Ekim Gencligi ARSIVKIZIL BAYRAK
 
Mart '02
Sayı: 51
 İçindekiler
  Ekim Gençliği'nden...
  Emperyalist savaş ve gençlik
  Emperyalist saldırganlık Ortadoğu halklarını tehdit ediyor
  Devrimciler ölmez, devrim davası yenilmez!
  Soruşturma terörü dalgası ve güncel sorumluluklar
  Üniversitelerde büyük kıyım
  Dünyada ve Türkiye'de neo-liberal eğitim politikaları
  İşletme hesabı üzerine
  YÖK yasa tasarısı ve orta öğretim
  Yeni YÖK yasası nedir, ne değildir?
  Üniversite-sermaye işbirliği üzerine/2
  ODTÜ'de bir eylem ve bir panel!..
  İTÜ Paralı Eğitime Hayır Bülteni'nden...
  Saldırıya karşı işçilerden anlamlı duyarlılık
  Anadolu ve Osmangazi üniversitelerinde yasa karşıtı etkinlikler...
  Üniversiteler çürüyen düzenin aynasıdır!
  Türkiye eğitim politikalarıyla da Arjantin'in yolunda!
  Liselerin har(a)ç landırılmasına izin vermeyeceğiz!
  Kürtçe eğitim kampanyasının sonuçları
  Baskı ve zulüm karşısında yaratılan bir direniş geleneği!
  Okur mektupları



 
 
Yeni YÖK yasa tasarısısın belkemiği...

“İşletme hesabı” üzerine

Üniversitelerin ticarethane, öğretim görevlilerinin tüccar ve öğrencilerin müşteri olmasını getirecek olan yeni YÖK yasa tasarısı meclis komisyonlarında gün sayıyor. Bu yasa tasarısının neler getireceğini daha önce sıklıkla ele aldık. Burada bu yasanın temelini oluşturan, dahası diğer değişikliklerin önünü düzleyen “işletme hesabı” uygulamasını ele alacağız. Üniversitelerin bu düzenlemeyle sermayenin ihtiyaçları doğrultusunda nasıl yapılandırılacağını, üniversitelerin şirketlerin bir uzantısı haline nasıl getirileceğini göreceğiz.

“İşletme” hesabının temel gerekçelerinden biri üniversitelerin mali özerkliğe kavuşturulması olarak karşımıza çıkartılıyor. Oysa bu madde ile üniversiteler mali özerkliğe kavuşmuyorlar. Rektörler “işletme hesabı”nın ita amiri oldukları için sınırsız yetkiye kavuşmuş oluyorlar. Bu hesabın kullanılması tümüyle rektörün insafına bırakılıyor. Üniversite yönetim kurulunu zaten rektörün kendisi atadığı için, “işletme hesabı”nın kullanılması da doğrudan onun denetiminde olacaktır. Onların anladığı özerklik paranın kullanımı ile ilgili.

“İşletme hesabı”nın gelirleri arasında, “gerçek ve tüzel kişilerce yapılan bağışlar” ve “araştırma profesörleri için yapılan bağışlar” sayılıyor. Bu ise, sermayenin kendi ihtiyaçları doğrultusunda yapacağı “yardımlar” karşılığında istediği araştırmayı ve görevlisini satın alması anlamına geliyor. Böylece araştırma görevlileri sermayeye bağımlı hale getirilecek. Üniversitelerin bilimsel ve eleştirel düşüncerleden tümüyle uzaklaşması sonucunu doğuracak. Böylece her olay ve gelişmede sermayenin çıkarlarından yana taraf olunacak.

“İşletme hesabı”nın giderler kısmındaki bir madde, “ulusal ve uluslararası çerçevede yürütülen kapsamlı ve çok ortaklı araştırma geliştirme projeleri dahil...” sözleriyle başlıyor. Burada üniversitelerin sermayeyle işbirliğinin yasal dayanağı oluşturuluyor, sermayenin üniversite olanaklarından engelsizce yararlanmasının önü açılıyor.

“İşletme hesabı”nın ilgili bölümünde tam gün veya kısmi zamanlı sözleşmeli personel istihdam edilmesi de yeralıyor. Sözleşmeli personelin bir kısmını öğrenciler oluşturacak. Üniversiteler yarı zamanlı olarak istihdam edilecek öğrenciler sadece çalışma kanunundaki sağlık ve sosyal güvenlik düzenlemelerinden yararlanabilecekler. Kanunun diğer düzenlemelerinden yararlanamayacaklar.

Yarı zamanlı çalışacak öğrenciler (işçiler) için bellirlenen azami çalışma saati ayda en fazla yüz saatle sınırlı olacak. Alacakları ücret asgari ücretin üç katı olabilecek. Ücretin miktarını belirleyecek olansa yine üniversite yönetim kurulu. Burada yine yasanın ruhunda olduğu gibi üniversite idaresine büyük bir keyfilik tanınıyor. Ücretlerin tavan miktarı belirtilmekle beraber bunun alt sınırı belirsiz

Çalıştırılacak öğrencilerin ücretleri öğrencilerin “işletme hesabı”nın gelir kısmında yer alan haraçlardan karşılanacak. Bu öğrencileri hem soymak hem de iliklerine kadar sömürmek anlamına geliyor. Kısacası tam bir angarya uygulaması başlatılmak isteniyor.
Tasarıda bir diğer önemli nokta ise, sözleşmeli rektör yardımcısı istihdam edilmesinin olanaklı kılınması. Bu sözleşmeli rektör yardımcısının diğer rektör yardımcalarından ayrıcalıklı bir konumda olacak. Onun seçilmesindeki temel ölçüt “hukuk, ekonomik, işletme, kamu yönetimi ve maliye alanlarından birinde en az lisans düzeyinde öğrenim görmüş olması ve bu alanlarda en az on yıl tecrübeye sahip kişiler arasından” olmasıdır.
Yani yasa tasarısıyla üniversiteler birer ticarethaneye dönüşeceği için, ticarethanenin kasasını da görevli memurlarına teslim etmiş oluyorlar. Piyasa ilişkilerini iyi bilen, tecrübeli bir yöneticiye bunun için ihtiyaç duyuluyor. Elbette bu rektör yardımcısına dolgun bir ücret verilmesi de öngörülüyor: “Diğer rektör yardımcılarına yapılabilecek en yüksek ödemelerin aylık net tutarı iki katına ulaşabilecektir.”



Yeni yasa ile bilim ve öğretim görevlileri
sermayenin hizmetine sunuluyor...

Sermaye için “bilim”!

Yeni YÖK yasa tasarısının gerekçesi kamuoyuna mali özerkliğin elde edilmesi olarak sunulmaya çalışıldı. Oysa bu tasarıdaki mali özerklik üniversitelerin sermayeye bağlanmasını anlatıyor. Mali özerklik ile akademik özerklik adına ne varsa ortadan kaldırılıyor.

Zaten üniversitelerde bilimsel özerkliğin, akademik hürriyetin olmadığını biliyoruz. Ne rektörlerin ne de Kemal Gürüz’ün böyle bir niyeti vardır. Kemal Gürüz Görünüm dergisi ile yaptığı röportajda aynen şöyle söylemektedir: "... bu üniversitelerde bilimsel özerklik akademik hürriyet falan zırva altında böyle bir anlayış yoktur, buna müsaade edilemez...” Akademik özerklik bundan önce olmadığı gibi bundan sonra da olmayacaktır. Araştırma profesörlüğü uygulamasıyla bu güvencelenmektedir de.

Araştırma profesörlükleri sayesinde üniversiteler tamamen sermayeye bağımlı hale getirilecektir. Çünkü yasa tasarısına göre,"masrafların tamamı gerçek ya da tüzel kişilerce karşılanan hizmetlerde araştırma profesörü istihdam edilebilir" denilmektedir. Böylece yapılan araştırmalar sermayenin ihtiyaç ve çıkarları doğrultusunda gerçekleşebilecektir. Üniversitede egemen ideolojinin dışına çıkan, onu eleştiren görüşler ve kişiler ise sermayenin tam baskısıyla karşılaşacaktır. “Bağış” yapan holdingler, tekeller eğitim sistemine doğrudan müdahale edecektir. Dolayısıyla, üniversitede tek doğru neo-liberalizm ve onun politikaları olacaktır.

Kısaca araştırma profesörlüğü üniversitenin tüm olanaklarını sermayeye açarak sermayenin üniversitede istediği gibi at koşturmasını sağlayacaktır. Sermaye neye ihtiyaç duyuyorsa ilk önce o araştırılacaktır.

Bu aynı zamanda üniversitede özgür düşüncenin de tümüyle yok edilmesi, aydın onurunun ayaklar altına alınması anlamına geliyor. İnsanlığın bu zamana kadar yarattığı bilgi birikimi tümüyle sermayenin çıkarları doğrultusunda kullanılacaktır. Zaten sınırlı olan özgür düşünme ortamı tamamen ortadan kalkacaktır.

Öğretim üyeleri aydın onurunu korumalı, sermayenin bu saldırısına karşı öğrencilerle aynı safta yer almalıdırlar. Yoksa sermayenin bencil çıkarlarının kölesi olmaktan kurtulamayacaklardır.