1 Eylül Dünya Barış Günü
Veli Aydın
Dünya tarihi, barış çağrılarının en çok savaştan geçildiği dönemlerde yankılandığını gösterir.
1 Eylül, insanlığa savaşların karanlığını değil, barışın mümkün olduğunu hatırlatmak için ilan edilmiş bir gündür.
Bugün ise tablo daha yakıcı: Ukrayna üzerinden yürütülen emperyalist savaş, İran çevresinde tırmandırılan bölgesel gerilimler ve dünyanın farklı coğrafyalarında süren çatışmalar, insanlığı yeni yıkımlara sürüklüyor. Ve bütün bunların ortasında, bir soykırım olarak yaşanan Filistin işgali, 1 Eylül Dünya Barış Günü’nün anlamını en sarsıcı haliyle hatırlatıyor. Çünkü Filistin’de yaşanan bir askeri çatışma değil, tüm bir halkın yok edilmek istenmesine karşı yürüttüğü onurlu direniştir.
İsrail devletinin kendisini dayandırdığı “kurucu mit”, yani “halkı olmayan bir toprağa, toprağı olmayan bir halk” söylemi çökmüştür.
Tarih, bu kurguların sonsuza dek ayakta kalamayacağını bir kez daha kanıtlıyor. Filistin halkı, bir asırdan beri devam eden işgal, sürgün ve şiddet politikalarına rağmen silinmedi; aksine tarih sahnesinde özneleşti. Artık Filistin sadece zulmün nesnesi değil, direnişin adı, belleğin ve umudun taşıyıcısıdır.
Bugün İsrail’in Haaretz gazetesinin bile Filistinlileri “dünyanın en dirençli halkı” olarak tanımlamak zorunda kalması tesadüf değil. Bu, basit bir gazetecilik yorumu da değil. Siyonist ideolojinin kendi çatlaklarını açığa vuran bir itiraftır.
Çünkü bir sistem kendi meşruiyetini sorgulamaya başladığında, en güçlü görünen yapılar bile çöküş sürecine girmiş demektir.
İsrail’in üstünlük anlatısı, yani “yenilmez ordu” miti, bugün Gazze’nin yıkıntılarından yükselen direnişle sarsılıyor. Elektriği kesilmiş, susuz bırakılmış, enkazların altında yaşamaya zorlanmış insanlar, sadece silahlarıyla değil, hafızalarıyla, kimlikleriyle ve özgürlük inançlarıyla direniyor. İşte bu yüzden bu mücadele salt askeri değil; aynı zamanda belleğin, kimliğin ve onurun savaşıdır.
Siyonist projenin krizi ekonomik bilançolarla ölçülemez. Her üç günde bir milyar dolara varan kayıp verilmesi elbette önemlidir ama asıl kayıp semboliktir: İsrail artık “aidiyet” üretemiyor. Dünyanın gözünde meşruiyetini yitiriyor, kendi yurttaşlarının bile güven duygusunu kaybettiği bir noktaya sürükleniyor. Kaba güç ve zorbalığa dayalı düzenler, kalpleri kazanmadıklarında çökmeye mahkûmdur.
Bugün “barış” adına dillendirilen teklifler de aynı çaresizliğin dışavurumudur. Filistinlilere bir devlet verilmesi çağrıları insani bir duyarlılığın değil, sistemin ayakta kalabilmesi için son bir nefes arayışının ifadesidir.
Bu, barışın özgürlükten değil, korkudan doğduğunu gösterir.
Filistinli beden, tüm yaralarına rağmen, işgalcinin hayalini kurduğu “sessiz toprak” rüyasını boşa düşürüyor.
Çünkü her işaretlenmiş, her sürülmüş beden; her yıkılmış ev, her öldürülen çocuk; hafızanın, köklülüğün ve geri dönüşün canlı bir hatırlatıcısı oluyor. Ölülere bile ses veren bu hafıza, tarihin bastırılamayacağını gösteriyor.
Bugün bir İsrail gazetesinin başyazısında Filistinlilerin “atlarının üzerinde Tel Aviv’e tekrar tekrar geleceği” ifade ediliyorsa, bu aslında korkuyla dile gelmiş bir itiraftır. Çünkü tarih bitmedi, yeniden başlamak için sadece kesintiye uğradı.
Filistin halkı, varlığıyla bu kesintiyi kapatıyor, tarihe yeniden ses veriyor.
1 Eylül Dünya Barış Günü’nde şu gerçek unutulmamalıdır: Barış, yalnızca ezilenlerin direnişi ve özgürlük mücadeleleriyle kazanılabilir.
Filistin halkının direnişi, sadece kendi toprakları için değil, tüm insanlık için bir hafıza ve onur mücadelesidir. Ve bu vesileyle, 1 Eylül’de doğan, adında barış olanların ve tüm barışseverlerin savaşlara karşı barış mücadeleleri daim olsun, başarılı olsun.
Mitler yıkılır, hakikat konuşur. Filistin konuşuyor. Ve bu konuşma, dünya barışının gerçek çözümüne de işaret ediyor…
|