Ekim Gencligi ARSIVKIZIL BAYRAK
 
Mart '02
Sayı: 51
 İçindekiler
  Ekim Gençliği'nden...
  Emperyalist savaş ve gençlik
  Emperyalist saldırganlık Ortadoğu halklarını tehdit ediyor
  Devrimciler ölmez, devrim davası yenilmez!
  Soruşturma terörü dalgası ve güncel sorumluluklar
  Üniversitelerde büyük kıyım
  Dünyada ve Türkiye'de neo-liberal eğitim politikaları
  İşletme hesabı üzerine
  YÖK yasa tasarısı ve orta öğretim
  Yeni YÖK yasası nedir, ne değildir?
  Üniversite-sermaye işbirliği üzerine/2
  ODTÜ'de bir eylem ve bir panel!..
  İTÜ Paralı Eğitime Hayır Bülteni'nden...
  Saldırıya karşı işçilerden anlamlı duyarlılık
  Anadolu ve Osmangazi üniversitelerinde yasa karşıtı etkinlikler...
  Üniversiteler çürüyen düzenin aynasıdır!
  Türkiye eğitim politikalarıyla da Arjantin'in yolunda!
  Liselerin har(a)ç landırılmasına izin vermeyeceğiz!
  Kürtçe eğitim kampanyasının sonuçları
  Baskı ve zulüm karşısında yaratılan bir direniş geleneği!
  Okur mektupları



 
 
Bir rant sahasına çevrilen üniversiteler mafyalaşıyor...

Üniversiteler çürüyen düzenin aynasıdır!

2000-2001 yılı ara tatilindeyiz. Eve gitmemişiz ve kahvaltıdan sonra sandalyelerimizi yurdun önüne, yemekhaneye bakan tarafa doğru çekmiş güneşleniyoruz... Gayet güzel bir gün, güzel bir sohbetle ikinci çayları almış, ikinci sigaraları yakmıştık öğlene doğru. Birden bire, tüm sakinliği altüst eden kapkara bir insan seli aktı yemekhanenin içinden önümüze doğru. Hemen ardından, koyu elbiseleriyle aynı karanlıkta ve aynı hışımla ikinci bir insan seli daha aktı dışarıya. Ve kıyasıya tartışmaya başladılar. Alabildiğine bağırarak, burunları birbirine değecek kadar yaklaşıyor ve sonra tekrar uzaklaşıyorlar. Hakaretin, küfrün bini bir para... “Geçen yıl sizdeydi. Her yıl siz mi alacaksınız? Çekileceksiniz! Asla! Birle üçüncü yurt sizde, burası da bizde kalacak. Neye mal olursa olsun.” vb.

Şaşkın şaşkın birbirimize bakakaldık. Gökhan, “ne kadar alenen, ne kadar ortalıkta ...” dedi. Diğer arkadaş da bastı küfrü. Meğer içeride yapılan yemekhanenin ihalesi, kavgaysa paylaşılamayan rantın kavgasıymış. Yirmi dakika sonra da içeri giren ikinci grupla ihaleyi yürüten KTÜ bürokratları, noter vs. dışarıya çıkıp dağıldılar.

İki dönem öncesindeyse, KTÜ Farabi Hastanesi’nde artık kullanım ömrünü doldurmuş cihazların yenilenmesine ilişkin bir ihale duyurusu yapılıyor. Tam da bu günlerde Farabi Hastanesi Cerrahi Ana Bilim Dalı Başkanı odasında kimliği belirlenemeyen(?) kişilerce dövülüyor. Olayın ardından Rektör Türkay Tüdeş yönetimine kendi kriterleri ekseninde muhalif olan (ve bu muhaliflikleri 28 Şubat süreciyle açıktan KTÜ yönetimiyle savaşa dönüşen) yerel gazeteler; profesörün başkanlığını yaptığı cerrahi bölümündeki cihazların kullanım ömrünün dolmadığı, dolayısıyla ihale kapsamına alınamayacakları doğrultusunda bir rapor hazırladığı ve odasında kendisine haddinin bildirilmesi olayının, rektör seçimlerinde tıp muhalefeti içinde yer almasından, ek olarak da, hazırladığı bu rapor konusunda ısrarlı davranmasından kaynalandığına ilişkin haberleri günlerce manşetten yayınladılar.

Üniversitelere sokulan mafyanın şekillendirdiği bu olayın birinci yönü: Konu, cerrahi bölümünde kullanılan cihazların fiyatlarının astronomik rakamlarla ifade edildiği ve rant pastasının büyük bölümünü oluşturduğu üzerinden ele alınırsa, etken olan kapitalistin, rektörün idari yetkileriyle hallettiremediği pürüzleri, paralı maşaları olan mafyayla nasıl hallettiğine dair iyi bir örnek...

Olayın ikinci yönü ise; bahsedilen medya grubu dışında hiçbir yerden bir tepkinin gelişmemiş olması, adeta görmezden gelinmesidir. Bu, yaşanan olayın üzerinde durulmaya değmeyecek kadar küçük, önemsiz oluşundan değil, bahsedilen odakların üniversitedeki rant kavgası karşısında tam anlamıyla taraf olmalarıyla açıklanabilir.

Taşra illerinde rant alanlarının sınırlı oluşu, büyük rant olanakları barındıran üniversiteleri, sermaye açısından daha bir iştah açıcı hale getiriyor. Bu durumda mafyalaşma taşra üniversitelerinde daha hızlı ilerleyip daha görünür haller alabiliyor. Ancak metropol üniversitelerinde durumun çok farklı olduğu da söylenemez tabii. Nihayetinde mafyayı üniversitede vareden özelleştirme ve peşkeş uygulamaları ulusal çapta tüm üniversitelerde hayata geçiriliyor.

Rektör seçimleri: İdeolojik çatışma değil rant kavgası!

Sermaye gruplarının uzantılarının ötesinde bir şey olmayan mafya grupları, kendilerini sadece ihale çatışmalarında değil, rantın üzerine çöreklenebilme olanaklarını barındırdığından rektörlük seçimlerinde de var ediyorlar. Ortalığın tam bir savaş alanına dönüştüğü rektörlük seçimlerinde tarafların ellerindeki en etkin silahlardan bir diğerini de medya oluşturuyor. Sahiplerinin adayı için seçim zamanı kıyasıya bir savaş veriyor kalemşörler.

Bu olgu, kısa süre önce yapılan İstanbul Üniversitesi rektör seçimlerinde açıkça gözlenebiliyordu. Her kapitalist grup emrindeki medya aracılığı ile seçime kayda değer bir ilgi gösteriyor, gazete sütunlarında ve televizyon ekranlarında, suçlamaların birbirini kovaladığı, adayların özgeçmişlerinin en ince ayrıntısına kadar açılıp irdelendiği bir çatışma yaşanıyordu.

Yazıların ve programların genelinde, yaşanan çatışmanın 28 Şubat konjonktürü üzerinden şekillendiği ve sorunun, “kraldan çok kralcı” olan Kemal Alemdaroğlu’ndan kaynaklandığı önplana çıkarılıyordu.

Gerçekten yansıtıldığı gibi mi? Seçimlerdeki çatışmayı, laikler ile anti-laiklerin ideolojik mücadelesi mi şekillendiriyor?

Tamam, 28 Şubat’la bu ülkedeki her alanda yeni bir konjonktür yeni bir sosyal taban oluşturmak için harekete geçildiği doğru. Bunun için İ.Ü.’nin bir çok özelliği açısından pilot üniversite olarak ele alındığı da doğru. Dolayısıyla 28 Şubat sürecinin seçim çatışmalarında etkili oluşu anlamlı. Ancak fark, etken oluş ile ana neden oluş arasındaki farktır. Yani çatışmayı ortaya çıkaran ana neden, türban ya da şeriat değil, özelleştirilen üniversitelerin kendisidir.

O halde seçimlerin, maddi somut çıkarlardan bağımsız bir çerçevede değerlendirilmesi, ayakları havada bir ideolojiler çatışması olarak gösterilmesinin nedenleri de açıklık kazanıyor. Buradan doğru bakıldığında, söz konusu bu medya odaklarının birer taraf ve seçimlerde kullanılan birer araç oldukları açıklıkla gözlenebiliyor.
Kapitalistler seçimler dönemi harcadıklarını (kendilerine daha uygun bir tanımlamayla buna yatırım masrafları da diyebiliriz) seçim sonrası dönemde fazlasıyla çıkarıyorlar. Bunu şimdiye kadar; nükleer ya da termik santrallerin, siyanürle altın çıkarmanın, kurulacak barajların vb. sakınca yaratmadığına dair üniversite kurullarına imzalatılan “uygundur” raporları, İTÜ-NASA ortaklığıyla yürütülen askeri uydu ve zırh projeleri, sayısız üniversite-sermaye işbirliği uygulamaları vb. bir çok şekilde gördük.

Özelleştirme mafyalaşmaya yeni boyutlar kazandırıyor

Bugünlerde mecliste yasa tasarısı halinde hazırlanmış ve yakında meclis gündemine getirilerek görüşülecek olan yeni YÖK yasasıyla, üniversitelerin özelleştirilmesi hem genişlemesine hem de derinlemesine öyle bir cüretkarlıkla ilerletiliyor ki, bunun doğal sonucu olarak kızışan rant kavgalarıyla ve de oyunun en iyi çözümleyicilerinden biri olan mafyayla üniversitelerimizde daha sık karşılaşacağız.

Tasarının yasalaşarak uygulamaya konulması, doğrudan ve dolaylı sonuçları açısından, üniversitelerdeki binlerce emekçi çocuğunun zaten kötü olan maddi durumunun çok daha ağırlaşması, katlanılmaz bir hal alması anlamına geliyor. Bununla beraber tasarı aynı zamanda, “YÖK yasa tasarısı meclisten geri çekilsin ...” gibi somut bir talep etrafında son derece yaygın bir öğrenci muhalefetinin de potansiyelini oluşturuyor.

Üniversitelerimizdeki pisliğe karşı birleşik mücadele!

Her boyutuyla yabancılaştığımız üniversitelerimizi yaşanası okullar haline getirmenin, bizi iliklerimize kadar sömüren sermayeyi de, mafya ve diğer kirli uzantılarını da kampüslerden temizlemenin mücadeleden başka bir yolu olmadığını görmeli, gösterebilmeliyiz.

Böylesi bir mücadelede ayrıca üniversite emekçileri ile öğrencilerin birlikteliği son derece önemlidir. Çünkü mafyalaşma üniversitelerin, hizmetlerin bir rant sahasına çevrilmesiyse, bu süreç doğrudan emekçilerin işten atılmaları ile atbaşı yürüyor.

Sonuç olarak diyebiliriz ki, üniversiteleri özgürleştirme mücadelesi, gençliğin ve emekçilerin kapitalizmin karanlığından özgürleşme süreci olacaktır.

Paralı eğitime hayır!
Eğitimin özelleştirilmesine hayır!
Özerk-demokratik üniversite!

KTÜ Öğrenci Oluşumu



Yeni YÖK yasasına karşı ortak mücadele!

Sermaye devleti her geçen gün geleceğimizi karanlığa gömmekte, yaşamı bize zehir etmektedir. Son olarak yeni Yüksek Öğrenim Yasası tasarısıyla buna yeni bir boyut kazandırmıştır. 12 Eylül’den sonra düşük miktarlarda başlayan harçlar günümüzde astronomik rakamlara çıkarılmaktadır. Yıllar boyunca adım adım hayata geçirilen yaz okulları, ikinci öğretimler (ikinci öğretimler birinci öğretimin 3-4 katı bir fiyatla satılıyor) kantin, yurt, yemekhane gibi yerlerin özelleştirilmesi vb. gibi uygulamalar sistematik bir biçimde uygulanmıştır. Yeni YÖK yasa tasarısı ile bu saldırılar yeni bir boyut kazanmaktadır.

Yeni yasa tasarısıyla birlikte artık merkezi olarak belirlenen haraç uygulaması ortadan kalkacak, bunun yerine her üniversitede okumanın farklı bir faturası olacak. Örneğin Ankara, İstanbul ile taşra üniversitelerindeki aynı bölümlerin farklı bir fiyatı olacak. Bu tasarı ile aynı zamanda öğretim elemanları bilgi pazarlayan bir satıcıya dönüştürülecek.

Diyanete, silahlanmaya ve hücrelere ayrılan payın yanında devlet üniversitelerine verilen pay hiç kalmaktadır. Zaten bilimsellikle hiçbir alakası olmayan, ezbere dayalı gerici bir eğitimin verildiği yetmezmiş gibi, şimdi de bizi müşteri, üniversiteleri ticarethane yapmak istiyorlar. Yani kısacası parası olana tüm üniversitelerin kapıları açık olacak, olmayana ise kapanacak.

Düzen sınıfsal özü gereği üniversiteleri sermayenin ihtiyaçlarına göre yeniden yapılandırıyor. Eğitim hem bir meta, hem de sermayenin teknik ihtiyaçlarını karşılayacak bir üretim girdisi haline getiriliyor.

İşçiler-emekçiler! Büyük emekler harcayarak, büyük zorluklara katlanarak yıllarca okuttuğunuz çocuğunuz haracını ödeyemediği için okuyamayacak. 160 milyon civarında aldığınız ücretle milyarları bulan bu harçları ödeyemeyeceğiniz için çocuğunuza üniversite kapısı kapanacak. Çocuklarınızın geleceğine yönelen bu saldırı, işçi ve emekçilere dönük İMF-DB patentli saldırıların bir parçasıdır. Sizleri nasıl işsizliğe ve sefalete mahkum ediyorlarsa, çocuklarınızı da geleceksizliğe mahkum ediyorlar.

Bu yasa tasarısıyla hem gençliğe hem de ailelerine yeni bir yıkım ortamı hazırlanıyor. Bu nedenle ortak mücadeleyi yükseltmeliyiz.

Hatay Paralı Eğitime Hayır Platformu’ndan bir öğrenci