29Haziran'02
Sayı: 25 (65)


  Kızıl Bayrak'tan
  Sermayenin artan saldırıları ve devrimci görevler
  Sınıfa yeni saldırıda sendika ağalarının açık suç ortaklığı
  İşçi sınıfının tarihsel mücadele sorumluluğu
  Asgari ücrette sadaka artışı
  Banka operasyonlarının tüm faturası da emekçilere ödetiliyor
  Siyonist İsrail Filistin'i işgal planlarını hayata geçiriyor...
  Bush'un yeni "Filistin Planı" Filistin halkına teslimiyeti ve köleliği dayatıyor...
  MGK ve sonrası
  MHP usulü düzen siyaseti
  Eğitim-Sen Tüzük Kurultayı'na giderken...
  Öncü-devrimci kamu emekçilerine çağrı!
  AB sorunu üzerinden yaşanan çatışmanın anlamı ve sınırları
  İşbirlikçi düzen cephesinde iç dalaşma
   Katliamcı sermaye düzeninden hesabı işçi ve emekçiler soracak!
   "Sermayenin ve savaşın Avrupası"na karşı geniş çaplı kitle gösterileri
   Gençlik
   Esenyurt İşçi Bülteni'nin Haziran sayısından...
   Anadolu Yakası Öncü İşçi-Emekçi Platformu Girişimi Bülteni'ninden...
   Kavgamızda bir buzkıran, geleneğimizde bir kilometre taşı: Nazım Hikmet!
   Çiğli İşçi Kültür Sanat Evi coşkulu bir etkinlikle açıldı!
   Fransız işçilerinin görkemli Haziran ayaklanması...
   15-16 Haziran ve "çağdaş sendikacılık"
   Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 
Sermayenin artan saldırıları ve
devrimci görevler

“İş güvencesi” adı altında gerçekleştirilmeye çalışılan köklü ve kapsamlı yeni hak gasplarının yasalaştırılması saldırısında, sermaye bir adım daha ilerlemiş bulunuyor. Sözkonusu yasa tasarısı ilk hazırlandığı haliyle de iş güvencesi sağlamaya değil fakat pek çok hak gaspını güvencelemeye çalışıyordu. Ancak, sözde “Bilim Kurulu”na hazırlatılan bu son taslakta, hak gasplarının önündeki tüm sınırlamalar kaldırılmış görünüyor. Taslağın ilgili kamuoyundan bir sır gibi gizlenmesine başka bir yorum getirmenin imkanı bulunmuyor. Yapılan, “iş güvencesi” adı altında “esnek üretim” saldırısını tüm kapsamıyla hayata geçirmektir. Amaç, yıllardır birçok hak ve kazanımı sistemli saldırılarla gaspedilen işçi sınıfını artık tümden köleleştirmek, buna dayalı çalışma koşullarına mecbur etmektir.

Taslak üzerindeki sözsüz yayın yasağı yüzünden sınırlı olarak edinebildiğimiz bilgiler çerçevesinde görüyoruz ki, tasarıyla gerçekleştirilmeye çalışılan saldırının ana hedefi, iş yaşamına “esnek üretim” denilen ölçüsüz ve kuralsız sömürü ve çalışma koşullarının hakim kılınması ve bu arada kıdem tazminatının tümden ortadan kaldırılmasıdır. Bununla bağlantılı biçimde toplusözleşme düzenine de adım adım son verilmesi planlanıyor.

İş yasalarında böylesine köklü değişiklikleri ve hak gasplarını içeren bir tasarının hazırlandığı süreçte, yine önemli hak kayıplarıyla yüklü bir başka yasa (mezarda emeklilik yasası), uzunca bir dönemin ardından son şekli verilerek yasalaştırılmış ve yayınlanarak yürürlüğe girmiş oldu. Yine iş yaşamı ve işçi sınıfıyla ilgili asgari ücret belirlemesi de bu aynı süreçte gerçekleştirildi. Sermaye düzeni cephesinden böylesine azgın bir saldırı, sınıf cephesindense bu derece ağır bir suskunluk ortamında, elbette, yeni asgari ücret de tüm öncekiler gibi bir sefalet ücreti olarak belirlendi. İşçilerle dalga geçercesine yeni asgari ücret, %12 artışla net 184 milyon lira olarak açıklandı.

Bütün bu saldırıların adım adım hazırlandığı ve gerçekleştirildiği bir dönemde, işçi ve emekçi örgütlerinden en küçük bir ses ya da itiraz duyulmuyor olması gerçeği, sınıfın ve emekçi kitlelerin bugün nasıl bir ihanetle yüzyüze bulunduklarını, kendi örgütleri üzerinden bile nasıl kuşatılıp boğucu bir cendere içine sıkıştırıldıklarını göstermeye yeter. Bir yandan sermaye sınıfı ve düzeninin yerel ve uluslararası çaptaki saldırıları, diğer yandan sendikal ihanet, el ve işbirliği halinde sınıf ve kitle hareketini denetlemeye, kölelik zincirlerini daha da sıkılaştırmaya çalışmaktalar.

Sendikal ihanetin geldiği düzeyi anlamak açısından, son yasa taslağına ilişkin bir gelişme oldukça çarpıcıdır. Basından ve işçilerden sıkı sıkıya gizlenen taslak, söylendiğine göre Türk-İş Başkanı’na çoktan gönderilmiş durumda. Normalde, böylesine ağır bir yasal saldırıya karşı tepkileri yükseltmek için taslağın sendikalara fakslanması, işçilerin bilgilendirilmesi ve mücadeleye hazırlanmasının istenmesi gerekmez mi? Oysa görüldüğü gibi sonuç çok farklıdır ve ibret vericidir. Bayram Meral de sistemin bu gizlilik şartına uygun davranmış, yasa taslağını konfederasyonuna bağlı sendikalara dahi göndermemiştir. (Şayet gönderdi de sendikalar bunu kamuoyundan ve işçi sınıfından saklıyorlarsa, bu suç ortaklığı ve ihanetin bütün sendika yönetimlerini de kapsadığını gösterir).

Sermaye iktidarının taslağı gizleme nedeni yeterince açıktır. Taslak öylesine ağır bir saldırı programı yüklüdür ki, doğal olarak gelecek tepkilerden çekinmektedirler. Onlar bunun işçi sınıfı tabanında nasıl bir öfke ve tepkiyle karşılanacağını mezarda emeklilik ve tahkim saldırısının gündeme getirildiği ‘99 yazından biliyorlar (ki bu öfkeden onları 17 Ağustos depremi kurtarmıştı). Peki ya sendikalar? Onlar taslağın gizlenmesinden nasıl bir yarar umuyor olabilirler? Sınıf örgütleri olarak düşünüldüğünde, sendikaların taslağın gizlenmesinden yarar ummasını beklemek olacak şey değil gibi görünüyor. Ama işte oluyor. Sermaye tarafından satın alınmış ve sınıf içinde bir ihanet şebekesi haline getirilmiş sendika ağaları çetesi düşünüldüğünde, efendilerinin yararını kendi yararları olark görmeleri ve taslağın işçilerden gizlenmesine destek vermeleri anlaşılır hale geliyor.

Saldırılar karşısında işçi örgütlerinin tutumu kritik önem taşır. Çünkü sınıfın sermaye karşısındaki tek gücü örgütlülüğüdür. Eğer örgütlü ise saldırılara yanıt verebilir, göğüs gerebilir, püskürtebilir. Fakat örgütsüzse, ya da bugün olduğu gibi en örgütlü olduğu sendikalar düşman tarafından ele geçirilmiş, satın alınmış ise, saldırılar ne denli yoğun olursa olsun sesini çıkaramaz. Çünkü eli-kolu bu ihanet örgütleri tarafından bağlanmış durumdadır. Nitekim bugün olan da budur. Saldırıların çok açıktan yürütülmesine rağmen sınıfın karşı duramaması, sendikalara duyduğu güvensizlik nedeniyle kendini örgütsüz hissetmesindendir. Çünkü sendikal ihanet de en az sermayenin saldırıları kadar a¸ık, bariz bir hale gelmiş durumdadır. Dolayısıyla sorun, sınıf açısından gelip yine örgütlülükte düğümlenmektedir.

Sınıfın kitle örgütleri olarak sendikaların düşman tarafından satın alınıp ele geçirildiği, sermayenin buna da güvenerek saldırılarını azgınlaştırdığı koşullarda, taban örgütlülüklerinin önemi bin kat daha artmaktadır. Fabrika ve işyerlerinden başlayarak gerçekleştirecekleri bu örgütlülükler, sadece saldırılara karşı yerel ve bölgesel çapta da olsa karşı çıkışların örgütlenebilmesi için değil, fakat sendikalar üzerindeki ihanet çemberini zorlamak ve giderek parçalamak imkanlarını yaratmak için de gereklidir. Fabrika ve işyeri komiteleri her dönem gerekli olmakla birlikte, bugünkü koşullarda apayrı bir önem taşımaktadır. Ve bu örgütlülükler, sendikalarla veya sendikalara rağmen, sermayeye gereken yanıtı verebilmek, hak gasplarına karşı mücadele yürütebilmek için bölgesel çapta birliktelikleri sağlayabilmek durumundadır.

İşyerlerinin örgütlenmesi faaliyetinin saldırılara karşı sınıf kitlesinin bilinçlendirilmesi faaliyetiyle birlikte yürütülmesi gerekir. Gündemdeki saldırıların içeriği, kapsamı ve hedefi tüm ayrıntılarıyla sınıf kitlelerine açıklanmalıdır. Ama daha önemlisi, bu saldırılar karşısında yapılması gerekenler ve yapılabileceklerin propagandasıdır. Sendikal ihanet etkin bir biçimde teşhir edilmeli, ancak bunun sınıf kitlelerinde yılgınlığa ve karamsarlığa yol açması engellenmelidir. Sendikal ihanete rağmen mücadelenin mümkün olduğu, bunun yol ve yöntemleri anlatılmalıdır.

İş yasalarının değiştirilmesi suretiyle gerçekleştirilmeye çalışılan bugünkü hak gaspları karşısında sınıf kitlelerinin bilinçlendirilmesi ve örgütlenmesi ihtiyacını karşılaması gereken elbette sınıfın devrimci partisidir. Sınıf devrimcileri bunun için gerekli tüm imkan ve araçlardan en yetkin ve etkili biçimde yararlanmayı başarabilmelidirler. İmkanların başında, geçmiş dönemlerde kimi bölgelerde oluşturulmuş bulunan öncü işçi platformları gelmektedir. Bu ve benzeri platformlar, fabrika ve işyerleriyle doğal ve sürekli bağların kurulup geliştirilebilmesi, işçi kitlelerinin işyerleri temelinde örgütlenebilmesi için çok önemli işlevler üstlenebilir ve üstlenmelidir. Dolayısıyla, söz konusu platformların içinde bulunduğumuz dönemde örgütlülüklerini güçlendirmesi, faaliyetlerini yo&curre;unlaştırması, dağınıklık gösteren platformların yeniden toparlanması ve mümkün olan her yerde benzer platformların oluşturulması gerekmektedir.

Sınıfa yönelik bilinçlendirme ve örgütleme faaliyetinin bir cephesi sınıfın kitlesine yönelik olanıdır. Diğer cephesinde ise öncü işçi ve emekçilere yönelik faaliyetler vardır. Başlangıçta öncü kesime yönelik olana ağırlık vermek, bu kesimin taban örgütlülüklerinin oluşturulmasında etkin hale gelmesini sağlayabilir. Hedef öncelikli olarak öncü işçi ve emekçilerin örgütlü mücadeleye kazanılması olmalıdır. Öncü kesim ne kadar bilinçli ve örgütlü olursa, kitle mücadelesini yükseltmenin imkanları da o kadar artacaktır.

Bugünkü işsizlik, sefalet, özellikle de örgütsüzlük ortamında sınıf mücadelesinin yükseltilmesi için yürütülecek bir faaliyeti kolay başarıların beklemediği açıktır. Görülebileceği üzere, sefaletin artması isyanın artmasını basitçe koşullamıyor. Aksine, bir süreliğine de olsa korkuları artırabiliyor, özgüveni tahrip edebiliyor. Bu nedenle, saldırılara karşı mücadeleyi örgütleyebilmek için, sistemin köklü sorunlarının ve açmazlarının kitlelere gösterilmesi büyük bir önem taşımaktadır. Saldırıları pervasızlıkla hayata geçirebilmesi üzerinden sermaye sistemine hiç haketmediği bir güç payesi atfetmenin anlamı yoktur. Sistem tüm bu saldırıları, kendi öz gücü ve imkanları elverdiği için değil, sınıfın örgütsüzlüğü sayeinde yürütebilmektedir. Yoksa, sermaye iktidarının yaşadığı zorluklar, sıkıntılar ve açmazlar ortadadır. Düzen politik olarak neredeyse iflas etmiştir; bir alternatif üretemediği için işleri yatalak bir Başbakan’a bağlar duruma düşmüştür. Varolan hükümetten daha güçlüsünü çıkarma ihtimali gözükmediği için seçim dahi düşünülmemektedir. Bu böle olduğu halde, ülkenin yönetimini ellerinde tutmaya devam ettikleri gibi saldırı üstüne saldırıya girişebilmelerinin tek nedeni, karşı tarafın, yani işçi ve emekçi sınıfların güçsüzlükleridir. Güçsüzlüğün temel nedeni ise örgütsüzlüktür.

Görevimiz, sınıf cephesinden bu güçsüzlük alanını mümkün olan en kısa zamanda ortadan kaldırmaktır.