ARSIVANA SAYFA
 
12 Ağustos '00
SAYI: 29
İçindekiler
Kızıl Bayrak'tan...
Belediye işçileri de ortak mücadeleyi örmek zorundadırlar!
Sosyal yıkım programına "demokratikleş me" cilası ve tahkimatta yeni açılımlar
Devlet depremzede halkı ortada bıraktı
Aradan geçen bir yıl içinde depremzedelerin hiçbir sorunu çözülmedi
17 Ağustos depremi çürüyen düzen gerçeğini tüm çıplaklığıyla gosterdi
Deprem yıkımının sorumlularından hesap soralım!
Belediye işçilerinden grev kararlılığı
Sendikal bürokrasinin belediye işçilerine ördüğü kıskaç
Amerika'da onbinlerce haberleşme işçisi grevde!.
Hacıbektaş'ta Hızır Pasalardan hesap soralım!
"Enflasyona karşı mücadele" masalı
Adana TİS Bülteni ve dönemin sorumlulukları
Programda tarım ve köylü sorunu/4
Adalet Bakanlığı'nın F tipi kampanyası
F (hücre) tipine karşı mücadele ve sermayenin tuzakları
Sendikalardan hücre sistemine karşı eylem
Hücre saldırısını püskürtmenin sorunları ve sorumlulukları
Parti programı ışığında çevre ve kapitalizm
Çevre sorunu ve küçük-burjuva muhalefeti
Moğolistan seçimlerinin gösterdikleri
Ekim Gençliği'nden
Saygon zindanlarında mücadele
Sınıfı ve devrimi örgütlemede parti kadrosunun tayin edici rolü
Yazılı materyallerin etkisi üzerine fabrika gözlemleri
Mücadele Postası
 



 
 
Adalet Bakanlığı’nın F tipi kampanyası

MGK komutasında F tipinin
faşist yüzünü maskeleme operasyonu


Katliamlara karşın toplumsal öfke büyüyor

F tipine geçişin ilk adımını oluşturan Ulucanlar katliamı sonrasında devrimci tutsaklar, devrimciler ve tutsak yakınları tarafından başlatılan hücre karşıtı kampanya geniş kesimlerde karşılığını buldu. Kuşkusuz bu kampanyanın etki bulmasının en önemli nedeni, Ulucanlar Cezaevi’nde gerçekleşen katliamın doğurduğu insani duyarlılık olmuştur. F tiplerinin tamamlanmaya başladığı evrede Burdur Cezaevi’nde de benzeri bir operasyon düzenlenmiş, şans eseri ölümle sonuçlanmayan vahşi işkenceler uygulanmıştır. Burdur’un üzerinden iki hafta bile geçmeden gündeme gelen Bergama’da devlet, Ulucanlar benzeri bir katliamı tekrarlamayarak, operasyonlarını meşrulaştırmaya, böylelikle oluşan duyarlı kamuoyunu yatıştırmaya, parçalamaya çalışmıştır.

Ancak Burdur’da düzenlenen operasyonun bir katliama varmamış olmasına rağmen, vahşiliği Ulucanlar’dan aşağı kalmamıştır. Bu vahşilik kamuoyuna yansıdığı oranda devletin oyunu tersine dönmüş, hücre karşıtı mücadele kendisine yeni bir dayanak elde etmiştir.

Hücre karşıtı mücadele, tüm bu zemin üzerinden hızla devrimci tutsaklar ve tutsak yakınlarıyla sınırlı olmaktan çıkmış, toplumun farklı kesimlerine doğru genişleyerek büyümüştür. Neredeyse her gün F tiplerine karşı bir eylem gerçekleşirken, köşe yazarları hemen hemen her gün konuyu işleyen ve yer yer hücre tipe tutum alan yazılar yazmak durumunda kalmaktadır. Aydın ve sanatçılar da çeşitli örgütlülüklerle mücadele cephesinde yerlerini almaktadırlar. Sınıf cephesinden ise henüz yetersiz de olsa, ilerici sendika yönetimleri tarafından hücre tipine karşı açıklamalar yapılmaktadır.


Yükselen muhalefet MGK operasyonuyla karşılanıyor

‘96 SAG-ÖO süreci ile karşılaştırılamayacak oranda tepkinin biriktiği bu evrede, Adalet Bakanlığı kamuoyunun tepkisini bölmek ve dağıtmak amacıyla bir kampanya başlatmış bulunuyor. Bu kampanyanın başlangıcının MGK toplantısının hemen ardından gerçekleşmesi ise tesadüfi değildir. Zira hücre saldırısı bir devlet politikasıdır ve bizzat MGK tarafından yürütülmektedir. Başlatılan kampanyanın çerçevesi MGK’ca oluşturulmuş ve belirlenen plan uygulamaya sokulmuştur.

MGK’nın klasikleşen yöntem ve araçlarının devrede olduğu bu kampanya oldukça sistemli bir tarzda sürdürülmektedir. Medyanın kullanımı (başta Adalet Bakanı’nın peşpeşe TV kanallarında dolaştırılması olmak üzere), “sivil toplum örgütleri”nin(!) peş peşe yaptıkları açıklamalar, yeniden öne sürülen “Cuma Anaları”, bu kampanyanın ilk planda öne çıkarılan araçları ve pratikleridir.


Kampanyanın demagoji ve çarpıtmaya dayalı söylemi

F tiplerini beğendirme kampanyası çerçevesinde, ilk olarak koğuşlarla ilgili yalanlara başladılar. Örgüt lideri olmadan tutukluların aile ve avukat görüşüne çıkmadığı, tutsaklar üzerinde örgüt liderince baskı kurulduğu, zorla direnişlere sokulduğu, istenilen kitabın okutulmadığı, hatta örgüt liderlerinin ayaklarını bile yıkattığı şeklindeki söylemler, bu yalanların başlıcalarıydı.

Koğuş gerçekliğine yönelik tahrifatlar yaparken, böylece “hücre-oda” tartışmasını yeniden açmaya çalışıyorlar. Hücreyle odanın ayrımını ise m2’ye indirgeyip; “Hücreler 3-4 m2’lik izbe kötü yerler, yapımı süren tek kişilik “odalar” ise 10 m2’lik temiz yatağın, tuvaletin, duşun, lavabonun, masanın (hatta üzerinde çiçeklerin bile) olduğu yerlerdir. 3 kişilik “odalar” ise havalandırmayı da dahil ettiğimizde 100 m2’lik mekanlardır. Dolayısıyla buralara hücre denmesi terör örgütlerinin bir çarpıtmasıdır”, diyorlar.

Oysa bir mekanın hücre olup olmamasında, mekanın büyüklüğünün zerre kadar önemi yoktur. Hücre yalıtma ve yalnızlaştırma demektir. Devlet m2 tartışmasıyla hücre gerçeğinin toplumsal hafızada oluşturduğu duyarlılığın önüne böylelikle bir perde çekmeye çalışmaktadır.

Yürütülen propagandanın bir diğer vurgusu ise, “ortak yaşam alanları” sorunu üzerinedir. Devlet bu söylemle yukarda söylediğimiz propagandanın bıraktığı açığı doldurmaya çalışmaktadır. Oysa ortak yaşam alanı olarak belirtilen kütüphane-spor salonları her tutuklu için değil, “tretman” diye tabir edilen devletin ehlileştirme politikalarına yanıt verenler için olacaktır. Eğer kişiliksizleşme ve teslimiyet kabul edilirse ortak yaşam alanlarından faydalandırılacaktır. Yürütülen bu propaganda hücre saldırısının bir kez daha siyasal bir saldırı olduğunu göstermektedir. Açıktır ki, sermaye devleti bu propagandayı yürütürken, sadece insani nedenlerle F tiplerine karşı gelen önemli bir muhalif kesimi devreden çıkarmaya çalışmaktadır. Böylelikle, “Biz onlara ortak yaşam mekanları tanıyoruz. Ancak terör faaliyetlerini cezaevlerinde de sürdürmek isteyen teröristleri bu imkandan yararlandırmıyoruz. Halen F tipine karşı olan varsa onlar terör örgütlerinin destekçileridir” şeklinde bir propagandayla, hücre karşıtı muhalefet cephesi parçalanmak istenmektedir.

TMY’ de yapılacak değişiklikler:
F tiplerinde teslimiyete alan açılıyor

Bu propagandaya meşruluk yaratmak için Terörle Mücadele Yasası’nda (TMY) yapılması düşünülen değişiklikler kullanılıyor. Adalet Bakanı diyor ki, “terör mahkumlarının ortak yaşam imkanlarından yararlanmaları bu yasaya bağlıdır. Biz de onlar için hücre değil, bu ortak yaşam mekanlarından yararlanmalarını istiyoruz.” Ancak hemen ekliyor; “tretmana uyanlar bu haktan yararlanacak.” Getirilen değişiklikler çerçevesinde örneğin telefon kullanma hakkı da var. Tabii ki “tretman”a uyduğu müddetçe...

Demek oluyor ki, TMY’de yapılan değişiklikler bir kez daha teslimiyeti seçenler içindir. Çünkü mevcut yasayla bir bütün olarak “terör mahkumları”na hücre öngörülürken, yeni düzenlemeyle teslimiyeti seçenler için bir esneklik getirilmiş olmaktadır. Bu anlamıyla yasa yeni koşullara uygun olarak değiştirilerek, teslimiyetçilere cezaevlerinde alınacak tutuma yasal bir çerçeve getirilmektedir.

Tüm bu değişiklikler hücre tipi cezaevlerine geçişin yasal dayanağını oluştururken, bir diğer amaç ise, “demokratikleşme” ortamında burjuva-liberal aydının kafa “bulanıklığını” daha da derinleştirmektir.

F tipleri için hazırlanacak “tretman”da ayrıca infaz hakimliği ve denetim kurulları düşünülmektedir. Bu kurumlar, cezaevlerinde haksızlığa uğrayan kişilerin şikayetlerini bildirebilecekleri, cezaevlerini denetleyen bağımsız yerler olacakmış.

İddiaya göre bu kurullar, toplumca bağımsız olarak görülen, çeşitli meslek gruplarına mensup saygın insanlarca oluşturulacak. Böylelikle “şeffaf cezaevleri” yaratılacakmış. Oysa bu tam bir aldatmacadır.

Bugüne kadar devrimci tutsaklar, yapılan operasyon-katliamlar sonrasında mağdur olanlar olsalar bile, yargılanan daima kendileri olmuştur. Demek ki sorun, “denetleyici” kurulların eksikliği değil, fakat devletin devrimci tutsaklara yönelik katliamcı yoketme politikalarıdır.

Devlet bu aldatmacasıyla, cezaevlerinin şeffaflaştırılması adı altında, F tiplerinin katletme ve yoketme politikalarının temel aracı olduğunu karartmaya ve meşrulaştırmaya çalışmaktadır.


Kontr-gerillanın “sivil” uzantıları iş başında

Devlet, yükselen muhalefeti bastırabilmek amacıyla farklı dönemlerde olduğu gibi, şu anda da kontra örgütlenmelerini devreye sokmaktadır. “Cumartesi Anneleri”nin toplumun gözünde meşruluk kazandığı evrede karşısına çıkarılmış olan “Cuma Anaları”na, KESK’in bünyesinde yükselen mücadeleci emekçi hareketine karşı devreye sürdüğü Kamu-Sen’e yeniden işbaşı yaptırılmıştır.

Son bir hafta içinde “Cuma Anaları”nın “F tipi cezaevlerine mutlaka geçilmelidir” şeklinde yaptığı basın açıklamasının ardından, Türk Büro-Sen de aynı yönde bir açıklama yaptı. Yine benzer bir açıklama ise Konya Baro Başkanı’ndan geldi. Baro Başkanı, meslek onuruna yakışmayacak tarzda, F tiplerine karşı eylemlerin “terör örgütlerince”hazırlandığını söyledi.

MGK tarafından basılan düğmeyle harekete geçen bu sivil kontr-gerilla elemanları, böylelikle görev başı yapmış oldular. Sermaye devleti böylelikle Nazi ruhunun her taşına işlemiş olduğu, faşist F tipi politikasına güya toplum desteği yaratmakta, bu tip örgütlenmeleri “F tipini isteyenlerde var” propagandasına dayanak oluşturmak için kullanmaktadır. F tipi saldırısı karşısında gösterilen tepkiler devleti bu saldırısında yalnız bırakırken, faşist yüzü apaçık ortaya çıkıyordu. Atılan bu son adımlarla, devlet atağa geçerek, tersinden, hücre tipi muhalefeti toplumsal dinamiklerden yalıtmaya çalışmaktadır.

Bu yeni manevrayla beraber sivil elbiseler giymiş kontr-gerilla örgütlenmeleri sermaye devletinin faşist yüzüne maske yapılacaktır.

Ancak bizler kararlıyız. Hiçbir aldatmaca, hiçbir teslimiyet dayatması ve hiçbir maske faşist devleti amacına ulaştıramayacaktır. Buna izin vermeyeceğiz. Devletin tüm maskelerini indirecek ve onu yaptığı hücrelere gömeceğiz.