Ekim Gencligi ARSIVKIZIL BAYRAK
 
Mart '02
Sayı: 51
 İçindekiler
  Ekim Gençliği'nden...
  Emperyalist savaş ve gençlik
  Emperyalist saldırganlık Ortadoğu halklarını tehdit ediyor
  Devrimciler ölmez, devrim davası yenilmez!
  Soruşturma terörü dalgası ve güncel sorumluluklar
  Üniversitelerde büyük kıyım
  Dünyada ve Türkiye'de neo-liberal eğitim politikaları
  İşletme hesabı üzerine
  YÖK yasa tasarısı ve orta öğretim
  Yeni YÖK yasası nedir, ne değildir?
  Üniversite-sermaye işbirliği üzerine/2
  ODTÜ'de bir eylem ve bir panel!..
  İTÜ Paralı Eğitime Hayır Bülteni'nden...
  Saldırıya karşı işçilerden anlamlı duyarlılık
  Anadolu ve Osmangazi üniversitelerinde yasa karşıtı etkinlikler...
  Üniversiteler çürüyen düzenin aynasıdır!
  Türkiye eğitim politikalarıyla da Arjantin'in yolunda!
  Liselerin har(a)ç landırılmasına izin vermeyeceğiz!
  Kürtçe eğitim kampanyasının sonuçları
  Baskı ve zulüm karşısında yaratılan bir direniş geleneği!
  Okur mektupları



 
 
Dünyada ve Türkiye’de neo-liberal
eğitim politikaları

Eğitimde neo-liberal yeniden yapılandırma politikaları

Kapitalizmin 1970’lerden itibaren dünya ölçüsünde yeni bir bunalım dönemine girmesi sonucu neo-liberal politikalar gündeme geldi. Bu çerçevede ekonomik ilişkiler yeniden tanımlanırken sermayenin hareket alanı da yeniden düzenlendi. Bağımlı ülke ekonomilerini yaşanan yeni sürece uydurabilmek için yapısal uyum politikaları gündeme geldi. Bu politikalar çerçevesinde devletin ekonomik alana müdahalesinin, özellikle de kamusal hizmetlerin kısıtlanması neo-liberallerin temel argümanlarından biri oldu. Bu eğitim alanında da önemli tahribatlara yol açtı. Neo-liberalizm eğitimi bireysel yarar ve piyasa süreçlerine bağlayarak yeniden tanımladı.

Eğitim bireysel bir olgu olarak tanımlanıp bir meta konumuna indirgendi. Eğitim hizmetinin meta olarak algılanması; “bu hizmetten yararlananların elde edilen hizmetin maliyetini yüklenmeleri, bir kullanıcı ücreti ödemeleri gerekir” biçiminde temel bir argümana bağlandı. Bu argüman eğitimdeki neo-liberal politikaların temel gerekçesi oldu.

Dünya Bankası uzmanlarından P. Psacharopoulos bunu; “Yüksek eğitimin özel faydasının sosyal faydasından fazla olduğu ve bu anlamda bireysel olarak bu eğitim hizmetlerinden yararlanaların bu faydaların zahmetine (maliyetine) katlanmaları gerektiği” şeklinde özetliyor.

Neo-liberal politikalar sonucu eğitimin kamusal niteliği hızla bozulmaya başlandı. Sermayeye özel okullar adı altında eğitime müdahale olanağı tanındı. Bir yandan okullar sermayenin çıkarları doğrultusunda şekillendirilirken, diğer yandan da özel okullar gündeme getirildi. Gelir durumu yüksek olan kesimler eğitim kalitesinin yüksek olduğu özel okulları tercih ederken, işçi-emekçi kesimlerin gençliği için eğitim kalitesinin hızla gerilediği devlet okulları bir zorunluluğa dönüştü. Tabii bunun için sermayenin argümanları da hazırdı. Bu; “devlet müdahalesinin rasyonel olmadığı, haliyle kaynakların kötü kullanıldığı ve kamusal eğitimi tüketenlerin seçim hakkını kısıtladığı” biçimindeydi.
Sermayenin eğitim alanına el atması eğitimin yeniden yapılandırılması politikalarında önemli bir adım olmakla birlikte, devlet okullarının varlığı açılan bu piyasada özel okulların aleyhine bir rekabet demekti. Burjuva ideologları bir kez daha işbaşı yapıp silahlarının yönünü bu alana yöneltmeye başladılar. M. Friedman bunu; “devlet elinde tutulacak okullardaysa eğitim giderlerini karşılayacak ücretler alınmalı ve böylece devlet desteği görmeyen okullarla eşit koşullarda rekabet sağlanmalı” şeklinde ifade ediyordu.
Eğitimde yaşanan süreç, eğitimin piyasalaştırılması yanında okulların işlevini de değiştirdi. Bu yüksek öğretimde “girişimci üniversite” kavramıyla tanımlandı. Böylece üniversite ile sermayenin bağının güçlendirilmesine dönük adımlar hızlandırıldı. Bir yandan sermaye kendi istekleri doğrultusunda okullara kaynak aktarırken, bunun karşılığı olarak kendisi için ağırlık-yüksek maliyet oluşturan bazı konularda yüzünü üniversitelere dönmüş, üniversiteleri AR-GE laboratuvarları olarak kullanma yoluna gitmiştir. Burjuvazi için AR-GE faaliyetlerini kendi işletme bünyesinde yürütmesi oldukça masraflıydı. Hem olanakların sınırlılığı, hem de olumlu sonuç elde edilememe ihtimali nedeniyle bu işlev üniversitelere verildi. Burjuva ideologlarından R.Overts bunu; “Özellikle rekabetle artan AR-GE maletlerinden sermayenin kurtulması ve uzmanlaşmış birimler olarak üniversitelerin kaynak ve olanaklarına yönelmesi ve bunları piyasaya sunması için yeni bir üniversite modeli geliştirilmesi önem kazanmıştır” biçimde dile getiriyor. Bu söylem aynı zamanda son dönemde gündeme gelen üniversite-sermaye işbirliğinin temel argümanlarından biri oldu.

Tüm bunlar uluslararası ölçekte ve belli anlaşmalara bağlanarak (GATS gibi) ya da DB- İMF tarafından bağımlı kapitalist ülkelerin önüne bir ev ödevi olarak konularak gündemleştirildi. Emperyalist metropoller ile bağımlı kapitalist ülkelerde eş zamanlı olarak uygulanmaya başlandı. Örneğin bugün Türkiye’de gündeme getirilen yeni YÖK tasarısındaki düzenlemeler dünyanın birçok ülkesinde de aynı günlerde gündeme taşınmış durumda. Öyle ki, Fransa, Almanya, Yunanistan ve Portekiz gibi ükelerde öğrenci gençlik, Türkiye’deki gençliğin taleplerine benzer taleplerle son dönemde alanlara çıkıyor, neo-liberal eğitim politikalarını protesto ediyorlar.

Neo-liberal eğitim politikaları ve Türkiye

Eğitimdeki neo-liberal politikalar Türkiye'de ‘80 askeri darbesiyle start almıştır. Harç uygulaması eğitimin paralı hale getirilmesine dönük ilk adımdı. Bu uygulama yapısal bir kriz içerisinde bulunan Türkiye kapitalizmi açısından oldukça önemliydi. Bunun bir nedeni toplam nüfusun %49.7’sini eğitim çağındaki genç kesimin oluşturması, bu ölçüde eğitimin yağlı bir pazar oluşturması, diğer nedeni ise kamu eğitim harcamalarının sürekli kısılmasıyla ortaya çıkan eğitilmiş insan ihtiyacını karşılama zorunluluğuydu. Bu ikisi, neo-liberal eğitim politikaları ihtiyacını yakıcı boyutlara taşıdı.

‘90’lı yılların başında yoğun olarak açılan taşra üniversiteleri, bugünlerde sıkça telaffuz edilen kaynak yetersizliğinin ve eğitimdeki kalite düşüşünün temel nedenlerinden biri oldu. Taşra üniversiteleri esasen devlet üniversitelerinin piyasalaştırılmasının önemli bir adımıydı. Çünkü taşra üniversiteleri esasta eğitim piyasasına ucuz mal süren işletmeler görünümündeydi. Devlet üniversiteleri olmaları ise onları KİT’lere benzetiyordu. KİT’lerde olduğu gibi sermayeye dolaylı kaynak aktarma işlevi görüyorlardı.

Eğitimdeki kalite düşüşü ise beraberinde gelir durumu iyi olan kesimler için donanımlı özel okulları gündeme getirdi. Sermaye böylece bu pazardan hem para kazanmaya, hem de kendi yetişmiş eleman ihtiyacını karşılamaya yöneldi. Ancak bu, burjuvazi için devlet üniversitelerinden kendisine akan kaynağı gerisin geriye bu okullara harcaması anlamına geliyordu. Bunun içindir ki burjuvazi ihtiyacı olan kaliteli eğitimi de devlet üniversitelerinde buldu. Boğaziçi, ODTÜ, İTÜ gibi teknik donanım bakımından gelişmiş okulların satışı gündeme geldi.

Türkiye’deki neo-liberal eğitim politikaları yeni YÖK yasa tasarısıyla doruğuna ulaşmış bulunuyor. Yeni YÖK yasası hem bugüne kadar parça parça uygulanan saldırı adımlarının tüm özelliklerini kapsamakta, hem de ona yeni bir boyut kazandırmaktadır. Yeni yasayla devlet üniversitelerindeki eğitimin fiyatı özel okullarla eşitlenmekte, burjuvazinin bu üniversitelerdeki yararlanma biçimi önündeki tüm engeller kaldırılmakta, eğitim her açıdan kapitalist piyasanın ihtiyaçlarına göre yapılandırılmaktadır.

Mücadelenin kapsamı ve niteliği

Eğitimdeki neo-liberal uygulamalar, küreselleşme argümanı altında sürdürülen İMF-DB politikalarıyla esastan aynıdır. Milyonlarca emekçinin sosyal haklardan yoksunlaştırılması, tüm insani ihtiyaçların birer pazar konusu haline getirilmesi, kısacası geçmişte sosyal hak olarak adlandırılan tüm araçların vahşi kapitalist çarkların içerisine itilmesi bu politikaların özünü oluşturmaktadır. Yeni YÖK tasarısı bunun en somut ve en özlü ifadelerinden birisidir.

Neo-liberal eğitim politikalarının kapsamı ve hedefleri, karşı mücadelenin niteliği ve kapsamı konusunda da yeterli açıklığı sağlamaktadır. Öncelikle bu saldırının gündeme geldiği ülkelerde, başta öğrenci gençlik olmak üzere tüm emekçi kesimler saldırının muhatapları olarak ortaya çıkmak durumundadırlar. Saldırının özü ve niteliği bu ortaklığın da zeminidir. Bu zemin, dünya çapında benzer saldırı programlarına karşı yükselen muhalefetle işbirliği ve dayanışma için de işlevseldir. Bu, hem saldırının merkezi sorumluluğunu taşıyan emperyalistlere karşı küresel çapta güçlü bir muhalefet, hem de ülkedeki mücadeleye muazzam önemde moral kazanımlar sağlayacaktır.



GATS Nedir?

GATS (The General Agreement on Trade in Services) Hizmet Ticareti Genel Anlaşması’dır. 1947 yılında imzalanan GATT-Tarifeler ve Ticaret Genel Anlaşması anlaşması kapsamında 1986-1994 yıllarında yapılan Uruguay Raundunda GATT’a dahil edilmiştir. GATS müzakereleri GATT’ın devamı olarak 1.01.1995 tarihinde faaliyete geçirilen WTO-Dünya Ticaret Örgütü içerisinde sürdürülmekte ve 2002 yılı sonunda bitirilmesi hedeflenmektedir.



GATS ve eğitimin tümden ticarileşmesi

Dünya Ticaret Örgütü Sekreteryası, anlaşmanın hiçbir bölümünde ülkelerin kamu hizmetlerini özelleştirmek zorunda oldukları gibi bir cümlenin olmadığı şeklinde bir savunma geliştirmiş. Aslında bu cümleye söyleyecek pek fazla bir şey yok. Fakat, anlaşmanın kaleme alınması sırasında kullanılan muğlak dil, hükümlerin özelleştirmeden de çok öteye gidebileceğini ortaya koyuyor ve zaten asıl sorun da burada.

Eğitim: Örneğin eğitimin piyasa ekonomisine açılması cümlesinden, iki sonuç çıkarılması gerekiyor:

1- Kamu eğitim kurumları serbest piyasa ve serbest rekabete uygun hareket etmek zorundalar ya da,

2- Kamu, eğitim vermekten vazgeçerek, piyasa işleyişine engel oluşturmamış olacak.

Eğer, kamu piyasa ekonomisine uygun bir tarzda eğitim verme kararı alırsa okullar piyasa ölçütünde fiyatlandırılacak, eğitim personeli farklı uygulamalarla korunmayacak (iş güvencesi, asgari ücret, sosyal güvenlik vb.) ve kamu, özel okullardan daha kaliteli bir eğitim veriyorsa bu hizmeti mutlaka özel okullardan daha pahalı bir bedelle verecek ki, özel eğitim şirketleri kamu okullarıyla özgürce rekabet edebilsin.

Kısaca parası olan eğitim alabilecek, geri kalanlar ise başlarının çaresine bakacak, bu sadece olayın bir boyutu. Çalışanları nelerin beklediği ise eğitim için verdiğimiz örnekten zaten anlaşılıyor.

Sağlık: GATS müzakerecileri toplum sağlığı ve doğrudan sağlık hizmetlerinin anlaşma kapsamına dahil edilmeyeceğini belirtiyorlar ve gelinen noktadaki boyutu da şöyle açıklıyorlar: Hastanelerin hotel ve restaurant hizmetleri ile idari (muhasebe, yönetim vb.) hizmetleri ayrılarak piyası ekonomisine açılacak. Eğer kamu sağlık hizmetleri tam anlamıyla piyasa ekonomisi koşullarında verilirse bir sorun yok. Aksi taktirde bu birimlerin de ya özelleştirilmesi ya da kamu tarafından piyasa fiyatları ve kalitesinde satılması gerekiyor. Şimdilik ve sadece en yoksul gruplar için kamunun belli düzeyde sağlık hizmeti vermeye devam etmesine göz yumuluyor.

(...)

(Türkiye MAI ve Küreselleşme Karşıtı Çalışma Grubu’nun hazırladığı “GATS Müzakereleri ön raporu”ndan ...)