Filistin’de gasp edilmek istenen enerji kaynakları
A. Vedat Ceylan
“Emperyalizm, halkların kanıyla yazılmış bir haritadır.”
Frantz Fanon
İsrail, Doğu Akdeniz’in en büyük doğal gaz sahalarından biri olan Leviathan’dan çıkaracağı gazı Mısır’a ihraç etmek üzere 35 milyar dolarlık dev bir anlaşma imzaladı. Yaklaşık 600 milyar m³ rezerve sahip sahadan, 2040 yılına kadar veya sözleşmedeki miktar tamamlanana dek, 130 milyar m³ gazın akıtılacağı açıklandı. Bu, Siyonist rejimin tarihindeki en büyük ihracat anlaşması olarak sunuluyor.
Oysa Leviathan sahasının bulunduğu bölge, tarihsel olarak 1948 öncesi Filistin Mandası’nın kıyı şeridinin doğal uzantısında yer alıyor.
Korsan İsrail, emperyalist destekle kurulduğu günden bu yana yalnızca kara işgali değil, deniz alanlarını ve yer altı zenginliklerini de sistematik bir şekilde gasp ediyor. “İsrail’in MEB’i” (Münhasır Ekonomik Bölge) olarak sunulan bu alan, bağımsız bir Filistin devleti var olsaydı onun deniz yetki alanına dâhil olacak bölgelerden biridir.
Mısır halkı, işçi ve emekçileri, Gazze’de 22 aydır soykırım devam ederken Kahire yönetiminin İsrail ile on milyarlarca dolarlık anlaşmalar imzalamasına öfkeli.
Sosyal medyada “soykırım yapanla ticaret yapanlar da soykırıma ortaktır” tepkisi büyüyor. Bu öfke, yalnızca güncel gelişmelere değil, yüz yılı bulan sömürgeci gaspa karşı bir hafızaya da dayanıyor.
1945 sınır haritalarına bakıldığında, bugün İsrail’in MEB diye ilan ettiği kıyı açıkları, Filistin’in doğal deniz kıyısıydı. “Münhasır Ekonomik Bölge” (MEB) kavramı ancak 1982’de BM Deniz Hukuku Sözleşmesi ile tanımlandı. O tarihte bağımsız bir Filistin devleti tanınmış olsaydı, Leviathan gibi sahalar da Filistin’in MEB sınırlarında kalacaktı.
Bugünkü deniz sınırları, Filistin’in devlet olarak tanınmadığı koşullarda, İsrail’in fiili kontrolü ve emperyalist baskılarla çizildi.
Bu nedenle İsrail’in bu alanlar üzerindeki hak iddiası tarihsel bir korsanlık olmakla birlikte ne hukuken ne de ahlaken meşrudur. Tamamen korsanca ve askeri güçle yapılan bir gasptan başka bir şey değildir.
Gaza Marine, bilinen ve bilinmeyen rezervler
2000 yılında keşfedilen Gaza Marine, Gazze kıyısının yalnızca 30 km açıklarında yer alıyor. Yaklaşık 1 trilyon fit³ (28 milyar m³) doğal gaz rezervine sahip olan bu saha, Filistin’in on yıllar boyunca enerji ihtiyacını karşılayabilecek kapasitede.
Eğer bu kaynak işletilebilseydi, Filistin ekonomisi enerji bağımlılığından kurtulacak, altyapısını kendi kaynaklarıyla inşa edebilecekti. Ancak İsrail, ırkçı-askeri abluka, siyasi terör ve uluslararası şirketler üzerindeki etkisini kullanarak bu sahayı 20 yılı aşkın süredir atıl bırakıyor. Gaza Marine’nin hayata geçirilmesi, Filistin’in ekonomik olarak kendine yeteceği anlamına geleceği için emperyalist-Siyonist işgalciler tarafından engelleniyor.
Gaza Marine, bilinen tek rezerv değil. Levant Havzası adı verilen jeolojik yapı, Leviathan, Tamar, Karish gibi dev sahaların yanı sıra Gazze açıklarını da kapsıyor. ABD Jeoloji Araştırmaları Kurumu’na (USGS) göre bu havzanın toplam potansiyeli 122 trilyon fit³ (yaklaşık 3,45 trilyon m³) doğal gaz. Jeolojik devamlılık, Gazze’nin güneyi ve açık deniz derinliklerinde Gaza Marine’den çok daha büyük rezervler olabileceğini gösteriyor. 2010’larda yapılan sınırlı 2D/3D sismik çalışmalar, yüz milyarlarca m³’lük potansiyele işaret etmişti. Ancak ABD ve Batı’nın desteği ile İsrail’in abluka ve deniz kontrolü, Filistin’in bu bölgelerde araştırma yapmasını engelliyor.
Bu nedenle “keşfedilmemiş” olarak kalan bu alanlar, Filistin’in MEB’i tanınsaydı ona ait olacak, bölgeyi enerji açısından stratejik bir merkez haline getirecekti.
İsrail’in Gazze’yi insansızlaştırma, Mısır ve başka ülkelere göç ettirme planı, yalnızca mevcut Gaza Marine’i değil, bu henüz çıkarılmamış dev rezervleri de hedefliyor.
Leviathan, gasp edilen dev kaynak
Leviathan sahası, 600 milyar m³ rezervle Gaza Marine’in yaklaşık 20 katı büyüklüğünde. İsrail, bu gazı Mısır üzerinden Avrupa’ya ve küresel pazarlara satmayı planlıyor. Mısır ise kendi üretiminin düşmesiyle İsrail gazına bağımlı hale geldi.
Tel Aviv’deki soykırımcı çete, bu bağımlılığı Kahire’ye karşı siyasi baskı aracı olarak da kullanıyor. Gazze’deki soykırım karşısında Mısır yönetiminin sessizliği ve Refah Sınır Kapısı’nın kapalı tutulması, başka şeylerin yanı sıra, enerji bağımlılığının yarattığı teslimiyetin de göstergesidir. Mısır, Ürdün, Suudi Arabistan ve Körfez monarşileri, Filistin davasını söylem düzeyinde “savunurken” pratikte İsrail’le güvenlik, ticaret ve enerji iş birliklerini derinleştiriyor. Mısır yönetimi bir yandan İsrail’i “soykırım”la suçluyor, diğer yandan milyarlarca dolarlık enerji anlaşmaları imzalıyor. Bu ikiyüzlülük, Filistin halkının yalnızlaştırılmasının ve emperyalist-Siyonist planın işlemesinin başlıca nedenlerinden biridir.
ABD’nin “Önce Amerika” stratejisinin bölgedeki yansıması
ABD, Doğu Akdeniz gazını yalnızca Avrupa’nın Rus gazına alternatif bulması için değil, Çin’in enerji kaynaklarına erişimini sınırlamak için de stratejik bir koz olarak görüyor. Çin, hızla artan enerji ihtiyacını karşılamak için Ortadoğu ve Afrika’da yatırımlar yapıyor.
İsrail üzerinden Doğu Akdeniz’i kontrol eden ABD hem bölge halklarının kaynaklarını sömürmeyi hem de Çin’in enerji koridorlarını baskı altına almayı hedefliyor. Filistin’in yok edilmesi ve denizdeki kaynakların tamamen İsrail denetimine geçmesi, bu stratejinin ayrılmaz bir parçasıdır. Avrupa, gelinen aşamada ABD ve İsrail’in bu planından “tırsmış” görünüyor. İsrail ve bölgenin monarşileri üzerinden enerji kaynaklarının kontrolünü sağlamak isteyen ABD, Avrupa için de tehlike olma potansiyeli taşıyor. Nitekim Donald Trump, şimdiden trafik polisi misali Avrupa dâhil kimi ülkelere ceza kesiyor. Bölgenin enerji kaynakları üzerinde tam kontrol sağladığında ise ne yapacağı kestirilemiyor. Bundan dolayı şimdiye kadar soykırımcı İsrail’e “koşulsuz destek” veren eski kıtanın kapitalist devletleri, Netanyahu rejimini yaptığı katliamlarla ve açlıkla yok etme politikasından dolayı “eleştiriyor” ve “Filistin’i tanıyacağız” diye homurdanıyorlar.
ABD ve İsrail’in asıl hedefi, bölgenin tamamen insansızlaştırılması, Filistin halkının Mısır ve Ürdün’e zorla göç ettirilmesi ve toprak işgalinin yanı sıra denizdeki enerji kaynaklarının da tam kontrolünün sağlanmasıdır. Bu emperyalist-Siyonist proje, Filistin’in kara ve deniz alanlarını bir bütün olarak gasp etme stratejisidir. Filistin halkının yok edilmesi, enerji sömürüsünün önündeki tek gerçek engelin ortadan kaldırılması anlamına da geliyor. Doğu Akdeniz’deki enerji anlaşmaları, Filistin halkına yönelik soykırımla doğrudan bağlantılıdır. Leviathan’dan Avrupa’ya, Gaza Marine’den henüz keşfedilmemiş derin deniz rezervlerine uzanan enerji hattı, ancak Filistin halkının ortandan kaldırılmasıyla “güvence” altına alınabilir. Emperyalistlerin ve bölgedeki gerici işbirlikçilerin bu planına karşı Filistin direnişi, yalnızca bir ulusal kurtuluş mücadelesi değil, aynı zamanda bölgesel enerji sömürüsüne karşı bir cephe hattıdır da. Filistin’in denizi, toprağı ve yer altı kaynakları ne İsrail’in ne de emperyalizmin malıdır.
Bugün Gazze’de akan kan, yalnızca ideolojik bir nefretin değil, trilyonlarca dolarlık enerji rezervleri üzerindeki emperyalist kavganın da ürünüdür. Emperyalist/Siyonist güçler eliyle yürütülen bu plan tersyüz edilmedikçe ne Filistin özgürleşebilir ne de bölge halkları kendi zenginliklerine kavuşabilir.
|