15 Aralık '01
Sayı: 39


  Kızıl Bayrak'tan
  Direniş, katliam ve düşen maskeler
  İlk etapta yüzbin kamu emekçisini sokağa atmaya hazırlanıyorlar... Kamu işçisi bu oyunu bozmalıdır!
  "Genel grev genel direniş"i tabandan örgütleyelim!..
  DGM'lerin kapsamına ilişkin yasa ikinci kez kabul edildi... Hortumcular, çete-mafya ve kontr-gerilla elemanları kapsam dışı
  Üniversitelerde faşist terör dalgası
  Filistin halkıyla dayanışmaya!..
  ABD ve İsrail'in sinsi planı
  Gece çalışması üzerine
  Aymasan işçilerinden direniş değerlendirmesi: Direniş mücadele eden işçiler lehine bitmiştir
  Devrimci irade teslim alınamaz
  19 Aralık'ta: Katliamcılar yenildi
  19 Aralık'ta: Bir kez daha biz kazandık!
  "Sınıfsız, sömürüsüz, savaşsız bir dünya için, işçilerin birliği halkların kardeşliği!
  Devrim yürüyüşümüz sürüyor!..
  Şan olsun Yeni Ekimler'in partisine!
  Yaşasın devrimci dayanışma!
  Gelecek umudunu Türkiye işçi sınıfına bağlayanlara...
   Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 
Bizi kurtaracak olan kendi kollarımızdır...

Sorunlarımızı bir araya gelerek çözebiliriz

Çalıştığım tekstil fabrikası erkek dış giyim üzerine üretimini gerçekleştiriyor. Diktiğimiz giysiler çok pahalı olduğundan çoğu orta sınıf ve üzerindekilere hitap ediyor. Üretim genelde iç pazara dönük, onlar kriz var kimse alış veriş yapmıyor dese de bizler bu durgun denilen dönemde bile fazla mesailere bırakılıyoruz. Üretimin artması için bizlere daha fazla baskı yapılıyor, maaşlarımız geç verilmekte, sigortalarımız asgari ücretten ödeniyor.

Fabrikanın üç değişik yerde 1500’ün üzerinde işçisi var, işletmelerin hepsini her yıl değişik holdingler satın alıyor. Şimdiki sahibinin ise Erbakan’ın damadı olduğu söyleniyor. Müslümanlığı kimseye kaptırmayan bu sermaye grubu işçileri öyle bir sömürüyor ki. Faiz haram diyorlar, oysa bizim maaşlar repo faizlerinde ve bu yolla trilyonlar kazanıyorlar. İşçiyi sefalet ücretine mahkum eder, fazla çalıştırırlar, hastaymışsın, hastan varmış onların sorunu olmaz. Fabrika doktoru sanki genel müdür, bütün kuralları işçiye işe girerken o söyler, vizite kağıdı alabilmek neredeyse imkansızdır. Bizler şimdiye kadar hiçbir patronu görmedik, tek muhatabımız genel müdür, ama işçilerin hiçbir sorunuyla ilgilenmiyor. Koyduğu katı kurallarla işçiyi baskı altına almış. Yasalarda, hiçbir şekilde geçmeyn kendi yasalarını uyguluyorlar. İşe 5 dakika geç kaldın mı eve geri gönderip 2 günlük paranı kesebiliyorlar. İşçi adına açılan dosyada, işe geç kaldığı, gelmediği günler, aldığı ihtarlar üretim kapasitesi, ustayla ilişkileri akla gelecek herşey not alınıyor.

Birkaç yıl öncesine kadar işçiler dövülüyormuş, bahanesi işlerin yanlış yapıldığı. İşçiler arkadaşlarının dövülmesine hep sessiz kalmış, fabrika bir başka patrona satıldıktan sonra işçiler de dayak yemekten kurtulmuş.

Sorunlarımız diğer tekstil fabrikalarında çalışan arkadaşlarımızdan farklı değil, sadece uygulama biçimlerinde farklılıklar var. Tekstil konfeksiyonda sürekli üretim maliyetlerini kısan patronlar haklarımızın çoğunu aldılar, bir süredir hemen bütün tekstil fabrikalarında hatalı çıkan üretimin faturası işçilerin maaşından kesiliyor.

Tüketim maddelerine zam geldiği halde bizlere 6. ayda yapılan zam %10’dur. Herbir arkadaş işten atılma korkusuyla maaşlara ses çıkarmadı. Her zaman dillerinden düşürmedikleri işsizliği bize karşı koz olarak kullanıyorlar. Sigortamız asgari ücretten ödeniyor, bunu öyle bir yapıyorlar ki sigortacılar geldiğinde asgari ücret aldığımızı söyleyecekmişiz. Bunu böyle söylemezsek işten atmayla tehdit ediyorlar. Fabrikada örgütsüzlük olduğundan tehditlere karşı çıkılamıyor.

Arkadaşların birbirine olan güvensizliği daha da körükleniyor, her zaman kendisini yalnız hissetmesi isteniyor. Kendi hakkını dahi aramaktan çekiniyor. Tek başına karşı çıkmanın sorunları çözmediği ortadadır. Bizleri edilgen ve pasif hale getiriyor. Bizler arkadaşlarımıza güvenmedikçe her geçen gün kaybediyoruz, patronlar kazanıyor. Artık üş-beş arkadaş bir araya gelip sorunlara çözüm bulabilmek için adım atmaktan çekinmeyelim. Örgütlülüğümüzü oluşturup patronlara savaş açmazsak hiçbir kazanç elde edemeyiz.

Tekstil işçisi/İstanbul



Taban basıncını sendikalara yöneltmeliyiz

Bugüne kadar işçi ve emekçiler sonu gelmeyen saldırıların sorumluluğunu ya hükümet ya da İMF’de arıyordu. Emperyalizme yönelik ürkek eleştirilerden öteye gidemeyen KESK yönetiminin bundaki payı görmezlikten gelinemez. 1 Aralık’ta yapılan eylemler gösteriyor ki; sermaye uşaklarının politikalarına, hain sendika ağalarına rağmen, işçi ve emekçiler artık alanlarda asıl saldırganı tanımlamasını biliyorlar. Geri bilinçli emekçiler için bile saldırının “emperyalist saldırı” olduğunu tanımlamak artık zor değil. Emperyalizme, özelde Amerikan emperyalizmine ve onun saldırganlığına karşı tepkilerini 1 Aralık eyleminde ortaya koydular.

İşçi ve emekçilerin biriken öfkesi harekete geçecek kanallar arıyor. Eylem öncesinde, 1 Aralık eyleminin hava boşaltma eylemine dönüşmemesi için, günü kurtarmaya yönelik eylemlilik anlayışına karşı mücadele edeceğimizi, eylemin etkili ve coşkulu bir şekilde geçmesi için kullanacağımız araçları ve müdahale tarzımızı belirlemiştik. Açtığımız pankart reformist sendika yöneticisi tarafından, “eylemin niteliğine ilişkin olarak bu pankartın taleplerimizi yansıtmadığı” türünden, kendi korkak ve geri zeminlerinin dayanağı yapılmaya çalışıldı.

Bunu boşa çıkartarak eylemde yerimizi aldık. Basın açıklamasının yapılacağı alana giderken ve alanda işçi ve emekçilerin pankart ve şiarları sahiplenişi oldukça olumluydu. Eylemin en gür ve coşkulu sloganı “Kahrolsun Amerikan emperyalizmi!” ve “Emperyalist savaşa hayır!” oldu.

1 Aralık sonrası bizi bekleyen en büyük risk eylemlerin arkasının getirilememesi, sendika bürokrasisinin eylemi bir iç boşaltma aracına çevirmeleri ihtimalidir. Bunu boşa çıkaracak taban örgütlülükleri halihazırda yoktur. Dolayısıyla, sendika bürokratlarının inisiyatifini ve ihanetini parçalamak gibi bir görevle yüzyüzeyiz. Taban basıncını ülke genelinde işyerlerinden sendikalara doğru taşımalı, saldırılar püskürtülenceye kadar eylem şiarını yaygınlaştırmalıyız.

Kırşehir’den kamu emekçileri



Kapitalizme karşı mücadele,
çocuklar açlıktan ölmesin diyedir!

21 Kasım Çarşamba günü televizyonlarda 2 yaşındaki bir kız çocuğunun, Merivan’ın açlıktan öldüğü haberini hepimiz izledik. Merivan’ın anne ve babası 1 yıl önce Ağrı’dan Manisa’ya göç etmişler. Baba bir süre inşaatlarda çalışarak 7 çocuğuna ekmek parası kazanmış. Daha sonra iş bulamadığı için ekmek bile götürememiş evine.

Merivan’ın otopsi raporunda beslenemediği için bağırsaklarının kuruduğu ve aşırı su kaybı olduğu belirtiliyor. Yani resmen açlıktan ölen bir çocuk. Bu televizyonlara yansıyan bir örnek. Duymadığımız kimbilir daha nice Merivanlar öldü ve ölecek.

Ben bir çocuk annesiyim. Eşim tekstil işçisi. Sabah 8’den gece 11’e kadar çalışıyor. 3 kişilik bir aile olduğumuz halde Merivan’ın ailesinden çok farklı değil durumumuz.

Haberi izlerken kucağımda oğlum hıçkıra hıçkıra ağladım. Eminim ki benim gibi duygulanan birçok insan olmuştur. Gözlerimi her kapattığımda Merivan’ın bir deri bir kemik kalmış o küçücük cansız bedeni geliyor gözlerimin önüne.

Ve yine her gün ABD’nin yağdırdığı bombalarla, binlerce yoksul Afgan insanının ölüsünü görüyoruz.

Asıl söylemek istediğim şu; kapitalizme karşı mücadele emperyalist savaşa karşı mücadeledir. Kapitalizme karşı mücadele, çocuklar açlıktan ölmesin diyedir. Kapitalizme karşı mücadele, “gündüzlerinde sömürülmeyen, gecelerinde aç yatılmayan” bir toplum içindir. Kapitalizme karşı mücadele sel baskınlarında, depremlerde birlerce insan ölmesin diyedir. Kısacası kapitalizme karşı mücadele insanlık içindir; savaşların, katliamların, ölümlerin olmadığı, sömürünün ve açlığın olmadığı bir düzen olan sosyalizm içindir.

SY Kızıl Bayrak okuru/İzmir