Ekim Gencligi ARSIVKIZIL BAYRAK
 
Mart '02
Sayı: 51
 İçindekiler
  Ekim Gençliği'nden...
  Emperyalist savaş ve gençlik
  Emperyalist saldırganlık Ortadoğu halklarını tehdit ediyor
  Devrimciler ölmez, devrim davası yenilmez!
  Soruşturma terörü dalgası ve güncel sorumluluklar
  Üniversitelerde büyük kıyım
  Dünyada ve Türkiye'de neo-liberal eğitim politikaları
  İşletme hesabı üzerine
  YÖK yasa tasarısı ve orta öğretim
  Yeni YÖK yasası nedir, ne değildir?
  Üniversite-sermaye işbirliği üzerine/2
  ODTÜ'de bir eylem ve bir panel!..
  İTÜ Paralı Eğitime Hayır Bülteni'nden...
  Saldırıya karşı işçilerden anlamlı duyarlılık
  Anadolu ve Osmangazi üniversitelerinde yasa karşıtı etkinlikler...
  Üniversiteler çürüyen düzenin aynasıdır!
  Türkiye eğitim politikalarıyla da Arjantin'in yolunda!
  Liselerin har(a)ç landırılmasına izin vermeyeceğiz!
  Kürtçe eğitim kampanyasının sonuçları
  Baskı ve zulüm karşısında yaratılan bir direniş geleneği!
  Okur mektupları



 
 
Emperyalist savaş ve gençlik

“Kapitalist toplum daima ucu bucağı
olamayan bir dehşettir.” (Lenin)

Kapitalizm, üretim anarşisi ve ekonomik krizlerle debelenen bir sistemdir. Kriz ve bunalım, sürekli yıkım ve savaş gibi olguları beraberinde getirir. Kapitalizm var olduğu sürece savaşlar da kaçınılmaz bir şekilde var olacaktır.

11 Eylül saldırısının ardından ABD emperyalizmi kendi hegemonyasını geliştirmek üzere “uzun soluklu” bir savaş macerasına girişti. Afganistan’da yaşanan savaşın ardından, şimdi de gözler Irak’a çevrilmiş durumda. Peki nedir tüm bu savaş çılgınlığını başlatan sebepler?

Emperyalizmin derin krizi

ABD şu anda emperyalist sistemin hakimi konumundadır. Ama iktidarı her geçen gün zayıflamakta, darbe almaktadır. ‘90’lı yıllarda Avrupa ekonomisi büyük bir durgunluk yaşamış, ekonomik kriz pek çok ülkede (G. Kore, Japonya, Rusya, Meksika, Brezilya, vb.) etkisini hissettirmişti. 2001 yılına gelindiğinda ise ekonomik krizin ağırlık merkezi ABD’ye doğru kaymaya başlamıştı. Krizin ABD’de yaşanmasının diğer ülkelerde yaşanmasında çok daha farklı sonuçlara yol açacağı ise bilinen bir gerçektir.

Diğer nedenlerin yanı sıra, krizin aşılması için de gündeme silahlanma yarışının, savaşların ve yıkımın getirilmesi gerekiyordu. Bu aynı zamanda ABD’nin kendi hegemonyasını yaymaya, zayıf olduğu bölgelere daha güçlü bir biçimde yerleşmeye ve bu arada emperyalist rakipleri karşısında üstünlük sağlamaya hizmet edecekti.

Bu çerçevede oğul Bush silah ve petrol tekelleri tarafından şaibeli bir seçimle işbaşına getirildi. Bush yönetimi işbaşına gelir gelmez silahlanmaya yönelik birçok karar aldı. Füze Kalkanı Projesi bunların başında geliyordu. Artık savaş için bir bahane gerekliydi, o da 11 Eylül saldırılarıyla beraber yaratılmış oldu.

Afganistan’ın ardından ABD şimdi de, birçok yalan haber ve yoğun bir propagandayla, dünya kamuoyunu Irak’a yönelik olası bir saldırıya kışkırtmaktadır. CİA’nin bu konudaki çabaları herkesçe bilinmektedir. (11 Eylül sonrasında Pentagon içerisinde Stratejik Etki Bürosu adı altında bir birim açıldığı, buradan Amerika lehine yalan haberler üretildiği son günlerde ortaya çıktı.)

Bugün ısrarla Irak’ın kitle imha silahları ürettiği, bu ülkenin BM denetimine açılması gerektiği propaganda ediliyor. Bu denetimcilerin CİA ajanlarından oluştuğu herkesçe biliniyor, ama dillendirilmiyor. Irak bu ajan denetimini bile tartışmak için BM ile görüşmelere başlamak istediğini duyurdu, ama ABD tarafından terörist ve düşman damgası yemekten kurtulamadı. ABD için sorun bahane bulmaktır.

ABD gücünün zayıflamakta olduğunun bilincindedir. Bundan dolayı hala dünya jandarmalığını koruyorken, etkisinin zayıf olduğu bölgelerde egemenliğini pekiştirmek istemektedir. 11 Eylül saldırısı ile beraber AB emperyalizmi Afganistan savaşına destek vermiş, yağmadan pay kapma yarışına girmişti. Bu çerçevede Afganistan’a asker göndermişti. Ama AB’li emperyalistler Irak’a olası bir müdahaleden açıkça rahatsızlık duymaktadırlar. Rusya da böyle bir müdahaleye karşı olduğunu ilan etmiş bulunmaktadır. Irak’a bir müdahale Ortadoğu’daki dengeleri sarsabilecek, bu da emperyalistlere ağır bir faturaya dönüşebilecektir.

Türkiye’ye biçilen rol

Türkiye İMF ve DB politikalarıyla yıllardır emperyalizmin sadık bir kölesi haline getirilmiştir. İşbirlikçi burjuvazi ve onun uşağı hükümetler emperyalizme göbekten bağlıdır. ABD ne derse uşakça bir sadakatle uygulayacaktır. Zaten derin bir borç batağında debelenen Türkiye, şimdi de ABD tarafından ateş hattına sürülerek tam bir yıkımla yüzyüze bırakılacaktır.

Ecevit’in ABD ziyaretinin ardından 17§ milyar dolarlık kredi Türkiye’ye doğru yola çıktı. Bu miktarın İMF tarihinde bir rekor olduğu, Arjantin’den 1.3 milyar dolar kredinin esirgendiği düşünülürse, bu paranın kan parası olduğu besbellidir. William Safire adındaki Washington Post gazetesi yazarı (ki ABD Dışişleri ile yakın ilişkilerinin olduğu biliniyor), Ecevit’in ABD gezisinde Türkiye’nin Irak’a girmesinin kararlaştırıldığını yazdı. Eski CİA direktörü Woolsey ise, “Başka hiçbir ülkenin önemi yok, Türkiye’nin desteği ise şart” diyerek, Irak’a yönelik saldırıda Türkiye’ye biçilen rolü dillendirmiş oldu.

Tüm bu açıklamalara karşı Türk devletinden hiçbir yalanlama gelmememesi çok şeyin göstergesidir. ABD Türkiye’nin desteğini sağlamak için ekonomik faturadan kaçınmayacaktır. Pakistan’ın Afganistan’a karşı savaşa verdiği destekten dolayı borçlarının silinmiş olması, Türk devletine de örnek teşkil etmektedir. Türk devletinin tek rahatsızlık noktası, Kuzey Irak’ta kurulacak bir Kürt devletidir. Ama bu da yalnızca bir pazarlık sorunudur. Çünkü ABD Irak’ı bölerek de teslim alabilir, yıkıma uğratıp iktidarı devirerek de. Gerekirse Türkiye’yi savaşa sokmak için ikincisini tercih edecektir.

Gençliğe ödettirilmek istenen fatura

Emperyalizm bize yıllardır açlık ve yoksulluk getirmiştir. Son uygulamalarla bu daha da derinleştirilmektedir. Özelleştirme, tarımın yıkıma uğratılması, derin borç batağı vb., işçi ve emekçilerin sırtında ağır bir yüktür. Şimdi de savaşla daha büyük bir yıkımla yüzyüze kalınacaktır. Bunun ekonomik ve siyasi ağır bir faturası olacaktır. Bu fatura işçi sınıfı, emekçiler ve biz emekçi çocuklarına çıkarılacaktır.

Savaşın ekonomik faturası, savaşa harcanan devasa paralar ve birçok kamusal hizmetin gaspedilmesi anlamına gelecek. Zaten silahlanmaya bütçenin önemli bir kısmı ayrılmaktadır. Ama devlet özelleştirme sürecini daha da hızlandıracak, tüm kamusal hizmet alanlarından çekilecektir. Son dönemde özelleştirme atağına kalkmasının sebebi budur. Yeni YÖK yasa tasarısının ve liselerdeki harç uygulamasının anlamı da buradadır. Eğitimin büyük oranda özelleştirilmesi tamamlanacak, devlet kendisine yük olarak gördüğü eğitim alanından çekilerek silahlanmaya ve baskı aygıtlarına daha fazla yatırım yapabilecektir.

Savaşın daha da ağırlaştıracağı faturayı işçi ve emekçiler ödeyecek, biz gençler de vurucu güç olarak savaş cephesine sürüleceğiz. Hem yoksulluğu hem ölümü dayatıyorlar bize. Peki ne için? Emperyalistlerin ve bir avuç para babasının çıkarları için... Onlar mutlu bir şekilde refah içerisinde yaşasınlar, tüm dünyada diledikleri gibi at koştursunlar, biz de kardeş bir halkı katletmek için canımızı verelim diye...

Savaşın bir de siyasal faturası olacaktır. Bu şimdiden gündeme gelmiştir. Savaşın ve krizin ağır ekonomik bedelini kolayca ödettirebilmek için, devlet kendisine karşı çıkan tüm muhalif seslere yoğun bir baskı ve terör uygulayacaktır. “Demokratikleşme paketi” adı altındaki düzenlemelerin altından düpedüz faşist uygulamaların pekiştirilmesi çıkmıştır. Üniversitelerde yoğun bir soruşturma terörü uygulanmakta, muhalif öğrenciler beşer onar kapı önüne konulmaktadır. Tüm sene boyunca esen soruşturma terörü, son süreçte çok sayıdaki üniversitedeki okuldan uzaklaştırma ve atılmalarla doruk noktasına varmıştır.

Bu saldırılar savaş koşullarında daha da artacaktır. OHAL ve sıkıyönetim gibi uygulamalar gündeme gelecek, tüm demokratik mevzilere saldırılacak, yasal alanda çalışma yürütmenin koşulları ortadan kaldırılmak istenecektir. Sesini yükseltenler işkenceden geçirilecek, ardından F tiplerine kapatılacaktır. Savaş durumunda özellikler devrimci muhalefete karşı kıyasıya bir saldırının başlayacağını görmeli, buna uygun bir konumlanışa hazırlanmalıyız.

Çözüm devrimci mücadeleyi yükseltmektir

Tüm bunların kader olmadığı kesin. Peki savaşa karşı ne yapmalıyız? Savaşa karşı nasıl mücadele etmeliyiz? En başta savaşın sonuçlarını iyice kavramak, buna karşı şimdiden hazırlıklı olmak, savaşa karşı örgütlenme ayaklarını oluşturmaya başlamak gerekiyor.

Tarih boyunca farklı türden savaşlar yaşanmıştır. Emperyalistler arası çıkar savaşları insanlığı derin bir yıkıma götürmüştür. Ama bunun yanında ulusal kurtuluş mücadeleleri ve devrimci içsavaşlar da yaşanmıştır. Bunlar ise insanlığı ileri götüren, emperyalizme ve sömürüye darbeler vuran haklı devrimci savaşlar olmuştur.

Savaşa hayır! Ama biz hangi tür savaşa diye sormak zorundayız. Biz her tür savaşa karşı değiliz, emperyalistlerin çıkarları için yapılan boğazlaşmalara karşıyız, gerici ve haksız savaşlara karşıyız. Ama bir gün başımızdaki bir avuç sömürücüyü ve emperyalist uşağını kovmak için bizim de savaşmamız gerekecektir. Eğer sınıf savaşımını kabul ediyorsak, bunun iç savaşa dönüşeceğini de kabul etmeliyiz.

Emperyalist savaşın sebebi kapitalist düzendir. O zaman kapitalist düzeni yıkmadan savaşları sona erdirmek mümkün olmayacaktır. Tüm dünyada kapitalizmin yenildiği ve sosyalizmin zafer kazandığı gün artık tüm silahları çöpe atmanın vakti gelecektir. O zamana kadar emperyalist ve gerici savaşlara karşı tek bir bayrağımız olacaktır: Devrim için savaş!

Gençliğin acil görevi, ülkeyi savaşa ve yıkıma götüren burjuvaziye karşı devrim ve sosyalizm mücadelesini yükseltmektir. İşçi sınıfının devrimci partisiyle beraber devrime yürümekten, silahları kardeş bir halka değil, emperyalistlere ve işbirlikçi burjuva iktidarına karşı çevirmekten başka çıkış yolu yoktur.

Amerikan askeri olmayacağız!
Kahrolsun emperyalist savaş!
Çözüm devrimde, kurtuluş sosyalizmde!