. Sevilla halkı protesto gösterilerini yol kenarlarında birikerek, balkonlardan sıkılı yumruklarını kaldırarak, alkışlayarak, sloganları birlikte atarak destekledi.

Açılışı genel grevle işçi sınıfı yaptı

Eylem sahnesine önce işçi sınıfı çıktı, ilk sözü o söyledi. 19 Haziran’da Basklıların yaşadığı bölgeler, 20 Haziran’da ise İspanya’nın geriye kalanı, Aznar hükümetinin işten atmaları kolaylaştıran ve işsizlik parası yasasını sertleştiren "iş piyasası reformu"nu protesto eden işçi sendikalarının genel grevleriyle sarsıldı.

19 Haziran Çarşamba günü Basklı sendikaların genel grev çağrısına Basklıların yaşadığı bölgelerde yüzde yüz katılım sağlandı. Gazeteler basılmadı, televizyon ve radyolar sustu, işyerlerinde bantlar çalışmadı, kamu ulaşımı durdu.

20 Haziran Perşembe günü ise İspanya genelinde bir genel grev yaşandı. Bu 1994 yılından sonra İspanya’da yaşanan ilk genel grevdi. Greve ilk başta Basklıların yaşadığı bölgeden daha düşük bir katılım gözlense de, İspanya genelinde kamu ulaşımı ve endüstri sektörleri başta olmak üzere büyük ölçüde hayat durdu.

Basklılar’ın grevi aktif geçerken, İspanya’daki grev daha pasif sürdü.

Çarşamba günü Bask’ın Bilbao kentinde grevdeki işçiler yollara ateşler yakarak barikatlar kurdular ve grev komiteleri oluşturdular. Bu komiteler, küçük işletme ve işyerlerine giderek, dükkanları ve işyerlerini kapatmaları ve genel greve katılmaları için çağrı yaptılar. Çok sayıda otobüs grev komitelerince depolarından çıkarılmadı, çalışan vasıtaların tekerleri patlatıldı. Maalesef Bask bölgesinde İspanya sendikaları UGT ve işçi komisyonları CCOO üyesi işçiler Basklıların genel grev çağrısına uymayarak grev kırıcığı yaptılar, işlerinin başına gitmek istediler. Bu nedenle birçok yerde grev kırıcısı rolündeki İspanyol işçilerle Basklı işçiler aralarında kavga çıktı. Grev komitesinin, grev kırıcılarının çalışmasını aktif olarak engellemek istediği yerlerde polis ile gergin anlar yaşandı.

Bask bölgesinde genel grevin Çarşamba günü yapılması ve grev komitelerinin aktif faaliyet göstermesi, Basklı ve İspanyol sendikaları arasında yaşanan kavgadan kaynaklanıyor. Basklı sendikalar, İspanyol sendikalar tarafından genel grev görüşmeleri ve kararlarının dışında tutulmalarını protesto etmek için, kendi bölgelerinde genel grevi bir gün önceye aldılar.

Bask bölgesinde gerçekleştirilen greve, 1999 yılında yaşanan ve İspanyol sendikalarının da destek verdiği 35 saatlik iş haftası için yapılan grevden daha yoğun bir katılım sağlandı.

Basklıların yerel hükümetlerinin aksine İspanya hükümeti Perşembe günü gerçekleşen grevin "normal" şartlarda geçtiğini, hatta bir "genel grev havasının hissedilmediği"ni söyleyerek grevi küçümseme yolunu seçti. Sendikalar genel greve %84 oranda katılımdan sözederken, hükümet bu oranı önce 8, sonra %16 olarak açıkladı.

Aynı anda bir çok eylem ve etkinlik

Perşembe günü Sevilla’da onbinlerce grevci işçinin katıldığı bir yürüyüş yapıldı (Katılım ile ilgili 200 bine kadar değişik rakamlar veriliyor). Genel grevin hava alanlarında da sürmesi nedeniyle AB şefleri zirve toplantısına planlanan zamanda başlayamadılar. Bu yüzden zirve Cuma günü öğleden sonra ancak başlayabildi.

AB hükümet ve devlet başkanlarının katıldığı zirveye paralel olarak Avrupa’nın kalelerine karşı çıkan işçi, emekçi, köylü ve gençler de sokaklarda “Sermayenin Avrupası’na hayır!” diyerek “başka bir dünyanın mümkün olduğunu” bir kez daha haykırdılar.

Cuma günü dar sokakları ve küçüklü büyüklü meydanlarıyla Sevilla’nın her yerinde yürüyüşler, mitingler, toplantılar kısaca eylem vardı.

"Hiç kimse yasadışı değildir!" şiarı altında göçmen ve sığınmacıların hakları için "Enternasyonalizm yürüyüşü" gerçekleştirildi. Başka bir yerde ise geri ve bağımlı ülkelerin borçlarının silinmesi için gerçekleştirilen yürüyüşler sürüyordu.

Yine bir alanda finans politikaları üzerine bir miting, başka bir alanda anti-militarist miting, bir diğer alanda ise ekoloji üzerine mitingler gerçekleştirildi. Buralarda yapılan konuşmalarda, taşınan dövizlerde, oynanan sokak tiyatrolarında, AB’nin tarım ve askeri politikalarının yanısıra geri ve bağımlı ülkelere uyguladığı politikalar eleştirildi. Yoksulluğun asıl nedeninin yoksul ülkelerin borçlandırılması olduğu vurgulandı, bu borçların silinmesi talep edildi.
Bunları feministlerin yürüyüşü ve başka bir alanda gerçekleştirilen işsizliğe karşı yürüyüş izledi.

400 kadar yasadışı göçmenin sığındığı kilisenin önü ise tüm gün boyunca eylem alanıydı. Burada polis her türlü provokasyonu denedi. Zaman zaman polis ile dayanışmacı gruplar arasında çatışmalar yaşandı.

Üniversitenin spor salonu da kaçak göçmenler tarafından iki haftadır işgal altında tutuluyordu. İspanya’da bulunan Kuzey Afrikalı mevsimlik işçiler, özellikle seralarda en ağır sömürü koşullarında çalıştırılıyorlar. Bunlar kentin dışında derme çatma barakalarda yaşıyorlar. Çoğu kaçak olan bu işçiler, son yıllarda Doğu Avrupa’dan daha ucuza getirilen işçilerin çalıştırılması nedeniyle, işlerini kaybetmekte veya oturma süreleri uzatılmamakta. Kendi ülkesine de geri dönemeyen işçiler böylece burada kaçak duruma düşürülmekteler. Halen spor salonunda bulunan, çoğunluğunu Kuzey Afrika’dan turist vizesiyle ve mevsimlik işçi olarak gelen, oturma izinleri uzatılmayan 400 kişinin içine düşürüldükleri durumu protesto için başlattığı açlık grevi de iki gün boynca ziyaretçi akınına uğradı.

Yine iki gün boyunca tüm dünyadan gelen insanların katıldığı, yeni liberal küreselleşmeye karşı alternatifler üzerine tartışıldığı, Birlik’in göç politikasının sert bir dille eleştirildiği forumlar düzenlendi.

“Eğitim meta değildir!” sloganıyla ögrenciler de sahnedeydi

Avrupa’nın çeşitli ATTAC grupları toplantısında GATS ile ilgili ve “başka bir dünya mümkün” başlığı altında ortak bir deklarasyon kaleme alındı. Avrupa’nın değişik ülkelerinden gelen " Education is not for sale" (Eğitim satılık değildir) grubu da neoliberal eğitim politikası, eğitim sorunu, Avrupa’da sürdürülen eğitimde özelleştirmeler, paralı eğitim saldırıları üzerine forumlar gerçekleştirdiler, fikir alışverişinde bulundular.

İspanya’da yüksek okul öğrencileri geçtiğimiz yıl sadece zengin çocuklarına okuma olanağı bırakan yüksek öğrenim yasasında yapılması düşünülen değişikliklere karşı aylarca boykota gitmişler, kitlesel yürüyüşler, militan gösteriler gerçekleştirmişler ama yenilmişlerdi. Mücadele bayrağı bu kez Almanya’nın yüksek öğrenim gençliğinin elindeydi. Ama sadece İspanya ve Almanya değil, İngiltere, Yunanistan, Belçika, Avusturya yüksek öğrenim gençliği de eğitimde özelleştirmeler ve paralı eğitim dayatmasıyla karşı karşıyalar...

Aynı akşam saat 19-23:00 arası yüksekokul öğrencilerinin bir yürüyüşü yapıldı. Tüm Avrupa’dan Sevilla’ya gelmiş olan öğrenci gruplarının da katılımıyla binlerce kişilik bir eylem gerçekleştirildi. Sermayenin ve devletinin gençliğin dinamizmi ve militanlığından ne denli çekindiği belli oluyordu. Polis bu yürüyüş öncesi tüm kentte kontrolleri sıklaştırmış, tüm yolları kapatmıştı. Göstericilerin toplandığı meydana giriş çıkışlara da sadece arama yaparak izin vermişti. Yürüyüş boyunca da provokasyon ortamı yaratmaya çalıştı. Tüm bunlar yürüyüşün baştan sona militan coşkulu ve dinamik geçmesini engelleyemedi. Öğrenciler "eğitim meta değildir!", "Bizler anti kapitalistleriz!", "yaşasın dayanışma!", "Bush, Şaron.....terörist!", "Yaşasınintifada!" sloganlarını coşku ile tüm eylem boyunca attılar. Yürüyüş bitiş alanında kendini bekleyen diğer gruplarla birleşti ve gece geç saatlere kadar müzik gruplarının bir açıkhava konserine dönüştü.

100 binden fazla kişinin katıldığı büyük gösteri

Cumartesi günü ise 100 binin çok üzerinde kişi, "Başka bir Avrupa ve demokratik, adil ve eşit bir dünya!" sloganıyla yürüdü. Yürüyüşü organize edenler katılımın 250 bin civarında olduğunu söylüyorlar.

Yürüyüş kolunun başında emperyalist küreselleşme karşıtları yer almışlardı. Bu kortejlerde her grup ve çevre rengarenk semboller, maketler, küreselleşmeyi ve Avrupa Birliği’nin neo-liberal politikalarını protesto eden pankart ve dövizler taşıdılar, müzikler eşliğinde dans edip sloganlar atarak yürüdüler.

Ardından sendikaların kortejleri geliyordu. Burada işçiler tok bir biçimde ve büyük bir coşkuyla, hiç susmamacasına sloganlar haykırdılar. PAME pankartı ardında yürüyen Yunanlı işçiler "Yaşasın Filistin halkının direnişi!", "Savaşan Filistin halkına özgürlük!" sloganlarını sık sık attılar ve bu sloganları tüm kitleye attırdılar. Anarco Sendikalist CGT “Başka bir dünya mümkün” sloganını öne çıkarırken, Basklı gruplar da "Kapitalizme Karşı Küresel İntifada!" pankartları ile yürüdü. Yürüyüşe reformist çizgideki İspanya Komünist Partisi (PCE) de aktif olarak katıldı. Bu partinin kortejinde Marx, Engels, Lenin portrelerinin yanısıra başka bir Avrupa alternatifinin sosyalizmde olduğu yazılı pankartlar taşındı.

Daha Sevilla zirvesi bitmeden emperyalistlerin diğer zirvelerini (1 Temmuz’dan itibaren dönem başkanlığını üstlenecek olan Danimarka’da 13-15 Aralık tarihlerinde gerçekleşecek Avrupa Birliği zirve toplantısı, 2003 yılında Fransa’da toplanacak G-7 zirvesi) protesto etmek için çağrılar yapıldı.



Avrupa “uygarlık projesi”nin emperyalist,
gerici ve ırkçı içyüzü...

A. Güneş

Emperyalist sermaye ve meta akışı için her türlü engeli yıkanlar, kendi ülkelerine insan akışına karşı ırkçı önlemler alıyorlar...
Batı Avrupalı emperyalistler yoksulluk denizinde yüzen zengin adalarının çevresini yeni duvarlarla örüyorlar...

Avrupalı emperyalist liderler 1 Temmuz’dan itibaren Danimarka’ya geçecek olan dönem başkanlığı öncesinde gerçekleşen son zirve için Güney İspanya metropolü Sevilla’da bir araya geldiler. Toplantının ana gündemini Avrupanın dışişleri-içişleri bakanlarının, komisyonlarının aylardır tartışıp taslaklar hazırladıkları "Avrupa’ya yönelik yasadışı göçmen akınını durdurmak için alınacak önlemler" oluşturuyordu. Avrupalı emperyalistlere göre "zengin kuzey"i "yoksul güney"in göç akınlarından korumak için Avrupa’da göçmenlere karşı izlenen "liberal politikalar" terkedilmeli, bunun yerine bir süredir Danimarka’nın uyguladığı sert politikalara yönelinmeliydi.

Bu amaçla başta İngiltere, İtalya ve İspanya olmak üzere Avrupalı emperyalistler kaçak göçmenlere karşı Avrupa’nın duvarlarının daha da yükseltilmesi gerektiğini savunurken, İngiltere ve İtalya’nın yaptığı gibi denizden gelebilecek "tehlike"ye karşı savaş gemilerini kullanılarak, uzaya ise uydu yerleştirilerek göçün nasıl engelleneceği üzerine taslaklar hazırladılar.

Europol polis dairesinin verdiği bilgiye göre, tahminen yılda 500 bin kişi AB’ne yasadışı olarak giriyor ve bunun 400 binini sığınmacılar oluşturuyor. Dünya ölçeğinde ise, yoksulluk ve açlıktan, doğal felaketlerden, faşizm ve savaştan dolayı ülkelerini terkederek yeni ve daha yaşanabilir koşullar için göç eden insanların sayıları 70 milyon. Bununla kıyaslandığında dünyanın en zengin kıtası Avrupa’ya sadece %1’in altında göçmen geliyor. Ama ne de olsa bu oran 1993 yılından 13 kat daha fazla ve bu da özgürlük şampiyonu Avrupalı emperyalistlerin harekete geçmesi için yeterli.

Avrupa Birliği’nin göç sorununu son zamanlarda ana gündem yapmasının nedenlerinden biri, Avrupa’da son iki yılda güçlenen yabancı düşmanı gerici ve faşist partilerin birbirini izleyen seçim başarıları. Avrupa’da 13 sosyal demokrat hükümetten şu an sadece 5’i kalmış durumda. Halen işbaşındaki hükümetlerden 8’i gerici ve faşist partilerden oluşuyor. Bu gerici ırkçı-faşist partiler göçmenler üzerinden siyaset yaparak oy potansiyellerini daha da artırmayı hedefliyorlar. Göç ile ilgili kararlarda sosyal demokratlar, büyük güç kaybettikleri bu koşullarda, kolayca ikna olabilecek durumdalar. Gerici faşist partiler ise sosyal demokratlardan gelebilecek itirazların çok cılız olacağını ve kaale alınır bir yanının olmadığını çok iyi biliyorlar.

Göç sorununun ana gündem yapılmasının diğer bir nedeni de, Avrupa Birliği’nin doğuya genişlemesi sürecidir. Bilindiği gibi 2002 Aralık ayında AB’ne 10 yeni üye ülkenin katılması hedefleniyor. Bu ülkeler birliğe katılmadan önce emperyalist Avrupa, sınırlarını yasadışı “sızmalara” karşı sağlamlaştırmayı güvencelemek istiyor.

Avrupalı emperyalistler aylardır bu yönlü ön çalışmalar yürütmüşlerdi. İçişleri bakanları Avrupa’nın doğuya genişlemesinden önce ortak bir göç ve yabancılar yasasında anlaşmak istiyorlardı. Sınırların daha sıkı korunması, polis teşkilatları arasında sıkı işbirliği, tüm Avrupa’da uygulanacak ortak bir iltica yasasının çıkarılması konularında ortak görüş birliğine vardılar ve bunu bir taslak halinde Sevilla zirvesine sundular.

17 Haziran’da da dışışleri bakanları biraraya gelerek göçmen sorununu tartıştılar. İspanya’nın göçmen gönderen geri ve bağımlı ülkelere yapılan yardımların kesilmesi biçiminde bir yaptırım uygulanması önerisi İtalya, İngiltere, Avusturya tarafından büyük bir hararetle desteklendi. Bilindiği gibi İngiltere, 30 bin yasadışı göçmeni geldiği ülkelere geri gönderme kararı alarak göçmenlere karşı amansız bir savaş başlatmış ve bunu Akdeniz’de savaş gemileri bulundurma kararıyla sürdürmüştü. Fransa ve İsveç şimdiye kadarki politikaların devamından yana tavır takınırken, Almanya’nın sıkıntısı ise alınacak kararların kendilerinin geçtiğimiz aylarda kararlaştırdıkları göç yasası ile çelişmemesi.

AB emperyalistleri sınırların göçmenlere kapatılmasını insan kaçakçılığı ile mücadele kılıfına büründürerek gerçekleştirmeye çalışıyorlar. Ve bunu, daha hızlı bilgi alışverişi, daha fazla gözetleme tekniği, personelin aynı düzeyde eğitimi, insan kaçakçılarının rotasını belirleyen uyarı sistemi ve Akdeniz’e kaçak insan taşıyan gemilere karşı savaş gemileri yerleştirme yoluyla sağlamayı hedefliyorlar.

Ayrıca Avrupa’nın sınırlarını ortak koruma adı altında, kısa, orta ve uzun vadeli önlemler düşünülüyor. Kısa vadeli önlemler çerçevesinde, tüm AB ülkelerinde birbirine uyumlu yasalar, sahte pasaportların tanınmasının kolaylaştırılması, daha iyi teknik donanım ve personelin ortak eğitimi, bilgi alışverişi ve ortak güvenlik analizleri hedefleniyor. Orta vadede Yunanistan, İspanya, İtalya ve Almanya’da korunması zor ve uzun sınırların gözetlenmesi için mali finansmanın eşit paylaşımı düşünülüyor. Uzun vadeli önlemler arasında da 2008 yılından itibaren uzaya yerleştirilecek Galileo uydusu aracılığı ile Avrupa gözetim altına alınacak. Ayrıca AB bünyesinde suçlu veya aranan kişilerle ilgili bir bilgi bankası oluşturulması, Avrupa’nın dış sınırlarını korumak için çokuluslu sınır güvenlik birliklerinin kurulması hedefleniyor.

Sevilla zirvesi bunların tümünün karara bağlanmasına yetmedi, bir kısmı Danimarka’da yapılacak zirvede tartışılmak üzere ertelendi. Göç konusunda alınan kararlar zirvenin sonuç bildirgesinde şu şekilde yer aldı: Sınırlarını yeterince koruyup gözetleyemeyen göç kaynağı ülkeler veya transit ülkeler bunun sonuçlarına katlanmalılar. Eğer 3. ülke (transit ülke kastediliyor) AB ile işbirliği yapmaz ise yaptırıma konu edilmelidir. Göç AB ve ona üye ülkelerin göç kabul etme kapasitesi ile birleştirilmeli...

Bunun dışında 2002 yılının sonuna değin dış sınırlarda ortak uygulamalar karara bağlandı. Ayrıca 3. ülkelerin kaçak göçmenleri kabul etmek zorunda olduğu ve iltica ile ilgili daha seri kararlar alınması da kararlaştırıldı.

Batı Avrupalı emperyalistler yoksulluk denizinde yüzen zengin adalarının çevresine duvarlar dikiyorlar. Kendilerinin neden olduğu yoksulluktan, açlıktan ve savaşlardan kaçan insanlara karşı diktikleri kale duvarlarını daha da yükselterek, daha çok teknik donanım, daha çok silah yığarak korunmaya çalışıyorlar.

Ama nafile! Bugün tüm dünyadaki yoksul halkların sesine Avrupalı emperyalistlerin kendi kale duvarları içinde de sömürdükleri, yoksullaştırdıkları işçi ve emekçilerin "Başka bir dünya mümkün!" diyen, “Sermayenin ve savaşların Avrupa’sına hayır!” diyen sesleri karışıyor. Bu sesler emperyalist metropollerin sokaklarından, alanlarından yükseliyor. Hergün biraz daha artan sayıda insan emperyalist şeflerin inlerinin dibine dikiliyor ve onlar ancak en yüksek donanımlı silahlar ve ordularla korunabilir duruma geliyorlar. Ve birgün işçi ve emekçiler bu duvarları yerle bir ettiklerinde, emperyalist barbarlar kendi diktikleri duvarların göçükleri altında ebediyen yok olup gidecekler.