1 Eylül “Dünya Barış Günü”
Kapitalizmin savaşa dayalı doğası ve barış mücadelesi
1 Eylül Dünya Barış Günü, birkez daha savaş ve çatışma dönemine denk geldi. 1 Eylül, insanlık tarihinde yaşanan en büyük vahşetlerden biri olan II. Emperyalist Dünya Savaşı’nın başladığı gündür. Nazi Almanyası’nın 1939’da Polonya’yı işgal etmesiyle patlak veren bu savaş, büyük bir insani ve maddi yıkıma yol açtı. 1 Eylül, savaşların dehşetini hatırlamamak ve bir daha tekrarlanmasını engellemek adına “Dünya Barış Günü” olarak ilan edilmiştir. Ancak 1 Eylül, aynı zamanda, savaşların, yoksulluğun, eşitsizliğin ve sömürünün kaynağı olan kapitalist dünya düzenine karşı bir mücadele günüdür.
Dünya Barış Günü kutlamalarının yapıldığı bu yıl ki dünya tablosuna baktığımızda, emperyalist sistem çok boyutlu krizlerle sarsılıyor. Dünyamız, dolu dizgin bir şekilde savaşlara doğru sürükleniyor.
***
Kapitalizmin emperyalist çağı, 20. Yüzyılın başında dünyaya damgasını vurmaya başladı. Emperyalizm çağı ile birlikte tekelci kapitalizmin genel bunalımı da başladı. Bu ise sistemin yapısal krizlerini ağırlaştırdı ve kapitalizmin çelişkilerini her alanda keskinleştirdi. 1914 yılına gelindiğinde insanlık, ilk emperyalist dünya savaşının büyük yıkımı ile tanıştı. 1914 yılında başlayan I. Dünya savaşı, kapitalist sistemin bunalımını daha da ağırlaştırdı. Bu, Rusya’da Büyük Sosyalist Ekim Devrimi’nin zaferi ile sonuçlandı ve Ekim devrimi, savaşın sonunu getirdi.
Birinci Dünya Savaşının son ermesinden kısa süre sonra, 1929’da kapitalizmin büyük bunalımı patlak verdi. Aynı yıllarda Kıta Avrupası devrimci yükseliş dönemi içindeydi. Kapitalizm, bu gelişmeyi faşizmle yanıtladı. Almanya’daki Nazi iktidarı faşist barbarlığı tüm Avrupa’ya yaydı. Avrupa’yı kasıp kavuran Hitler faşizmi, aynı zamanda yeni bir emperyalist dünya savaşını da kaçınılmaz kıldı. II. Dünya Savaşı, Avrupa’yı ve Sosyalist Sovyetler Birliğini harabeye çevirdi ve on milyonlarca insanın yaşamına mal oldu. Kızıl Ordu ve Komünistler önderliğinde savaşan devrimci Avrupa halkları Hitler faşizmini ezerek tarihe gömdü.
***
Emperyalist dünyanın tüm çelişkileri bugün de yerli yerinde duruyor ve giderek keskinleşiyor. Gelişmeler, I. ve II. Dünya savaşları öncesindeki dönemlerle paralellikler taşıyor. Bunalımlar, çelişki ve çatışmalar her yerde ve her düzeyde doruğa çıkıyor. 21. Yüzyıl’ın, daha ilk çeyreği bu çelişkilerin aldığı boyuta ışık tutuyor ve yeni bir dünya savaşının yolunu düzleyen askeri ve jeopolitik çatışmalar tırmanıyor. Yeni bir emperyalist dünya savaşını mümkün kılan sistemin hegemonya krizi derinleşiyor. Emperyalist müdahaleler, saldırganlıklar, yerel savaşlar ve dünyanın yeniden bölüşülmesi mücadelesinde, hegemonya krizi belirleyici bir rol oynuyor.
Kapitalizmin eşitsiz gelişme yasasının bir sonucu olarak emperyalistler arası güç dengesi değişmiş bulunuyor. Yeni güç dengesi, dünyanın yeniden paylaşılmasını kaçınılmaz hale getirmiş görünüyor. Zira “kuvvetler arasındaki ilişki değişikliğe uğradıktan sonra kapitalist düzende çelişkilerin çözümünü sağlayacak kuvvetten başka bir şey var mıdır?’’ (Lenin, Emperyalizm, syf.116)
Son yıllarda farklı ülkeler ve emperyalist bloklar arasındaki güç dengesinde yaşanan değişimler, çatışma ve savaşların ana nedenlerinden birini oluşturuyor.
Kapitalizmin gelişme yasalarının bir sonucu olan sistemin bütün çelişki ve çatışmaları daha da şiddetlenerek tırmanıyor. Dünya ölçüsünde emperyalist tekeller arsında süren rekabet, büyük emperyalist devletler arasında pazarlar, hammadde kaynakları ve nüfuz alanları uğruna süren mücadele, yeni bir dünya savaşının dinamiklerini biriktiriyor. Zira uluslararası tekeller arasındaki mücadelenin özü ve amacı, dünyanın yeniden bölüşümüdür. Bu bölüşüm, tarafların gücüne ve sermayelerinin oranına dayalı olduğu için bu güçler, ekonomik ve siyasi gelişme düzeyine bağlı olarak yeniden konumlanıp mücadeleye girişmektedirler.
Başta gelen emperyalist ülkeler çılgın bir şekilde dünyayı paylaşmakla meşgul iseler, Lenin’e göre bunu “kendilerinde bulunan hain duygulardan ötürü değil, ulaştıkları yoğunlaşma düzeyi, kar sağlamak için kendilerini bu yola başvurmak zorunda bıraktığında” yapıyorlar. Ve dünyayı mevcut “sermayeleri”, “güçleri” oranında paylaşıyorlar. Dolaysıyla savaşlar, “delilerin”, “çılgınların” ve “psikopatların” arzuları sonucu değil, emperyalizmin doğasının ve kriz üreten yapısının zorunlu sonuçlarından biridir. Bu sistemde kriz “kural”, istikrar “istisna” olduğu için krizden krize koşmak emperyalist kapitalizmin kurtulamayacağı bir döngüdür. Bu döngü, “geçici molalar” hariç, sürekli bir savaş tehdididir. Kriz her zaman savaşlar anlamına gelmez ama günümüz koşullarında ve kapitalizmin içinde bulunduğu şimdiki aşamada savaş tehdidi günceldir.
“Kapitalizmin tekelci aşaması olan emperyalizm, kapitalizmin bütün çelişmelerini öylesine keskinleştirir ki “barış” ancak yeni savaşlar için bir soluk alma dönemi olarak kalır.” Dolaysıyla gerici-emperyalist savaşların ortadan kaldırılması, ancak onun kaynağı ve nedeni olan kapitalizmin ortadan kaldırılmasıyla yani, sömürücü sermaye sınıfının devrilmesi, sosyalizmin inşası ve sınıfların ortadan kaldırılması ile mümkün olabilir. “Gerçekçi” olduğu ne kadar iddia edilirse edilsin, bütün diğer teori ve öneriler, sömürü ve savaşı devam ettirmek için ortaya atılmış birer aldatmacadan başka bir şey değildir.
|