29Haziran'02
Sayı: 25 (65)


  Kızıl Bayrak'tan
  Sermayenin artan saldırıları ve devrimci görevler
  Sınıfa yeni saldırıda sendika ağalarının açık suç ortaklığı
  İşçi sınıfının tarihsel mücadele sorumluluğu
  Asgari ücrette sadaka artışı
  Banka operasyonlarının tüm faturası da emekçilere ödetiliyor
  Siyonist İsrail Filistin'i işgal planlarını hayata geçiriyor...
  Bush'un yeni "Filistin Planı" Filistin halkına teslimiyeti ve köleliği dayatıyor...
  MGK ve sonrası
  MHP usulü düzen siyaseti
  Eğitim-Sen Tüzük Kurultayı'na giderken...
  Öncü-devrimci kamu emekçilerine çağrı!
  AB sorunu üzerinden yaşanan çatışmanın anlamı ve sınırları
  İşbirlikçi düzen cephesinde iç dalaşma
   Katliamcı sermaye düzeninden hesabı işçi ve emekçiler soracak!
   "Sermayenin ve savaşın Avrupası"na karşı geniş çaplı kitle gösterileri
   Gençlik
   Esenyurt İşçi Bülteni'nin Haziran sayısından...
   Anadolu Yakası Öncü İşçi-Emekçi Platformu Girişimi Bülteni'ninden...
   Kavgamızda bir buzkıran, geleneğimizde bir kilometre taşı: Nazım Hikmet!
   Çiğli İşçi Kültür Sanat Evi coşkulu bir etkinlikle açıldı!
   Fransız işçilerinin görkemli Haziran ayaklanması...
   15-16 Haziran ve "çağdaş sendikacılık"
   Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 
Bush’un yeni “Filistin Planı” Filistin halkına teslimiyeti ve köleliği dayatıyor...

Zorbalık ve küstahlık!..

Zorbalık ve küstahlık ikiz kardeş gibidir. Zorba olan her zaman küstahlığı bir yaklaşım ve ilişki biçimi olarak benimser. Emperyalist zorbalar, halklar ve emekçilere karşı küstah bir yaklaşım içinde olmuş, bunu kendileri için değişmez bir hak ve ayrıcalık olarak algılamışlardır.

Emperyalizm tarihi, aynı zamanda zorbalıklar ve küstahlıklar tarihidir!

Günümüzün en büyük zorbası, barbarı ve küstahı ABD emperyalizmi, halklara ve emekçi sınıflara karşı, hatta kendisi dışındaki dünyaya karşı son derece zorba ve küstahtır. Zorbalık ve küstahlık, aynı zamanda hiç bir kural, ölçü, sınır tanımamak anlamına da geliyor. Burada kendisini belirleyen, sınırlarını çizen sınırsız ve kaba çıkarlarından başka bir şey değildir. Özellikle dünya ölçeğinde kendisine kafa tutacak bir blokun ve kendisini sınırlandıracak, caydıracak bir gücün olmayışı zorba ve küstah oluşunu sınırsız bir biçimde koşullamaktadır.

1990’lardan bu yana dünyanın tek “efendisi” olarak kalan, bu hegemonik varlığını ve gücünü dünya stratejisinin odağına oturtan ABD, zorbalığın, küstahlığın ve barbarizmin en büyük temsilcisi konumundadır. Özellikle 11 Eylül’den sonra bu konumunu meşrulaştırmak için yoğun bir çaba içine girdi ve her fırsatta gösterdi. “Ya bizden yanasınız, ya düşmanlarımızdan” yaklaşımı bu zorbalık, keyfilik ve küstahlığın en özlü ifadesidir.

Bu yönelim, aynı zamanda dünya çapında bütün alternatif ve olası alternatif güç ve eğilimleri etkisizleştirme ve yok etme stratejisi anlamına geliyor. Bu, aynı zamanda dünyayı ilkel sermaye birikimi dönemindeki gibi vahşi sömürgeci tarzda yönetme, zorbalık, keyfilik ve küstahlığı en açık ve kaba biçimde uygulama anlamına geliyor. ABD’nin dünyayı bir sömürge imparatorluğu biçiminde yönetme istemi, soyut bir istem olmaktan öte, somut bir strateji ve uygulama tarzıdır... Bunu her olayda ve gelişmede görmek mümkündür...

ABD’nin sergilediği en son zorba ve küstah tutumu, Bush’un açıkladığı “Filistin Planı”dır. Bu plana göre Filistinliler eğer bağımsız bir devlete sahip olmak istiyorlarsa “Terörizme karşı kendi çizgilerinde bir Filistin yönetimini iş başına getirmek zorundadırlar. Yoksa İsrail işgaline ebediyen razı olmak durumundadırlar.” Bush’un açıkladığı “yeni” plan, özünde bir yeniliği ifade etmiyor. Öteden beri izlenen politikayı daha somut, açık ve tartışmasız bir ifadeye kavuşturmuş oluyor. Oslo sürecine, yani bir zamanlar göklere çıkardıkları “Ortadoğu Barış Süreci”ne yükledikleri anlam, Filistinliler’den bekledikleri ile şimdi Bush planında dayattıkları özünde aynıdır. O da şudur:

İsrail’in işgalci konumunu meşru görmek, buna karşılık Filistinlilere özerklik tanımak, özerk yönetimi ise Filistin direnişi karşısında kendi işgalci ve zorba aygıtının bir uzantısı, maşası ve yerel sopası haline getirmek! Bir Belediye başkanlığı konumuna getirilen Arafat ve özerk yönetimden istenen buydu. Bugün de istenen bundan başka bir şey değildir. Dün bu, biraz daha örtüktü, bugün ise daha açık ve dolaysız! Aralarındaki fark işte bu kadar. Dün, bu dayatma biraz daha “nazikçe” ve “usulüne uygundu”, ama bugün son derece üstten ve küstah bir tutumla dayatılmaktadır.

Oslo süreci özünde ölü doğan bir süreçti, bir kaç yıl yapay solunumla ayakta tutuldu, ama iki yıl önce tümden çöktü. Kimi yorumcuların yaptıkları doğru değerlendirmeyle, Bush planıyla gerçekte Oslo sürecinin cenaze töreni yapılmaktadır. ABD, Filistinlilere ya mutlak itaat ve işbirlikçilik, yani tam anlamıyla Filistin davasına ihanet, ya da dört başı mamur bir işgal, tüm yaşama olanakları ve kırıntılarından yoksun kalma ikilemi dayatmaktadır. Bu dayatma da son derece küstah bir yaklaşımla yapılmaktadır.

Kuşkusuz bu dayatma, aylardır süren İsrail zorbalığı, barbarlığı ve katliamlarının yeni boyutlar kazandığı bir dönemde yapıldı ve bunun her açıdan İsrail’in politikasını yansıttığı da tartışmasız bir gerçektir. Nitekim açıklanan Bush planını İsrail gazeteleri, Şaron için bir “zafer” olarak tanımlayarak selamladılar ve sevinçlerini gizleme gereği duymadılar.

Fakat unutmamak gerekir ki, ABD’nin bütün açıklığı ile ortaya koyduğu bu strateji, her türlü reformist ve işbirlikçi düşünce ve politikaların kesin iflasını belgelemekten başka bir işe yaramayacaktır. İşgal, zorbalık ve barbarizme karşı özgürlük direnişi şiddetlenerek, kendi içinde yeniden saflaşarak ve büyüyerek devam edecektir...

Bush planı, yani zorbalık, keyfilik ve küstahlık, dünya ve bölgemizi yönetme istem ve tarzlarını bütün çarpıcılığı ve çıplaklığı ile ortaya koymaktadır. 11 Eylül ile birlikte yeni bir aşamaya gelen emperyalist globalizmin ne anlama geldiğini de anlatmaktadır.

Belli ki, Arafat’a çok öfkeliler. Arafat’a Filistin direnişi karşısında sopa rolü vermişlerdi. Ama Arafat bunu onların istediği tarzda yerine getiremedi. Direniş, İntifada Arafat’ı da aştı ve onu direnişin içinde bir yerlere itti. İşleri dengede götürme çabalarına rağmen çatışmanın şiddeti Arafat’a istediği manevra olanağını tanımadı. Bu, aslında çelişki ve çatışmanın çok köklü ve büyük olduğu Filistin-İsrail çatışmasında uzlaşmacı ve işbirlikçi çizgilerin ne kadar soluksuz ve kısa ömürlü olduğunu bir kez daha kanıtladı. Artık Arafat tarzı politikacılığın emperyalist ve Siyonist zorbalığa, ABD’nin dünyayı bir imparatorluk gibi yönetme anlayışına karşılık vermeyeceğini Bush’un ağzından ilan ettiler. Tam da İsrail’in işgal ve katliam hareketini süreklileştireceğin açıkladığı bir dönemde Bush planının açıklanması, Arafat tarzı politikacılığa son noktayı koyma kararlılığının da bir ifadesidir.

Kuşkusuz yapılan dayatma mutlak teslimiyet ve işbirlikçilik dayatmasıdır. Bunun reddi ise imha ve bastırma savaşına daha şiddetli bir biçimde devam etme kararlılığının ilanıdır. Bu zorba dayatmanın salt Filistinlilere değil, tüm bölge halklarına yönelik olduğu açıktır. Aynı zamanda kendi başına bir politika değil, ABD’nin Ortadoğu stratejisinin çok etkili bir parçasıdır. Irak’a yapılması düşünülen ve hummalı bir biçimde hazırlıkları yapılan askeri saldırı planının önünü açmak için de Filistin engelini etkisizleştirmek istiyorlar. Ama bu planların geri tepeceği çok açıktır...

Arafat tarzı politikacılığın yaşama olanağı bulmadığı savaş ve direnişlerin bu yeni aşamasında İmralı teslimiyet ve ihanetinin yaşam şansı bulması mümkün değildir. 11 Eylül ile başlayan emperyalist barbarizmi teorileştirme çabaları da kendilerini kurtarmaz. Kürt halkının Filistin direnişinden ve ona dayatılan tasfiye planlarından, bu planların temel mantığından gerekli dersleri çıkarması kaçınılmazdır!

Bölge düzeyinde yaşanan, yeni bir netleşme ve saflaşma sürecidir. Kürtler’in bundan geri durması mümkün değildir.

PKK-Devrimci Çizgi Savaşçıları



Zaferi kazanmanın yolu direnişten geçiyor

Siyonist savaş makinesi Filistin halkına dönük yeni bir katliam ve sürgün saldırısına daha imza atıyor. İsrail intihar saldırılarını Filistin halkına dönük saldırılarına gerekçe olarak kullanıyor. İsrail kuruluşundan bu yana sürdürdüğü işgal politikalarını şimdi de “koruyucu duvar” inşasıyla devam ettiriyor. Bu duvarla, İsrail ve Filistin yerleşim bölgeleri birbirinden tamamen ayrılacak, İsrail ordusunun denetiminde bulunan Filistin yerleşim bölgeleri adeta birer Nazi toplama kamplarına dönüştürülecek ve birbirlerinden tecrit edilecek. Bu aynı zamanda İsrail denetimindeki bölgelere gıda ve sağlık maddelerinin dahi girememesi anlamına gelecek. Böylece Filistin yerleşim bölgeleri tam bir yıkıma uğratılacak. Ayrıca İsrail “koruyucu duvar”ın inşasıyla birlikte işgal ettiği topraklara el koyacak, İsrail’in ‘67 öncesi sınırlara dönmesini kapsayan eperyalist anlaşmalar rafa kaldırılacak.

Son olarak Kudüs’te düzenlenen intihar saldırısının ardından İsrail yeni bir işgal saldırısı başlattı. Ancak bu kez işgalin kalıcılaştırılması amaçlanıyor. Şaron hükümeti intihar saldırılarına karşılık Filistin topraklarını kalıcı olarak işgal edeceğini ve bu topraklara el koyacağını açıkladı.

Bu açıklamaların ardından Nablus’ta çok sayıda Filistinli’yi tutuklayan İsrail ordusu, ardından Cenin ve Kalkilya’ya girdi. Sokağa çıkma yasağı ilan edip, ev ev arama yaparak tutuklamalara başladı. Şimdiden Batı Şeria’daki kentlerden 7’si işgal edilmiş durumda. Henüz işgal edilmeyen kentlerde halk direnişe hazırlanırken, bir yandan da yiyecek ve ilaç depoluyor.

İsrail yönetimi kendi sınırları içinde yaşayan Filistinliler’e dönük olarak da operasyon başlattı. Çok sayıda Filistinli İsrail sınırları içinde yaşıyor ya da çalışıyor. Operasyonun başladığı ilk 24 saat içinde 1200 kişi gözaltına alındı. Bunların çoğu İsrail toprakları dışına sürüldüler.

İsrail siyonizminin bu pervasızlığında ABD emperyalizminden aldığı destek ve Filistin yönetiminin teslimiyetçi çizgisi önemli bir rol oynuyor. ABD kendi Ortadoğu politikaları doğrultusunda İsrail’in uygulamalarına tam destek verirken, Filistin yönetimini baskı altında tutuyor. Kendi politikaları önünde engel olarak gördüğü Filistin direnişini kırabilmek için her yolu deniyor. İsrail’e askeri ve ekonomik yardımlarını arttırıyor.

ABD İsrail eliyle Filistin halkına sopa gösterirken, sahte barış planlarıyla havuç gösterip tam teslimiyeti dayatıyor. Arafat’ı teslimiyetten ihanet çizgisine çekmeye çalışıyor. Emperyalist masalarda koltuk bulabilmek amacıyla Filistin direnişinin kazanımlarını pazarlayan Arafat, buna rağmen yeni baskı ve dayatmalarla karşılaşıyor ve bunun gereklerini yerine getirmeye çalışıyor.

Şimdi Filistin polisi silahını direnişe çevirmiş durumda. Arafat İsrai’in son dayatmalarının ardından El Fetih, Hamas ve İslami Cihat’ın bazı yöneticilerinin de aralarında bulunduğu 10 kişiyi tutuklayarak sınır dışı etme kararı aldı. Arafat tüm çabalarına rağmen denetim kuramayınca, ABD yönetimi yeni bir alternatif arama yoluna gitti. Arafat kendisinin tasfiyesini içeren ABD planına göstermelik çıkışlar yapsa da, bu, planın özüne dönük olmaktan çok kendi varlığını sürdürebilme çabasının bir ürünü. Ancak Arafat’ın işi bu kez hiç de kolay değil.

Son intihar saldırılarının ardından Bush, Filistin devletinin kurulabilmesi için Arafat’sız yeni bir yönetimin kurulmasını şart koştu. Bush, Filistin devletinin kurulmasını direnişin ezilmesi koşuluna bağlarken; işgal altındaki toprakların geleceği, sürgündeki 3.7 milyon Filistinlinin evlerine dönebilmesi, Kudüs’ün statüsü gibi kilit sorunlara ilişkin tek söz etmiyor.

Filistin direnişi bir kez daha gösteriyor ki, özgürlüğü kazanmanın yolu direnmekten, zafere dek devrim mücadelesini sürdürmekten geçiyor. Emperyalistlerin masasından geçecek her yol ise teslimiyet ve ihanet batağına çıkmaya mahkum.