Ekim Gencligi ARSIVKIZIL BAYRAK
 
Mart '02
Sayı: 51
 İçindekiler
  Ekim Gençliği'nden...
  Emperyalist savaş ve gençlik
  Emperyalist saldırganlık Ortadoğu halklarını tehdit ediyor
  Devrimciler ölmez, devrim davası yenilmez!
  Soruşturma terörü dalgası ve güncel sorumluluklar
  Üniversitelerde büyük kıyım
  Dünyada ve Türkiye'de neo-liberal eğitim politikaları
  İşletme hesabı üzerine
  YÖK yasa tasarısı ve orta öğretim
  Yeni YÖK yasası nedir, ne değildir?
  Üniversite-sermaye işbirliği üzerine/2
  ODTÜ'de bir eylem ve bir panel!..
  İTÜ Paralı Eğitime Hayır Bülteni'nden...
  Saldırıya karşı işçilerden anlamlı duyarlılık
  Anadolu ve Osmangazi üniversitelerinde yasa karşıtı etkinlikler...
  Üniversiteler çürüyen düzenin aynasıdır!
  Türkiye eğitim politikalarıyla da Arjantin'in yolunda!
  Liselerin har(a)ç landırılmasına izin vermeyeceğiz!
  Kürtçe eğitim kampanyasının sonuçları
  Baskı ve zulüm karşısında yaratılan bir direniş geleneği!
  Okur mektupları



 
 
Üniversite-sermaye işbirliği üzerine/2

Üniversite-sermaye işbirliğinin hukuki zeminini oluşturma çabası ‘90’larla beraber hız kazandı. YÖK 1996’da hazırladığı bir yasa tasarısıyla bu süreci hızlandırmak istedi. Ancak yasa tasarısı meclisen geçemedi. Bugün bu tasarının bir benzeri mecliste görüşülüyor. Gündemde olan yasa tasarısı, şu an öne çıkan yanı (eğitimin ticarileştirilmesi) bir kenara bırakılırsa, üniversite-sermaye işbirliğinin hukuki zeminini oluşturmayı amaçlamaktadır. Tasarının ruhunda ve ön kabullerinde hep bu hedef vardır.

Bir şirketin üniversitede yapılacak AR-GE çalışması için üniversiteye gönderebileceği “eğitim görevlisi”ni tanımlayan “araştırma profesörlüğü” kurumu tasarının maddelerinden. Bu profesörlere ödenecek ücret de büyük bir ayrıcalığa sahip: "Araştırma profesörlüğü pozisyonunda istihdam edilen öğretim üyesine ödenecek sözleşme ücreti, ilgili yüksek öğretim kurumunda kadroda istihdam edilen dört yılını tamamlamış bir profesöre bir ayda ödenen aylık (ek gösterge dahil), taban aylığı, ödenek ve her türlü tazminat toplamının altı katını geçemez.” (Yeni tasarıda madde 58-d)

Tasarı teknokentleri ve benzeri kuruluşları da üniversitenin doğal bileşenleri olarak tanımlıyor:

“İşletme hesabının gelir kaynakları aşağıda belirtilmiştir...
c) Ulusal ve uluslararası çerçevede yürütülen kapsamlı ve çok ortaklı araştırma-geliştirme projeleri dahil, her türlü bilimsel ve teknolojik araştırma projeleri ile uygun görülen diğer araştırma-geliştirme faaliyetleri, bilimsel toplantıların düzenlenmesi, yurt içi ve yurt dışı toplantılara katılım ve bilimsel yayın faaliyetlerinin gerektirdiği giderler ve teknopark ve benzer işletmelerin kurulup işletilmesi ve bu amaçla ortaklıklar kurulması için gerekli görülen giderler...”
(aynı yerde)

Üniversitelerin “işletme” olarak tanımlandığı tasarının yaratıcılarından K. Gürüz, bunun “öylesine” bir tanımlama olmadığını şu sözleriyle kanıtlıyor: "Şu an bizim ivedilikle düzeltmemiz gereken şudur; Bütçe sistemi, yani, üniversitelerin kendi yarattığı kaynakların harcanmasına ilişkin usul ve esaslar çağdışı kalmıştır. Üniversiteler aynen bir ticari şirketin sahip olduğu para harcama serbestliklerine sahip olmalıdır.” (Görünüm dergisi ile röportaj’dan...)

Yasa tasarısı, üniversiteye ve üniversite bileşenlerine getirdiği yeni tanımlamalarla, üniversite-sermaye işbirliğini gerçekleştirmeyi hedefliyor.

Teknokentler ve teknoloji geliştirme merkezleri

Üniversite-sermaye işbirliğini oluşturma süreci, bu işbirliğinin hukuki bir zemine kavuşması beklenmeden gerçekleştirilen bir süreç oldu. Teknokentler ve Teknoloji Geliştirme Merkezleri (Tekmer) üniversite-sermaye işbirliğinin gerçekleştirilebilmesinin temel araçları oldular. ‘90’ların başında inşasına girişilen, 7. Beş Yıllık Kalkınma Programı’nda da bahsi geçen Teknokentler ve Tekmerler hızlı bir biçimde faaliyete geçtiler. “Üniversite-sanayi işbirliğinde etkili bir rol oynayarak üniversitelerdeki mevcut teknolojik bilginin sanayiye aktarılması amacıyla Küçük ve Orta Ölçekli Sanayi Geliştirme ve Destekleme İdaresi Başkanlığı (KOSGEB) ve üniversiteler arasında imzalanan işbirliği protokolleri ile kurul”an (ASO dergisi, sayı: 410) Tekmerlerin ilki İTÜ-KOSGEB ‘91 yılında; ikincisi, ODTÜ-KOSGEB ‘92 yılında çalışmaya başladı. ‘90’ların başında faaliyete geçen ODTÜ-Tekmer projesi ‘87 yılına dayanır. 1987’de başlayan inşa süreci 1992’de tamamlanabilmiştir. Tekmerler yalnızca bu iki üniversitede değil, başka bir dizi üniversitede de çalışmalarını sürdürüyor. Bunlar; Ankara Üniversitesi, Karadeniz Teknik Üniversitesi, Boğaziçi Üniversitesi ve Yıldız Teknik Üniversitesi’dir.

Teknokent ve tekmer projelerinin hayata geçirildiği önemli üniversitlerden olan ODTÜ örneği, yapılmak isteneni yalın bir biçimde anlatıyor.

Giderek bilinçli bir tarzda azaltılan lisans öğrencilerine karşılık, lisansüstü öğretimde yüksek rakamlara ulaşılmıştır. Hedeflerden ilki, teknokenti üniversitenin bir parçası olmaktan çıkarıp, üniversiteyi teknokentin bir parçası yapmaktır. İkincisi ise, teknokent sakinlerine çok sayıda, demek oluyor ki, ucuz işgücü sağlayabilmektir. Bu gerçeği bir de “yetkili” bir ağızdan dinleyelim:

“Birkaç temel hedefimiz vardı. Bunlardan biri lisans öğrenci sayısını azaltmak, lisansüstü öğrenci sayısını ise yükseltmekti. Üç yıllık (yalnızca 3 yıllık) uygulamada toplam öğrenci sayımızı 21.000’lerden 17.500’e indirdik. Yüzde 15 oranında bir azalma oldu. Bu önümüzdeki yıllarda da devam edecek. Dolayısıyla plan hedefimiz olan 11.000-11.500 lisans öğrencisi düzeyine ulaşacağız. Bu önemli bir hedefti. Teknokent ve altyapının zenginleştirilmesi de plandaki önemli hedeflerdendi. 1998 yılında teknokent konusunda önemli ilerlemeler kaydettik.” (ODTÜ Basın ve Halkla İlişkiler Müdürlüğü Basın Bülteni, 3-10 Ocak ‘99- 2000 yılına doğru ODTÜ). Bugün ODTÜ’de lisans öğrencisi sayısı 14 bin düzeyindedir. Yani hedefe oldukça yakınlar!

Yukarıda bahsi geçen üniversiteler daha önce K.Gürüz’ün yaptığı sınıflamada “seçkin” üniversiteler konumundadır. Birer işletmeye dönüştürülmek istenen bu üniversitelerde ODTÜ’dekinin benzeri bir strateji uygulanmaktadır. Böylelikle “işletmelere” sayısı oldukça artırılan lisansüstü öğrencileri ile ucuz işgücü olanağı sağlanmış olacaktır.

Teknokentlerin amaçları ve temel öğeleri

ABD-Kalifornia’daki Silikon vadisinin küçük birer kopyaları olma hedefine sahip olan teknokentler, "... kurumları, işletmeleri ve iş sektörlerindeki araştırmacıları cezbeden ve de uygun, akıllı ve iktisadi çevre yaratmak için planlanan büyük merkezlerdir. Teknokent; bilim parkları, teknoloji geliştirme merkezleri, iş merkezleri, teleportlar, kablo ağları ve akıllıca tasarlanmış binalar gibi yüksek düzeyde teknolojik hizmetlerle donanmış karmaşık altyapı elemanlarını içerir.” (ODTÜ Teknokent kitapçığından...)

Teknokentlerin gelişen teknolojinin en yüksek olanaklarıyla sürekli bir biçimde beslenmesi ve yenilenmesi gerekir. Bu bile başlı başına büyük bir gider, orta-uzun vadeli bir yatırımdır. Ancak teknokentlerin altyapısına ve yenilenmesine aktarılan kaynaklar tamamen devlet tarafından karşılanmaktadır. Teknokentler bu ağır yükü karşılayarak sermayeyi “cezbetmeye” çalışırlar.

Teknokent projeleriyle amaçlanan, "ileri teknoloji kullanan/üreten şirketlerin oluşumunu ve büyümesini desteklemek, teknoloji gelişimini sağlamak, bu yönde çalışma yapan şirketlere Ar-Ge çalışmalarını yürütebilecekleri ortam ve destek sağlamak, üniversite-sanayi işbirliğini en üst düzeye çıkarmak, üniversitedeki araştırmaların ekonomik değere dönüştürülmesini sağlamak, ülkenin ekonomik ve teknolojik düzeyini yükseltmeye ve böylece ülkenin uluslararası rekabet gücünü artırmaya katkıda bulunmak"tır. (ODTÜ Teknokent internet sitesinden...) Sermaye olmadan teknokentler de bir işe yaramazlar. Bu nedenle teknokentler sermayeye bir dizi ek olanak sağlamak “durumundadır”. Üniversite sahası içerisinde ve onun imkanlarından bütünüyle yararlanabilecek şekilde inşa edilen teknokentlerin temel öğeleri şöyle sıralanabilir:

* Araştırma ve Geliştirme (Ar-Ge) Laboratuvarları: Üniversite araştırma laboratuvarlarıyla ortak çalışma yürütebilecek Ar-Ge de uzmanlaşmış şirketler için tasarlanmıştır. Bu birimler atölye, laboratuvar ve ofis işlevlerine sahiptir.

* Teknoloji Geliştirme, Yenilik ve Teknoloji Aktarım Merkezleri: Üniversite yerleşkesi içinde veya çevresinde araştırma veya uzmanlık sonucu gelişen küçük birimlerdir.

* Ofis Alanı, Ticaret/İş Parkı: Saygın imaj, nitelikli işgücü gerektiren ticari şirketler için kalacak yer ile yüksek nitelik, düşük yoğunluklu çevre. (Akademik kurumlarla doğrudan bir bağlantıya gereksinim duymazlar, fakat üretim, satış, destek ve profesyonel hizmet işlevlerinin bir birleşimine gereksinim duyarlar.)

* Üretim Kolaylıkları (Yüksek Teknoloji)

* İleri Telekomünikasyon Olanakları (Teleport vb.)

* Yüksek Nitelikli Konut: Hemen yakınında (manzaralı yerde düşük bina yoğunluğu). Bilimsel ve profesyonel kişileri cezbetmek için önemli bir ön koşul fiziksel ve sosyal çevredir.

* Spor, Sanat, Kültürel ve Dinlenme Olanakları.” (ODTÜ Teknokent internet sitesinden...)

Bunlar dışında teknokentler sermayeye bir dizi bölgesel avantaj sağlarlar. Başta üniversitenin içinde inşa edilmesinden kaynaklı, onun bütün olanaklarına sahip olurlar. Üniversiteler dışında diğer araştırma kurumlarına da yakın bir biçimde oluşturulurlar. Para kaynaklarına, hava alanlarına ve karayollarına kolayca erişebilirlik bir başka bölgesel avantajdır. Yapılan işin uluslararası niteliğinden kaynaklı ileri telekomünikasyon altyapısı önemli bir özelliktir. Nitelikli ve ucuz işgücü, kusursuz ve ücretsiz hizmet, teknokentlerin cezbedici olanakları arasında önemli bir etkendir.

Ancak Türkiye’de, sermaye için vazgeçilmez bir öneme sahip olan teknoloji üretimi ve AR-GE faaliyetlerinin gerçekleştirildiği “yerel” Teknokentlere ve Tekmerlere olan ilgi henüz düşüktür. Birçok sermayedar teknolojiyi “ithal” etmektedir. Şimdi teknokentler etkin birer yatırım aracı haline getirilmek istenmektedir.

Üniversite mi, işletme mi?

Üniversite-sermaye işbirliği üniversiteyi giderek bir işletmeye dönüştürüyor. Tıpkı bir sermaye gibi yatırım ve üretim araçlarına sahip olan, “girişimci üniversite” adı verilen bir üniversite doğal olarak artık bir şirketin işleyişine ve sorunlarına sahip olacak. Bu süreç, üniversite-sermaye işbirliği süreci, dolayısıyla üniversitenin yapısında bir dizi değişikliğe yol açıyor/açacak.

Yukarıda bu “girişimci üniversite”lerin artık lisans eğitimiyle ilgilenmediklerini gördük. Bunun karşılığında lisansüstü eğitimi güçlendiren “girişimci üniversite”nin eğitim programı da sermayenin, ya da bir sermayedar olarak bizzat kendisinin ihtiyaçlarına göre şekillendiriliyor. Böyle olduğu ölçüde “girişimci üniversite”de sosyal bilimlere de yer kalmıyor. Tabii sermayenin sosyal bilimlere duyduğu ihtiyacın karşılanması kaydıyla. Bu da hiç de bu programların devamının sağlanmasıyla olmak durumunda değil. Örneğin, özellikle “girişimci üniversite” adaylarında yeni yeni gelişen ve popülerleşen bir mühendislik bölümü var. Endüstri mühendisliği, klasik teknik mühendislik yapısında değil. Psikoloji, sosyoloji ve yönetim bilimleri endüstri mühedisliği türü bölümler üzerinde önemli disiplinler. Ancak burada psikoloji de, sosyoloji de, yönetim bilimleri de hep üretimi artırmak, beraberinde üretim maliyetini düşürmek hedefi çerçevesinde anlam kazanıyor. İşçi kitlelerinin üretim süreçlerindeki psikolojisi üretimi etkileyen bir unsur olduğu için, bu tür bölümlerin ilgi alanına giriyor.

Üniversitelerde endüstri mühendisliği benzeri bir yığın bölüm ve bu çerçevede belirlenen dersler açılmaya başladı. Bu kaba bir biçimde orta yerde duran sonuçlardan biridir. Derslerin içeriği bu “yapısal dönüşüm” ihtiyacını karşılamak için değiştiriliyor, yeniden şekillendiriliyor.

"Girişimci üniversite"nin mali ve idari "özerklik" anlayışı

Üniversite-sermaye işbirliği meselesi tartışılırken, bu işbirliğinden taraf olanları

n temel argümanlarından birini oluşturan “özerklik” sorununu da ele almak gerekiyor.
Sermayenin sözcülerine göre üniversitenin özerkliğine giden yol, onun devletle olan ilişkilerinin minimuma indirilmesinden geçmektedir. Bu anlayışa göre üniversite mali ve idari açıdan devletle olan her türlü ilişkisini koparmalı, dolayısıyla piyasa ilişkilerine rahatça girebilmelidir. Buradan çıkacak sonuç, “en özerk üniversite, özel üniversitedir” olacaktır (Metin Özuğurlu, 1998).

Üniversitenin özerklik mücadelesi yalnız devlete karşı değil, fakat bir baskı aygıtı olarak devleti elinde bulunduran burjuvaziye karşı da olmuştur/olmak durumundadır. “Ne özel üniversite, ne de üniversite-sanayi işbirliği içindeki bir üniversite tanımı gereği özerk olamaz. Bunun proje sahibi sermayedarların doğrudan ya da dolaylı müdahalesiyle de ilgisi yoktur. Çünkü bu üniversitelerde bilimsel örgütlenme ve faaliyet, bilme istencinin değil, bilimsel faaliyete içselleşmiş kâr istencinin yörüngesinde gerçekleşecektir.” (Metin Özuğurlu, 1998)



Üniversitelerle bağlantı ve üniversitelerin yeni rolü

Ar-Ge etkinlikleri ile yaratılan teknolojinin ticarileştirilmesi yerel ve bölgesel ekonomik kalkınmanın ve çeşitlenmenin belkemiğini oluşturmaktadır. Ürünlerin ve hizmetlerin yaratılış dönemi temel araştırma ile başlar ve pazara girmesiyle sona erer. Yüksek teknoloji şirketleri genellikle üniversitenin anahtar rolü oynadığı “yenilik merkezleri”nin geliştiği bölgelerdedir.

Bir yenilik merkezindeki altyapı (kamu-özel), o bölgede müşterinin, yüksek öğrenim programlarıyla ortaklığı sonucu ortaya çıkan ileri teknoloji ürünleri için yüksek teknolojik gelişmenin önemini gösterir. Yüksek öğrenimden beklenen, yaratıcı disiplinler arası işbirliğinin yeşerdiği ve yeni kurumsal bağların oluştuğu araştırma ve öğrenim programlarını geliştirmek ve sürdürmektir. Bu (sonuç olarak) üniversitelerin araştırmaları finanse etmek ve bilgi birikimlerini kendi yararına çevirmek gibi yeteneklerini artırmak için bir gereksinimdir.

Ekonomik gelişme, yenileşmeyi ve işletmeciliği teşvik etmek için, araştırma üniversiteleriyle üreticiler ve yönetim arasında yerel, ulusal ve uluslararası düzeyde bağ gerektirir. Araştırma, Kamu Yönetimi ve Üretim çok sıkı işbirliği içinde olmalıdırlar.

(ODTÜ Teknokent internet sitesinden...)