15 Aralık '01
Sayı: 39


  Kızıl Bayrak'tan
  Direniş, katliam ve düşen maskeler
  İlk etapta yüzbin kamu emekçisini sokağa atmaya hazırlanıyorlar... Kamu işçisi bu oyunu bozmalıdır!
  "Genel grev genel direniş"i tabandan örgütleyelim!..
  DGM'lerin kapsamına ilişkin yasa ikinci kez kabul edildi... Hortumcular, çete-mafya ve kontr-gerilla elemanları kapsam dışı
  Üniversitelerde faşist terör dalgası
  Filistin halkıyla dayanışmaya!..
  ABD ve İsrail'in sinsi planı
  Gece çalışması üzerine
  Aymasan işçilerinden direniş değerlendirmesi: Direniş mücadele eden işçiler lehine bitmiştir
  Devrimci irade teslim alınamaz
  19 Aralık'ta: Katliamcılar yenildi
  19 Aralık'ta: Bir kez daha biz kazandık!
  "Sınıfsız, sömürüsüz, savaşsız bir dünya için, işçilerin birliği halkların kardeşliği!
  Devrim yürüyüşümüz sürüyor!..
  Şan olsun Yeni Ekimler'in partisine!
  Yaşasın devrimci dayanışma!
  Gelecek umudunu Türkiye işçi sınıfına bağlayanlara...
   Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 
19 Aralık katilamının 1. yılındayız...
Direnişi bitirmek için katliam yapmışlardı...
Bir yıl sonra bugün direniş sürüyor!

Devrimci İrade teslim alınamaz!

Yıllardır katliamlarla teslim almaya çalıştılar

20 cezaevinde birden gerçekleştirilen 19 Aralık operasyonundan bugüne tam bir yıl geçti. Devrimci tutsaklar, 28 devrimcinin şehit düşmesi, yüzlercesinin yaralanması pahasına hücrelere atılabildi. 19 Aralık katliamı ile cezaevlerinde yeni bir dönem başlatılmış oldu. Dışarıda ise dizginsiz bir terör ve şiddet politikasına hız verildi.

Sermaye devleti, devrimci tutsakları teslim almak amacıyla yılları bulan bir hazırlığın içindeydi. ‘96 yılında çıkartılan 6-8 ve 10 Mayıs genelgelerinin ardından Eskişehir tabutluğu açıldı. Ardından tüm cezaevlerinde başlatılan SAG ve ÖO direnişi 69 gün sürmüş, devlete 12 şehit pahasına geri adım attırılmış, saldırı bir süre için geri püskürtülmüştü.

Ancak devlet aldığı bu yenilginin ardından boş durmadı, zindanlara yönelik yeni hesapların içine girdi. ‘91 yılında çıkartılan TMY’na dayanılarak, ‘97 Ağustos’unda çıkarılan genelgeyle F tipi cezaevlerinin inşasına başlandı. Komünist ve devrimci tutsaklar, gelen saldırı konusunda sık sık kamuoyunu uyardılar. Hücre tipi cezaevlerinin devrimci tutsaklar şahsında işçi ve emekçi hareketini hedeflediğini döne döne vurguladılar. Hücrelerin, işçi sınıfı ve emekçilere bu kadar kapsamlı saldırının yöneltileceği bir sırada, ilerici toplumsal muhalefeti sindirmek, işçi sınıfı ve emekçilerin mücadele isteklerini ve cesaretlerini kırmak, onları önderlikten yoksun bırakmak amacıyla yapıldığını anlattılar.

Ulucanlar’dan 19 Aralık’a...

26 Eylül ‘99’da Ulucanlar Cezaevi’nde koğuş işgali bahane edilerek gerçekleştirilen katliamla hücre saldırısının startı verildi. 10 devrimci tutsağın katledildiği, onlarcasının yaralandığı katliamda, tüm devrimci tutsaklara “ya teslim olacaksınız ya da öleceksiniz” mesajı verilmek isteniyordu. Devrimci tutsaklar sergiledikleri başeğmez tutum ve direngenlikle zindanlardaki direniş geleneğinin sürdüğünü ve devrimci iradenin teslim alınamazlığını bir kez daha ortaya koydular.

Ulucanlar katliamının ardından adım adım F tipi saldırısı hızlandırılıyor, yer yer zindanlarda gerilim tırmandırılıyordu. 6 Ocak 2000’de çıkartılan “Üçlü protokol” ile kazanılmış birçok hak tutsakların elinden alınmak isteniyor ve F tipinin zemini döşeniyordu. Trilyonlar harcanarak F tipi cezaevleri birer birer inşa ediliyordu. Bir yandan da medya aracılığıyla hücrelerin propagandası yapılıyordu. Cezaevlerinin “kanayan yara” olduğu şeklinde açıklamalarla, yaratılan provokasyonlarla, “cezaevlerine hakim olunamadığı”, “koğuş sisteminden vazgeçilmesi gerektiği” öne çıkarılıyordu.

Bu dönemde ikinci bir katliam provası olarak Burdur vahşeti gerçekleştirildi. Ulucanlar vahşeti bu kez de Burdur’da tekrarlandı. Katliam timleri kan döküp kol koparttılar. Saldırının kapsamı çok daha açık bir biçimde gözler önüne serildi.

Bununla birlikte, dışarıda başta tutsak yakınları olmak üzere hücre karşıtı muhalefet gelişiyor, F tipi cezaevlerine karşı tepkiler yoğunlaşıyordu. Büyük kentlerde, dahası Anadolu’un küçük şehirlerinde bile hücre karşıtı platformlar kuruluyor, sendikalar hücrelere karşı açıklamalar yapıyor, aydın-sanatçı girişimleri etkinlikler örgütlüyor, köşe yazarları hücreyi teşhir eden yazılar yazıyorlardı. Birçok yerde hücre karşıtı gösteriler düzenleniyordu.

20 Ekim: Büyük zindan direnişi başlıyor

Devrimci tutsaklar da adım adım yaklaşan saldırı karşısında hazırlıklarını tamamlayıp saldırıya önden yanıt verdiler. TKİP, DHKP-C ve TKP(ML) örgütleri 20 Ekim tarihinde Süresiz Açlık Grevi’ne başladılar. Taleplerin karşılanması yolunda adım atılmaması nedeniyle,19 Kasım’da SAG Ölüm Orucu’na dönüştürüldü.

20 Ekim’deki çıkış, zindanlarda beklemeci tutuma bir son vermiş, direnişin coşkusu ve kararlılığı tutsakları kuşatmıştı. Dışarıda ise, Ulucanlar katliamının ardından yürütülen hücre karşıtı çalışmanın birikimine dayanarak, Ölüm Orucu direnişinin sarsıcı etkisiyle yeni bir hareketlilik yaşanıyordu. Bu durum, dışarıda ilerici-sol güçler açısından bir toparlanmayı sağlamış, binlerce insan “F tipi cezaevleri kapatılsın” talebiyle ardı ardına gösteriler düzenlemiş, hücre karşıtı mitingler gerçekleşmiş, aydınlar-sanatçılar da destek açıklamaları yapmışlardı. Ulucanlar duruşması hücre karşıtı gösteriye dönüşmüş, polisin saldırısı Ankara’da tüm gün boyunca süren sokak çatışmalarına yol açmıştı. Ölüm Orucu Direnişi’nin 50. gününde binlerce insan bu vesileyle Taksim alanına çıkmıştı. Diğer devrimc örgütlerin de bu evrede Ölüm Orucuna başlamaları ile direniş daha da büyümüştü.

Ölüm Orucu direnişinin başlamasının ardından, devlet cephesinden de hazırlıklar artmaya başladı. Dışarıdaki canlılığın ve direnişi sahiplenmenin etkisiyle, muhalefeti sindirebilmek ve oyalamak amacıyla, kamuoyunu aldatmaya dayalı göstermelik görüşmeler başlatıldı. TMMOB Başkanı Kaya Güvenç, TTB 2. Başkanı Metin Bakkalcı, İstanbul Baro Başkanı Yücel Sayman, Mehmet Bekaroğlu ve Oral Çalışlar’ın yeraldığı görüşmeler sürerken, 9 Aralık’ta anlaşma yapılacak havası yaratan bir açıklama yapıldı. H.Sami Türk bu açıklamada, toplumda geliştirilen tepkiler nedeniyle F tipi cezaevlerine sevklerin acil olmaktan çıktığını, sivil toplum kuruluşları ve uzmanların katılımıyla mimari projeyi yeniden gözden geçirmeyi düşündüklerini, bu nedenle F tipi cezaevlerini ertelediklerini söyledi.

Bu açıklama direnişi sürdüren devrimci tutsaklar tarafından kabul edilmedi. Talepleri bugünden karşılamak ve güvencesini yaratmak mümkünken, kamuoyunun önerileri ve sivil toplum kuruluşlarının katkılarıyla uygun projeler hazırlanmışken, direnişi bitirmek ve sonuçsuz bırakmak anlamına gelen “erteleme” önerisinin kabul görmesi mümkün olamazdı.

Yine aynı gün gerçekleşen MGK toplantısında saldırı için son hazırlıklar yapılmaktaydı. Bugünden sonra adım adım gerginlikler tırmandırıldı. Amaç kitle desteğini zayıflatarak devrimcileri yalnızlaştırmak, katliamın zeminini döşemekti.

Yalan, demagoji ve oyalamaların amacı:
Yeni bir katliam için hazırlıkları tamamlamak

İlk olarak 10 Aralık’ta DGM kararı ile basına yeni yasaklar getirildi. Ölüm Orucu direnişine ve F tipine ilişkin eylemlerin medyada yeralmasının “devleti zaaf içinde göstereceği” ileri sürülerek, sansür uygulandı. Ölüm Orucu direnişi ile ilgili haberler tümüyle yasaklandı.

11 Aralık’ta çevik kuvvet otobüsünün taranması ve 2 polisin ölümü kullanılarak, çevik kuvvet polislerinin yürüyüşü örgütlendi. Ardından polis, 12 Aralık’ta Kızılay’da, öğrencilerin ve tutsak yakınlarının gerçekleştirdiği eyleme azgınca saldırdı. Tüm gün boyunca Ankara sokaklarında taşlı-sopalı çatışmalar yaşandı.

Bu arada arabulucu heyetin tüm girişimleri sonuçsuz kaldı. Adalet Bakanlığı, heyetin tüm girişimlerini yanıtsız bırakırken, artık yapılacak hiçbir şey olmadığını açıkladı. Kapsamlı bir saldırının başlatılacağının bir diğer işareti de, 18 Aralık gecesi haber bültenlerinde Ölüm Orucu direnişçileri için belli hastanelerin hazırlandığı haberiydi.

Operasyonun adı “Hayata dönüş”:
28 ölü, yüzlerce yaralı

Adım adım hazırlıkları yapılan operasyon, 19 Aralık gecesi 20 cezaevinde aynı anda gerçekleştirildi. Bir gece öncesinden tüm cezaevlerinde görevli personel ve askerler geri çekilmiş ve yerlerine özel eğitilmiş askerler ve timler yerleştirilmişti. 19 Aralık sabahı Cumhuriyet tarihinin en kanlı zindan operasyonuna imza atılıyordu. Kriz Yönetim Merkezi tarafından yönetilen operasyonda, tüm cezaevlerinde bir avuç devrimci tutsak için 20 binin üzerinde silahlı asker, polis ve özel eğitilmiş harekat timleri görev aldı. Cezaevleri iş araçları ve dozerlerle yıkıldı. Açık alanda bile kullanılması yasaklanan taşıyan çeşit çeşit gaz bombaları kullanıldı. Yangın bombaları ile tutsaklar diri diri yakıldı. Devrimci tutsakların üzerine hedef gözeterek kurşunlar yağdırıldı. 4 gün boyunca süren operasyonlarda 28 devrimci tutsak kurşunlanarak, yakılarak, gazdan zehirlenerek katledili.

“Hayata dönüş” adı verilen operasyonun ne kadar planlı olduğunu bir gün sonra İçişleri Bakanı Tantan şu sözlerle itiraf ediyordu: “Biz bu operasyon için bir yıl önce hazırlandık. Bu iş için özel eğitilmiş askerlerimiz cezaevi maketleri üzerinde eğitim yaptılar”.

“9 Aralık’ta eylem bırakılmalıydı” diyenlere bir kez daha küçük bir hatırlatma yapalım. Tantan’ın itirafı bu katliamın ne denli planlı ve organize olduğunun kanıtıdır. Yaşanan süreç ve katliam , 9 Aralık’ta yapılan açıklamanın katliam planının bir parçası olduğu gerçeğini gün yüzüne çıkarmıştır. Arabulucu heyetinin üyesi olan Mehmet Bekaroğlu’nun katliamın ardından “kullanıldık” dediği yerde “o zaman bırakılmalıydı” demek, yalnızca devletin bu planlarını ve hedeflerini görmemek anlamına gelmektedir.

Adli Tıp raporlarıyla yalan perdesi yırtıldı

Katliamdan 7 ay sonra açıklanan Adli Tıp raporları, operasyona ilişkin yalanlar paramparça etti, devletin sergilediği vahşeti belgeledi. Adli Tıp raporlarına göre Bayrampaşa Cezaevi bayanlar koğuşuna ölümcül dozajın çok çok üzerinde gaz bombası atılmış ve yanıcı bir cisimle bayan tutsaklar tutuşturulmuştur. 6 bayan tutsağın yanarak ölmesi bu şekilde olmuştur. Bayrampaşa Cezaevin için ise, silah atışlarının tek yönlü olarak idari kısımdan yapıldığı, koğuşlar yönünden tek bir mermiye rastlanmadığı raporda belirtilmiştir. Aynı şekilde, feda eyleminde bulunan Ölüm Orucu direnişçilerinin ölüm nedenlerinin “ateşli silah mermi çekirdeği yaralanması” olarak açıklanması da, ölümlerinin kendini yakmadan kaynaklı değil, katillerin açtığı ateş sonucu olduğunu belgelemektedir.

Adli Tıp raporlarının açıkladığı bir diğer gerçek ise, operasyon sırasında ölen askerlere ilişkin olandır. 2 askerin ölümü devrimci tutsakların silah kullanmasının kanıtı olarak gösterilmiş ve karşılıklı çatışma olduğu yalanına dayanak yapılmaya çalışılmıştır. Ancak Adli Tıp raporlarında da belirtildiği gibi, operasyon timlerinin kullandıkları yüksek enerjili silahlar askerlerin ölümüne yol açmıştır.

İçeride bu denli azgınca bir saldırı sürerken, devrimci tutsaklar birer birer katledilirken, Adalet Bakanı’nın “kayıp beklediğimin altında” açıklaması yapması ise, daha büyük bir katliam için harekete geçildiğinin dolaysız itirafıdır.

İçeride bunlar yaşanırken, dışarıda hücre karşıtı muhalefete azgınca saldırılar başlatıldı. Cezaevlerinin bir kaç km. ötesine barikatlar kurulurken, aileler buralardan gözaltına alındılar. Bir çok kurum ve kitle örgütü basıldı. Katliamı protesto gösterilerine müdahale edildi. Sadece Ankara’da bin civarında olmak üzere; ülke genelinde 2145 kişi gözaltına alındı.

Hücreler açıldı, direniş sürüyor!

Katliamla beraber F tipi cezaevlerine sevkler başlatıldı. Edirne, Sincan, Kandıra F tipi cezaevleri kanlı bir operasyona maruz kalan çoğu ağır yaralı devrimci tutsaklara açılmış oldu. Operasyon sürecinde ve sevklerde işkenceler devam etti. Farklı farklı cezaevlerinden tutsakların anlatımları ve sevkler sırasında yapılan uygulamalar her yerde benzerlik taşıyordu. Çırılçıplak soyma, kaba dayak, soğukta bekletme, falaka, haya sıkma, ayakta sayım vermeye zorlama tutsakların genelinde uygulandı. Ümraniye’den Kandıra F Tipi Cezaevi’ne yapılan sevkler sırasında 10’a yakın tutsağa ise copla tecavüz edildi.

Katliama emperyalistlerden onay

Emperyalistlere kölece bağımlı sermaye sınıfının ve devletinin F tipi projesini bizzat CIA ve emperyalist ülkelerden ithal ettiği biliniyor. Emperyalistler, sömürü ve yıkım programının daha sorunsuz biçimde uygulanabilmesi için sermaye devletinin devrimci tutsaklara yönelik saldırılarının ve kanlı operasyonların daima arkasında oldular. Operasyondan iki gün sonra IMF İcra Kurulunun 10 milyar dolar, Dünya Bankası’nın 5 milyar dolar krediye onay vermesi, aradaki ilişkiyi açıklamaya yeter de artar bile.

Katliamın ortağı medya

Katliam boyunca sermaye medyası da üzerine düşen rolü fazlasıyla yerine getirdi. Katliama ilişkin gerçeklerinin üzerini örtmek, sorumlularını gizlemek, kamuoyunu yanıltmak için her türlü yalanı kullandı. Ölümlerin sorumluluğunu devrimci tutsaklara yüklemek amacıyla, “kendilerini yaktılar” demagojisini kullanmak için, önceden hazırlandığı belli olan ve alabildiğine kuru bir anlatıma sahip telefon konuşmalarını yayınladılar. (Öyle ki, iki gün sonra bu konuşmayı kendileri de yalanlamak zorunda kaldılar). Ölüm Orucunu “Sahte oruca kanlı iftar” başlığıyla verecek denli arsızlaştılar. Yalanlarla, çarpıtmalarla gerçekleri gizlemeye, kamuoyunu aldatmaya çalışsalar da, bir süre sonra kendi ekranlarında ve sayfalarında gerçekleri bir bir açıklamaya mecbur kaldılar.

Devrimci irade teslim alınamaz!

Katliama ve kanlı operasyona rağmen, Ölüm Orucu direnişini kırmak mümkün olmamıştır. Tam tersine, katliamın öncesinde 280 olan direnişçi sayısı katliamın hemen ertesinde 2018’e çıkmıştır. “Öleceğiz ama teslim olmayacağız!” diyen devrimci tutsaklar, devrimci iradeyi ve başeğmez yiğitliklerini dosta da düşmana bir kez daha göstermişlerdir.

Katliamın üzerinden bir yıl geçmesine rağmen, devlet, devrimci tutsaklara ölüm hücrelerini kabul ettirememiştir. Buca’da, Ümraniye’de, Ulucanlar’da sergilenen direniş bu kez tüm cezaevlerine yayılmış, zindanlardaki direniş geleneğine bir yenisi daha eklenmiştir. Devlet, devrimci tutsakları fiziken hücrelere atsa da siyasal olarak teslim almayı başaramamış, devrimci iradenin sert duvarına çarpmıştır.

19 Aralık’la beraber Ölüm Orucu Direnişi hücrelere, bir süre sonra da hastanelere taşınmıştır. İşkencelere, sistematik baskılara karşın devletin Ölüm Orucu Direnişini kırması mümkün olamamıştır. Hastanelere kaldırılan devrimci tutsaklara baskılar artırılmış, zorla müdahale sonucu onlarca devrimci tutsak sakat bırakılmıştır. Bu güne kadar içerde ve dışarıda Ölüm Orucunda ölenlerin sayısı 50’yi bulmuştur. Devrimci tutsakların boşalan mevzileri yeni Ölüm Orucu ekipleri ile doldurmaları sonucu direniş güçlenmiş, devlet son olarak da direnişi kırabilmek amacıyla tahliye manevrasını ve zorla müdahale yasasını gündeme getirmiştir.

Ölüm Orucu direnişi katliamlara, işkencelere ve tüm manevralara rağmen kırılamadı. Devrimci iradenin teslim alınamayacağı bir kez daha görüldü. Şehitlerimizin anısına sahip çıkmak, katliamların hesabını sormak, irade savaşında kazanılan çatışmayı somut kazanımlarla birleştirmek ise, önümüzde hala bir görev olarak duruyor.



Devletin zindanlarda fiili saldırılarla gerçekleştirdiği katliamlar tablosu

2 Ağustos 1989 Eskişehir kanlı sürgün 2
21 Eylül 1995 Buca 3
03 Ocak 1996 Ümraniye 4
24 Eylül 1996 Diyarbakır 10
26 Eylül 1999 Ulucanlar 10
19 Aralık 2000 20 cezaevi 28
---------------------------------------------------------------
05 Kasım 2001 Armutlu 4
---------------------------------------------------------------

Ölüm Orucunda hayatını yitiren devrimci tutsaklar

12 Eylül 1980-Mayıs 1987 7
13 Nisan 1984-24 Haziran 1984 4
20 Mayıs 1996-27 Temmuz 1996 12
20 Ekim 2000-19 Aralık 2001 50



Ailelerin tanıklıkları...

Süleyman Aslan (Cenker Aslan’ın babası): 26.12. 2000 tarihinde görüşebildim. Eşyalarının büyük çoğunluğu kendisine verilmemişti. Soğukta ayakkabısı yoktu ve poşet takarak görüşe gelmişti. Kelepçe yaraları kabuk bağlamıştı. Saçları adeta zorla kazınarak kesilmişti. İçerde psikolojik baskı ve dayak olduğunu, 24 saat yüksek sesle müzik dinletildiğini söyledi. Oğlum Bursa Cezaevi’nden Edirne’ye sevkedildi. Herkes gazdan halsiz kalacak kadar etkilenmiş. Hemen arkasından duvarlar iş makinalarıyla kırılarak, büyük bir vahşet sergilenerek, her türlü işkencede bulunarak koğuşlara girilmiş. Tutuklu ve hükümlüler çırılçıplak soyularak, kelepçelenerek yerlere yatırılmışlar. 3-5 kişilik hücrelere atıp, gardiyanlar tarafından işkence yapılmış. Sevk sırasında da işkence, kötü muamele devam etmiş.

Metin Cebeci (Erkut Cebeci’nin babası): Yüz ve ellerinde morluklar olduğunu, üst dişinin kırıldığını, yürürken sektiğini ve konuşurken devamlı sol kaburga boşluğunu tuttuğunu söyledi. 2 gün boyunca yoğun dayak yediği için yerinden kalkamamış.

Hatun Keser (Cemal Keser’in eşi): 29 Aralık’ta görüşme yaptım. Kandıra Cezaevi’nde sistemli işkenceye maruz kaldığını, kendisine makatına cop sokulmak suretiyle tecavüz edildiğini söyledi. Falaka, haya sıkma, ayakta sayım vermeye zorlama gibi, fiziki ve psikolojik işkencecilere maruz kalmış. İşkenceler nedeniyle idrarından kan akıyormuş. Tüm alışverişlerini kantinden yapmak zorunda kalıyorlarmış ve herşey fahiş fiyatına satılıyormuş. Isınamıyorlarmış ve sıcak bu yokmuş.



Otopsi raporlarından katliam gerçeği

Bayrampaşa Kapalı Cezaevi

Nilüfer Alcan: Duman soluması ve karbonmonoksit zehirlenmesi.

Gülser Tuzcu: Yanma, duman soluması ve karbonmonoksit zehirlenmesi.

Seyhan Doğan: Yanma, duman soluması ve karbonmonoksit zehirlenmesi.

Şefinur Tezgel: Yanma, duman soluması ve karbonmonoksit zehirlenmesi.

Özlem Ercan: Yanma, duman soluması ve karbonmonoksit zehirlenmesi.

Yazgülü Güder Öztürk: Yanma, duman soluması ve karbonmonoksit zehirlenmesi.

Aşur Korkmaz: Kendini yaktı. Ölüm nedeni yanık, duman soluması ve karbonmonoksit zehirlenmesi.

Murat Ördekçi: Ateşli silah mermi çekirdeği yaralanmasına bağlı gelişen iç kanama.

Ali Ateş: Ateşli silah mermi çekirdeği yaralanmasına bağlı iç organ ve büyük damar delinmesinden gelişen iç kanama.

Mustafa Yılmaz: Ateşli silah mermi çekirdeği yaralanmasına bağlı iç organ ve büyük damar delinmesinden gelişen iç kanama.

Cengiz Çalıkoparan: Ateşli silah mermi çekirdeği yaralanmasına bağlı etraf kemik kırıklarıyla mütefarık büyük damar delinmesinden gelişen dış kanama. Yanı sıra vücudun çeşitli yerlerinde darp ve cebir izleri ile kesik yaraları da mevcut.

Ümraniye Cezaevi

Rıza Poyraz: Ateşli silah mermi çekirdeği yaralanmasına bağlı iç kanama. Yanı sıra vücudunda darp ve cebir izleri bulundu.

Ercan Polat: Ateşli silah mermi çekirdeği yaralanmasına bağlı büyük damar delinmesinden gelişen dış kanama.

Alp Ata Akçayöz: Ateşli silah mermi çekirdeği yaralanmasına bağlı iç ve dış kanama.

Umut Gedik: Akciğer ödemine bağlı solunum yetmezliği sonucu zehirlenerek ölüm.

Çanakkale E Tipi Cezaevi

İlker Babacan: Başa soldan giren göz yaşartıcı gaz bombasının kafatasını kırması ve beyin kanaması.

Fahri Sarı: Ateşli silah mermi çekirdeği yaralanmasına bağlı iç kanama.

Sultan Sarı: Muhtemelen 4 cm. çaplı künt bir cismin süratle göğüs ön duvarına vurulması sonucu göğüs kafesinin kırılması.

Fidan Kalşen: Kendini yakması sonucu öldü.

Ceyhan Cezaevi'nde Halil Önder kendisini yakması sonucu öldü.

Uşak Cezaevi'nde Yasemin Cancı ile Berrin Bıçkılar, kendilerini yakmaları sonucu öldü.

Bursa Cezaevi'nde Murat Özdemir ve Ali İhsan Özkan kendilerini yakmaları sonucu öldü.

Çankırı Cezaevi'nde Hasan Güngörmez ve İrfan Ortakçı kendisini yakması sonucu öldü.